Himmet UÇ
Bediüzzaman’ın tetebbuat muhiti
Bu yazı bir hissetme, anlamaya çalışma yazısıdır, objektif bakış açıları ile bakılmayabilir. Bediüzzaman felsefe tarihinin veya daha doğrusu felsefi akımların, filozofların fikirlerini gördüğüm okuduğum kadarı ile ayrıntılı olarak biliyor. Hatta buna ayrıntı demek dahi yetmez, beni asıl ilgilendiren onun ömrünün sürgünlerde hapishanelerde geçmesinden dolayı bu bilgilere nasıl ulaştığını merak ediyorum.
Mesela 32. Sözün birinci mevkıfında hücre ve atom ve molekül konusundaki fikirlerini daha doğrusu bir dramatik anlatı metni içinde anlattığı bahisleri bir biyoloji profesörüne sordum. Oradaki ayrıntıyı kendisi dahi ifade edemeyeceğini söyledi. Sonra bir haşiyede “Sani-i Hakim beden-i insanı bir şehir suretinde yaratmış” cümlesinden sonraki kısım insan bedenini muhayyirül ukul bir boyutta bir tiyatrocu netliğinde anlatmış. Sonra melekler bahsinde natüralist, materyalist, işrakiyyun ve meşaiyyunun fikirlerini nakletmesi insana hayret veriyor.
Eskişehir’de heyeti hakimeye otuz yıldır felsefe ve filozoflarla meşgul olduğunu, onlara vurduğunu söylüyor. Hapishanede sürgünde bir insan nasıl oluyor da otuz yıl felsefe ile meşgul oluyor? Onun bizim bildiğimizin dışında bilgi kaynakları mı var?
Bediüzzaman kitaplı dinlerin temel temalarına karşı saldırıları yıkmayı hedeflemiş. Kur’an’ın zımnında diğer kitaplar da var. Üstelik ben Hristiyan ilim adamları gördüm, dindar hiristiyanlar gördüm onlar da hatta bir kilisede papazların Haşir Risalesi okuduğunu duydum. Çünkü Haşir Risalesi bütün ehli kitaba veya şüphedeki din saliklerine göre yazılmış yani klasik bir okuyucu muhatabı yok anonim bir okuyucu kitlesine hitap ediyor. Eğer sadece Müslümanlara hitap etseydi dünyanın birçok kitap fuarında okuyucuya sunulmazdı. “Bunlar bize hitap etmiyor” derlerdi.
Bediüzzaman evrensel bir yazar. Onun evrenselliği ile baş eden, onu aşan bir kitap da yok zaten. Bediüzzaman’ın eserlerinin muhatabı Nurcular değil ki! Sefiller bir Hıristiyana yazılmış. Büyük Umutlar İngilizlere yazılmış Dickens yazmış. Umberto Eco’nun “Gülün Adı” romanını Hristiyanlara hitap ettiği gibi bize de hitap eder ama eserin yaşandığı mekan Hristiyan mekanı. Kahramanlar Hristiyan uzmanları. Haşir’de mekan dünya, Ayetül Kübra’da dünya. Kitaplar dünyaya yazılmış. Zaten dünya da okuyor ya?
Bediüzzaman’ın tetebbu muhitine bir örnek de Marks’dır. Marks ile ilgili bir kitap okumuştum, kitabın dipnotunda “marks before marks” diye bir kayıt vardı. Orada Marksizm doğmadan önce Marks’ın Epiküros ve Demokritos’ta “Tabiat Fikri” diye bir doktora çalışması olduğunu okudum. Sonra o kitabın çevirisi bana rastladı. Ayraç yayınlarından çıkmış. O kitabı savunurken kilise eserin dinsizlik yaydığını düşünüp Marks‘ın üniversiteden atılmasını sağladığını ama tezin kabul edildiğini görüyoruz. Çünkü Marks bu eserde atomun bir dıştan irade ile varlığı inşa ettiği fikrini kabul etmez. Kilise bu dinsizlik fikrinden dolayı Allah’ın kudret ve iradesini inkar ettiğinden onu üniversiteden atarlar. Ondan sonra Marks işçi sorunlarıyla ilgilenir ve işçilerin babası olur. Burada Marks haklıdır çünkü onun işçileri savunduğu yıllarda işçilerin işverenlerin elinde köle olduğunu, hayvan muamelesi gördüğünü görür. İşçiler o ölünce “işçilerin babası öldü” diye bir heykel yaparlar zannedersem.
Atom konusu Bediüzzaman’ın eserlerinde külliyetli yer işgal eder. Çünkü atomcular felsefe ve bilim tarihinin iki bin yıllık sorunudur. Hala biyoloji, fizik ve benzeri ilimlerde bu atom nazariyesi geçerlidir. Marks’ın inkarı uluhiyet fikri hakimdir ona. Hala aynı yoldayız, yazık bize. Yaptı demez yapıldı der bilim tarihi ve muakıpları.
Bediüzzaman bu felsefe ve bilim tarihi bahsini yazdığından Barla’da sürgündedir. O şartlarda nasıl bu bilgilere vardı, hayret etmek hakkım değil mi? Diyorum ki bu tevhid savunucusu bizim bilmediğimiz güçleri olan bir insan, Allah onun tevhid savunuculuğunda neye ihtiyacı varsa ona getirmiş veya onu bir yere götürmüş. Büyük velilerden biri müridine “seninle Mekke’ye gidip orda namaz kılalım” demiş. O da “evet efendim” demiş. Bir iki dakika sonra Kabe’deler. Sonra tekrar geri dönmüşler. Abdülkadir Geylani bazı müritlerine bazen uçma sağlar onlar bir mektubu çok uzak iklimlere götürür gelirlermiş, sonra o özellik ellerinden gidermiş.
İdraki maali bu küçük akla gerekmez
Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.