Bediüzzaman'ın talebeleri Ahmet Feyzi Kul'u anlatıyor

Bediüzzaman'ın talebeleri Ahmet Feyzi Kul'u anlatıyor

Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin, “Risale-i Nur’un Manevi Avukatı” olarak taltif ettiği Ahmed Feyzi Kul ağabeyi vefat yıldönümünde rahmetle anıyoruz. Merhum ağabeyimiz 16 Ekim 1972 tarihinde vefat etmişti

"Ağabeyler Anlatıyor" kitabı yazarı Ömer Özcan, vefat yıldönümü vesilesiyle Bediüzzaman'ın talebelerinin Ahmet Feyzi Kul hakkındaki düşüncelerini Risale Haber okurları için yazdı...

Mustafa Sungur Ahmed Feyzi Ağabeyi anlatıyor

Şaşaalı müdafaa ile birden mahkemenin safahatı değişiverdi

Ahmet Feyzi ağabey biliyorsunuz Denizli ve Afyon hapsine girenlerden. Afyon'da o muhteşem, o şaşaalı müdafaası sebebiyle; heyet kararıyla, vesâiyeyi o yerine getirecek endişesi ile 18 ay ağır cezayı ona verdiler.

Ahmet Feyzi ağabey mahkemeden sonra üç dört defa daha Üstadın yanına gelmişti. İşte son geldiğinde ben de Üstadımızın yanında idim. Üstadımız: “kardeşim! Ben 30 senedir Ege’ye bakıyordum, bana mukabil bir ruh görüyordum, O’da sensin, hatta ben Ege Bölgesine gidecektim, sen varsın diye gitmedim” manasında bazı şeyler söyledi. A. Feyzi ağabey hiç sarsılmadı, 1954 de Tâhirî, Zübeyir, Ceylan, Bayram Üstadın yanında iken Üstad, “Afyon hapsinde talebelerin bazı münakaşalarından çok sıkıldım, Tâhirî ve Ahmet Feyzi hiç sarsılmadılar, hiç münakaşaya girmediler” dedi.

Ahmet Feyzi ağabey “Mâidet-ü Kur'an”ı yani Kur’andan gaybî işâretleri yazdı ya, bazıları, sen bunu yazdın onun yüzünden mahkeme uzadı diye Ahmet Feyzi ağabeye karşı tavırları olunca A. Feyzi ağabey hiç sarsılmamıştı, çok sadıktı. Hatta mahkemeden sonra da 101 sayfa temyize müdafaa yazmıştı. Meselâ Ceylan öyle müdafaalar yazmazdı, hazır müdafaalar var ya onlardan okudu mahkemede.

İlk mahkeme 17-18 Haziranda oldu. Birinci mahkeme normal geçti, amma ikinci gün öğleye kadar hâkim “Mâidet-ül Kur'an” sebebiyle sıkıştırmaya başladı… Bastın mı, dağıttın mı diye. “Mâidet-ül Kur'an” malûm; A.Feyzi ağabeyin kendi te’lifi. İşaret-i gaybiye, ihbârat-ı gaybiye. İşte mahkemede çok sıkıntılı bir durum oldu. Hâkim devamlı soruyor, sıkıştırıyor... İşte o esnada A.Feyzi ağabey de revirdeydi. Bunu duyunca işte bu müdafaayı hazırlıyor. Bize “ben mahkeme dağılmadan gideyim” dedi. Hemen gidip mahkemeye ibraz etmişti müdafaayı. Hâkimler bu müdafaayı dinledikten sonra akşamüzeri birden mahkemenin safahatı değişiverdi. Hâkimlerdeki o şiddet, o hiddet birden sönüverdi. (Bu müdafaa Şualar kitabındadır. Ö. Özcan)

Bu Ahmet Feyzi, senin son Me’mur-u Rabbanî olduğunu dünyaya duyuracak

Afyon Cezaevinde iken, biz temyiz lâhiyasını yazıyoruz. Ben temize çekiyorum, Zübeyir ağabey de dilekçe hâline getiriyor. 101 sayfa oldu temyiz lâyihası. Bir gün Üstadımız elini çıkardı koğuşta böyle böyle işaret yaptı. (Sungur ağabey havada yazı yazma işareti yaptı. Ö. Özcan) Ben de A.Feyzi ağabeye “Üstad böyle böyle işaret yaptı” dedim. Ahmed Feyzi ağabey de, “işte Üstad devam edin diyor canım” dedi. Temyize Lâyiha yazıyoruz o sırada.

Bir müddet sonra 2.koğuşta bulunan Zübeyir ağabey Üstadın yanına gidiyor. Üstad soruyor “ne yapıyorsunuz?” diye. Zübeyir ağabey “müdafaa yazıyoruz üstadım” deyince Üstad yüzünü buruşturuyor; “demek ki ben Zübeyir’i anlayamamışım, ben sizi Risale-i Nur yazıyor zannediyordum orada, demek ki siz müdafaa yazıyordunuz orada.” diyor. Feyzi ağabey de müdafaa yazıyor heyecanla. Orada masa filan yok, ranzalar da yok, namaz kıldığımız tahta var onda yazıyor müdafaaları. Zübeyir ağabey Üstadın yanından geldiği vakit, “gel benim havarim” dedi. (sen şimdi havariyi görürsün. M. Sungur) Geliyor Zübeyir ağabey: “Feyzi ağabey sen beni aldatmışsın...” dedi. Üstad’ın yanından geldiğini görüyor tabi Feyzi ağabey. Ahmed Feyzi ağabey Her şeyi bırakıyor, yatağını seriyor, yatıyor. Bir gün yatıyor, iki gün yatıyor… Sonra: “Üstadım! Herkes seni inkâr edecek, sen de onları tasdik edeceksin, illâ bu Ahmet Feyzi senin son me’muru Rabbanî olduğunu dünyaya duyuracak” diye bir pusula yazıp gönderdi Üstada. Üstad, Ahmed Feyzi ağabeyi çağırıyor. Üstadın odası büyük, berber çağırıyor traş olacak. Ahmed Feyzi ağabeyi de, “gel benim “Mâidet-ül-Kur'an” sahibi talebem” diyerek çağırıyor. Ahmet Feyzi ağabey: “O zaman Üstad başını göğsüme koydu öyle traş oldu, bütün çıbanlarım iyileşti” demişti. Üstad gönlünü almış oluyor. Üstad kendisine, Risale-i Nurun manevi avukatı derdi.

Bayram Yüksel Ahmed Feyzi Kul’u anlatıyor

Afyon Hapsinde Zübeyir ağabey ve Ahmed Feyzi ağabeyi dövüyorlardı

Afyon hapsinde Üstadın yanına her zaman çıkamazdık. “El Hüccet-ül Zehra” Risalesini Üstad yazar, o volta atılan meydana atıverirdi, biz de oradan alıp öyle çoğaltırdık. Üstad volta atan hapislere bir bakıversin, bir selam versin, Üstad’ı görüversinler yeterdi, çoğu hemen namaza başlarlardı. Onun için Üstad’a selam verenleri çağırıp dövüyorlardı.

Dünyanın en berbat hapishanesi orasıydı. 70-80 kişi bir koğuşta yatıp kalkıyordu. Bir tek tuvalet var, hem banyo, hem abdest alma için tek yer orası idi. Pis, taşardı sular…

Tâhirî ağabeyle, Refet ağabey üst katta kalıyordu. Fakat Zübeyir ağabeyle, Ahmed Feyzi ağabey o tuvaletin yanındaki boşlukta, en berbat yerde kalıyorlardı. Onları O müdafaalarından dolayı zulmen öyle yapıyorlardı. Vahşi insanlar da vardı; takunyalarla bastılar mı, pis su “foşşş” diye onların üstüne giderdi. Zaman zaman Zübeyir ağabeyle Ahmed Feyzi ağabeyi çağırıp dövüyorlardı. Uzaktan bile çat-çut dayak sesleri gelirdi, biz duyuyorduk. Zübeyir ağabey de “Vuuuurrrr! Vuuuuurrr!” diye bağırıyordu. Ahmed Feyzi ağabey yüzlerine tükürürmüş. Ama Zübeyir ağabey “vur!” diye bağırırdı, müdafaaları şiddetli idi hiç de tenezzül etmezdi onlara.

M. Said Özdemir Ağabey A. Feyzi Ağabeyi anlatıyor

Diyanet’teki büyük âlimler Ahmed Feyzi ağabeye hayran kaldılar

Allah rahmet etsin Ahmed Feyzi Kul ağabey zaman zaman Ankara’ya gelir ve bizlerle sohbet ederdi, bir kaç gün de kalırdı. Bir gün onu büyük âlimlerin bulunduğu “dinî eserleri inceleme Kurulu”na götürdüm. Orada Hasan Fehmi Başoğlu, Hasan Hüsnü Erdem, Koameddin Bostan, Şehid Oral gibi büyük âlimlerin bulunduğu bir kurul. Ben kendisini “Bediüzzaman Hazretlerinin talebesi” diye takdim ettim. Mübarek Ahmed Feyzi ağabeyimiz öyle bir konuşma yaptı, onlara karşı öyle güzel bir hitabede bulundu ki; Üstad hazretlerini ve Risale-i Nur’u anlattı. Öyle güzel anlattı ki o büyük âlimlerin ağızları açık kaldı. Feyzi ağabey o kadar fesahat, belâgat ile o kadar güzel konuşuyordu ki hayran kaldılar. Ona sordular: “siz hangi üniversiteden mezunsunuz?” “Ben Risale-i Nur üniversitesinden mezunum” diye cevap verdi. Çok takdir ettiler.

Bu kurul Risale-i Nurları tetkik eden kuruldu. O zaman Hasan Fehmi Başoğlu, Üstad Hazretlerinin eserleri Afyon mahkemesi dolayısıyla 11 çuval, 4 sandık olarak Ankara’ya gelmişti. Ankara Ağır Ceza’dan Diyanete geldi. Diyanet işleri müşavere kurulu bu eserleri teker teker inceledi.

Cenab-ı Hak bizi de orada vazifelendirdi, oranın kâtib-i memuru idik, hepsi elimizden geçti. Risale- i Nur hakkında Hasan Fehmi Başoğlu çok muazzam bir rapor yazdı. O rapor, o zaman ki Diyanet Reisi Eyüp Sabri Hayırlıoğlu’na onaya gitti. Reis raporu okumuş, sallana salllana geldi, Hasan Fehmi efendiye: “Hocaefendi sen Bediüzzaman’a rapor yazmamışsın, sen methiye yazmışsın, methiye. Ehl-i vukuf biraz bîtaraf olur, sonra sana da Nurcu derler, hiç olmazsa bunu biraz değiştir” dedi. O da “peki efendim biraz değiştirelim” dedi, fakat yine de çok güzel bir rapor yazdı. “Risale-i Nur eserleri: Devletimizce dahi matlup olan bugün ki gençliği en güzel ahlaka götürecek Ayet-i Kerimelerin meali, hadis-i şeriflerin izahlarından ibarettir. Ne 163. maddeye, ne 5086 sayılı kanuna ve diğer kanunlara hiçbir teması yoktur…” diye bir rapor.

Av. Gültekin Sarıgül Ahmed Feyzi ağabeyi anlatıyor

Hiç karşılaşmadığım bir hitabet kabiliyeti temerküz etmiş, hitabetin şahikasına çıkmıştı O

Ahmed Feyzi ağabeyle tanışmamız 1960 yılında oldu. Üstadımızın Ankara’ya ikinci teşrifleri zamanında... Mustafa Sungur ve Tahsin Tola ağabeylerin Tarihçe-i Hayat davası vardı. Mahkemeden sonra Said ağabeyin Dışkapı’ya giderken kiralamış olduğu Murat lokantasının üstündeki dersanede toplandık. Diyarbakır’dan Mehmet Kayalar ağabey de vardı. Bir köşede 60 yaşlarında, ihtiyarca, orta yapılı, kalender bir zat sandalyede oturuyordu, kim olduğunu da bilmiyorum. Sonra oradaki cemaate ikaz mahiyetinde bir “Eûzübesmele” çekti ve konuşmaya başladı. Hayatımda hiç karşılaşmadığım bir hitabet kabiliyeti temerküz etmiş, hitabetin şahikasına çıkmıştı o zat. Donduk kaldık, sordum, “kimdir bu zat?” Dediler ki: “bu Ahmet Feyzi ağabeydir.” İşte ilk karşılaşmamız böyle olmuştu. Sonradan davaların takip hengâmında birbirimizle haşir neşir olduk.

Ahmed Feyzi ve kardeşi Mehmet Emin Kul’dan bir hatıra

Küçük biraderi vardı. Mehmet Emin Kul ağabey. O mübarek lâhika mektuplarını daima yanında taşır ve o lâhikalardan fevkalade güzel dersler yapardı. Düsturlara çok bağlı idi… Onunla daha sırdaş idim...

Ben 1970’de İzmir de yazıhane açmış işimi oraya nakletmiştim. Ahmed Feyzi ağabeyle sık sık görüşürdük. Baktım bir gün benim yazıhaneye çıkageldi. Gayet yorgun ve üzgün bir vaziyette oturdu. Sordum “hayrola ağabey seni çok yorgun ve üzgün görüyorum.” “Seninki” dedi “seninkinden kaynaklanıyor.” Seninki dediği de küçük biraderi Mehmet Emin Kul ağabey. Dedim “hayrola?” “Valla seninkiyle iyice koptuk, bana bağırıyor, çocuklara bağırıyor, bir haftadır konuşmuyoruz, yani ipler koptu.” Ben “olamaz, siz birbirinizden kopamazsınız” dedim. “Yok, bu sefer başka...” Sonra durdu durdu, “sen gel de, bizim aramızı buluver” dedi. “Hakikaten ciddi mi söylüyorsun?” dedim. “çok ciddi söylüyorum, sen gel, pazar günü bekliyorum” dedi.

Ben de hakikaten ciddiye aldım ve atladım otobüse, geldim Çamlık’a; yokuşu çıktım, evlerine vardım, nerdesiniz filan diye bağırdım, kimse yok. Sonra biraz daha çıktım, baktım bir ardıç ağacının altında kumrular gibi yan yana oturmuşlar, sohbet edip duruyorlar. “Selamün aleyküm” dedim. “Aleyküm selâm” dediler. “Yahu böyle kumrular gibi yan yana oturup sohbet edecektiniz de, beni buraya kadar niye yordunuz?” Ahmet Feyzi ağabey lâfın altında kalır mı hiç. “Ne olmuş beyefendi, aramızda o kadar hukuk var, senden bir ricamız oldu, bu kadar hukuk yanında bunun bir kıymeti var mı? Ne olmuş yani” dedi. Baktım Mehmet Kul amca da gülüyor, “sen biradere bakma yahu” diyordu. “Ben sizi artık iyice koptular zannediyordum, ama memnun oldum bir şey yokmuş” dedim. Hakikaten çok enteresan bir şekilde hararetle münakaşa ederler, iş fazla ileri gitmeye başladı mı, A.Feyzi ağabey “yahu tamam ben sana bir şey demedim canım” der. Mehmet Emin amca da “tamam tamam ben sana bir şey demedim” der orada kalırdı.

Antalya’da bizim evde vefat etti

Babama karşı bir hürmeti vardı, bir mesele zuhur etmiş herhâlde benim İzmir de davada bulunduğum hengâmda, kalkmış Antalya’ya gitmiş. Ramazan ayı, sahuru babamla beraber yapmışlar, hemen akabinde fenalaşmış ve bizim evde nasip oldu, orada vefat etmiş.

Isparta’dan telefon açtılar; biz Mustafa Birlik’in dükkânında idik. Haber geldi bize sordular: “Biz Antalya’da kalmasını arzu ederiz, belki toprak çekmiştir” dedik. Meğer Emin ağabey bizden evvel duymuş kamyonla Antalya’ya gitmiş ve cenazeyi getirmiş. Çamlığa defnettik. Bütün cemaat cenazesine iştirak etti. Demek ki burada olması hayra vesile oldu. Her yıl burada toplanıp ders yapıyoruz.

Mustafa Birlik A.Feyzi Ağabeyi anlatıyor

Ben hayatımda hiç bir kimseden, hiç bir şekilde, hiç bir zaman öyle bir konuşma dinlemedim

Ahmet Feyzi ağabey ile ben sanığız. Mahkemeye sebeb olan hâdise ise General Faruk Güventürk’ün iki gazetede çıkan beyanatları.

Mahkemeye müracaatımızda: “Biz muhitimizde nurcu olarak bilinen kimseleriz, bu yazılardan sonra, muhitimizde bizi nurcu olarak tanıyanlar lâtife olarak bile olsa, bizi tahkir etmeğe başladı. Dolayısıyla biz kendimizi müdafaa etmek sadedinde kaldık.” Dedik. Bunun üzerine mahkemenin verdiği karar: “Sanıkların iddia ettikleri gibi nurcu olup olmadıklarına dair emniyete yazı yazılarak sorulmasına, ayrıca sanıkların muhitinden 10’ar kişilik şahidin getirilip dinlenmesine..” diye çıktı.

Sonra Ahmet Feyzi ağabey Çamlık’tan, biz de İzmir’den şahitler getirdik. Şahitler dinlendi. O zaman buranın muhtarlığını yapmış bir şahid geldi, enteresan bir adamdı, etrafında dönüp dönüp konuşuyordu… İfade verirken mahkemeye “Efendim! Kireççi Hâfız dediğin zaman (A.Feyzi ağabeyin lâkabı) Denizliden İzmir’e kadar Nurcu olduğunu bilmeyen yok ki” deyince, Hâkimler de dâhil herkes gülmeye başladı. Neticede şahitler dinlendi, emniyetten gelen yazılarla da mahkemece nurculuğumuz tasdik olunmuş oldu elhamdülillah.

Mahkeme emniyetten gelen yazı ve şahitlerin ifadelerinden sonra: “Sanıkların nurcu olduğu kesinleşmiş olduğundan ve tahkire mâruz kaldıklarından Faruk Güventürk’ün de tahkir edici olarak mahkemeye dâhil edilmesine” karar verdi. O zaman avukatımız Burkay Bey mahkemeye “Bizim sanıklar mahkemeye ne şekilde geliyorlarsa, Faruk Güventürk’ün de sanık olarak mahkemeye gelmesini istiyoruz” dedi. Fakat Güventürk’ün avukatları “efendim etikettir filân, biz temsil ediyoruz.” diyerek itiraz ettiler. Neyse, neticede mahkeme Faruk Güventürk’ün mahkemeye gelmesini kabül etmedi...

Ahmed Feyzi ağabeyin o gün bir buçuk saatlik bir konuşması var ki; ben hayatımda hiç bir kimseden, hiç bir şekilde, hiç bir zaman öyle bir konuşma dinlemedim. Bir buçuk saat “dinimize saldıranlara karşı sessiz mi kalacağız?” başlığı altında muazzam bir konuşma. İşte mahkeme böyle devam ederken bir af kanunu çıktı ve mahkeme düştü. Önceden hâkimle ben görüşmüştüm. Bana dedi ki: “Mustafa! Üçünüze de altışar ay ceza veriyoruz, hem sana, hem A.Fevziye, hem Faruk Güventürk’e, fakat daha evvelden sabıkanız olmadığından tehir edeceğiz, berây-i malumat” demişti.” Ama af kanunu çıktı, mahkeme de bitti.
Demek istiyorum ki Ahmet Feyzi ağabey böyle bir insandı.

Hüseyin Çağdır Ağabey Ahmed Feyzi Ağabey'i anlatıyor

Korgeneral, Ahmed Feyzi Ağabey'in hitabetine hayret etti

Ahmet Feyzi ağabey İzmir’e geldiğinde ekseriye Mustafa Birlik kardeşin evinde kalırdı. Ara sırada da bizde misafir kalırdı. Öyle mütevazı idi ki biz onun değerini bilememişiz, şimdi anlıya biliyoruz.

Yine bir gün Mustafa Birlik kardeşin evinde bir ders vardı. 1960 ihtilâlı sonrasıydı, Mehmet Ali Aytaç isminde bir korgeneral parti kurmayı, senatör olmayı aklına koymuş. Sonra sormuş, “bizi kim destekler” diye, bazıları da bizim adresi verip “sen Nurcularla görüş” demişler. O vesile ile Birlik kardeşin evine gelmiş. “Biz eğer meclise girersek İngiliz Demokrasisini getireceğiz” falan gibi... Yarım saat konuştu. Ahmet Feyzi ağabey de köşede yatağında uyukluyor da dinlemiyor gibi sanki… Ama... Sonra bir başladı konuşmaya: Asr-ı Saadet, İslâmiyet’teki demokrasi meselesini çok veciz bir şekilde bir saat kadar izah etti. Konuşma fevkalade olmuş, hepimizin çok hoşuna gitmişti. Sonra “ben bir abdest alayım” diyerek dışarı çıktı.

Korgeneral M. Ali Aytaç hayret ve takdirle: “Yahu bu zat kimdir? Ben hayatımda böyle bir zat görmedim, bu nasıl konuşma böyle, niye daha evvel söylemediniz? Bu adamın yanında konuşulmaz yahu” dedi. Tabi sonra kardeşler Üstadımızın talebelerinden olduğunu izah ettiler...

Ahmed Feyzi ağabeyin mektubunu ezberleyen avukat

Bizim İbrahim Ethem Sarıoğlu diye bir avukatımız vardı. Torbalılar, Ayrancılılar bilirler. Nurlara dost birisidir.

Eskiden Ramazanlarda vaizler gelirdi İzmir’e, Ramazan boyunca vaaz ederler, Tire Ödemiş gibi yerlere de götürürlerdi onları. İşte yine böyle Tireye bir Hocayı götürmüşler. Gençler de hoca geldi dinleyelim diye toplanmışlar. Ethem Sarıoğlu’nu da davet etmişler. Ethem o zaman Tirede yatılı okulda okuyor, henüz avukat değil, onu da çağırmışlar. Biraz atak bir insan olduğundan hocaya sormuş: “Hocam benim kafamı bir şey işgal ediyor, Allah her şeyi yarattı tamam, Peki Allah’ı kim yarattı?” şeklinde o zamanların modası bir sual soruyor. Hoca da “yahu bunu karşıma niye getirdiniz? Böyle sual mi olur?” diye çıkışınca kendi ifade ediyor “ben de toplantıdan çıktım gittim” dedi.

Bir müddet sonra da Ahmet Feyzi ağabeyi davet ediyorlar Tireye. Ethem’i de çağıralım diyorlar ve Ethem Sarıoğlu aynı suali A.Feyzi ağabeye de soruyor. A.Feyzi ağabey “oğlum! Bak sen tahsilli insansın, bak daha suali sorarken hata yapıyorsun, sen Hâlık arıyorsun, fakat mahlûk olsun diyorsun. Hâlbuki Hâlık mahlûk olmaz, mahlûk da Hâlık olmaz...” diye giriyor Nurlardan uzunca bir ders veriyor. Sonradan avukat olacak olan Ethem Sarıoğlu “ben tam tatmin oldum” diyerek memnuniyetini belirtiyor.

A.Feyzi ağabey işin peşini bırakmayarak, Ethem’in ibadete de başlaması için bir mektup yazıyor. Fakat çok veciz bir mektup... Hatta bu Av. Ethem Sarıoğlu mektubu ezberlemiş. Ethem benim halıcı dükkânıma çok gelirdi. Böyle bir gün beraber otururken A.Feyzi ağabey de çıkageldi. Sarmaş dolaştan sonra bu başladı mektubu ezberden okumaya. A.Feyzi ağabey: “Acââip! Kim yazmış bunları? Nasıl ifadeler bunlar?” demeye başladı. “Ahmet Feyzi ağabey sen, beni filanca tarihte ibadete davet için bu mektubu yazmıştın, ben bunu ezberledim” deyince. “Aaah ben eski hâlimi hiç göremeyom” diye kendine has üslûbu ile cevap vermişti.

Musa Yukarı Ağabey Ahmed Feyzi Ağabey'i anlatıyor

Risale-i Nur’u anlamak için A. Feyzi Ağabey'in iki tavsiyesi

Ahmed Feyzi ağabey bizim Ayrancılara çok gelir, Risalelerden dersler, sohbetler yapardı. Bu arada bir kardeşimiz ona şöyle bir sual sordu. “Ben Risale-i Nur’u okuyorum fakat anlayamıyorum, ne yapmam lâzım?” dedi. Feyzi ağabey buna “tahsilin ne?” diye sordu. O da “İlkokul” dedi. “Şimdi sana tahsili çok yapsan üniversiteyi bitirsen anlarsın desem... Çok üniversite bitiren var, tahsil yapmışlar var anlayamıyorlar. Arapça farsça bilsen anlarsın desem Onlardan da çok Arapça, farsça bilenler var, onlardan da anlamayanlar var Risale-i Nurları.

Şimdi ben sana Risale-i Nurları anlaman için şunu tavsiye edeceğim:

• Evvelâ: Tövbe istiğfar edeceksin, hangi günahlarım var ki; Kur’anın bu asırdaki tefsirini anlayamıyorum, hangi günahlarım mâni oluyor diye tövbe istiğfar edeceksin.

• İkinci tavsiyem de: Mideye giren lokmaya dikkat edeceksin haram olmasın, eğer vücuda giren lokma haram olursa, nasıl ki bir çeşmenin havuzuna bulanık su girerse, etraftaki muslukları açınca bütün sular bulanık akar. Mideye de haram girdi mi bütün vücudun azaları bulanır, göz hakikati göremez, kulak hakikati işitemez, bütün azalar bulanır.

Demek ki: “1. Tövbe istiğfar edeceksin. 2.Vücuda haram lokma almamaksın, işte o zaman Risale-i Nurları anlarsın” dedi.

Namahremden gelen günahlar göze sirayet eder

Ahmed Feyzi ağabey bize çok tembih ederdi “şayet Üstada ziyarete giderseniz yüzüne fazla bakıp durmayın Üstad rahatsız olur.” Biz “neden?” diye sorduğumuzda Ahmed Feyzi ağabey: “Ekseri bizim gözler dışarıda namahreme baktığı için, namahremlerden gelen günahlar göze sirayet eder, Üstada bakınca o Üstadı rahatsız eder” derdi. Biz de Üstad Hazretlerini ziyaret ettiğimizde öyle yaptık, başka yerlere kenarlara, hatta başının üstünde “Dost istersen Allah yeter” levhasına baktık.

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.