B. Said ÇİFTÇİ
“Bediüzzaman’ın ‘yaşlılar konseyi’ var mı?”
Aynı fikirleri ve aynı duyguları paylaşıp bir topluluk oluşturan her cemaatte, cemiyette, dernek veya vakıfta; kısacası dini-dünyevi amaçlar güden her grupta –grubun özelliğine göre- her yaştan insan bulunur.
Bu gruplar kendi hizmetlerinde zaman zaman genç-yaşlı çatışması da yaşayabilirler.
Gençler hızlı karar verip hızlı bir şekilde uygulamaya geçmek isterlerken; yaşlılar daha geç karar verip uygulamaya geçilmede gecikme yaşatabilirler.
Gençlerin getirdiği bazı öneriler yaşı ileri olanlarca reddedilebilirken, yaşlıların verdiği önergeler ise gençler tarafından çağın gerisinde kalmış olarak nitelendirilebilir.
Bu tür gizli – açık çatışmalarda, çatışma yönetimi iyi sağlanırsa alınan kararlar ve bu kararların uygulanmasında daha sağlıklı sonuçlar elde edilebilir.
Peki buna kim karar verecek? Bu çatışma yönetimini kim ve nasıl sağlıklı bir şekilde yönetecek?
Nur cemaatinde bu tür kararlara “tam bağımsız, seçilmiş ve meşru meşveretler” karar verir. Çünkü özgür ve haklı meşveret meşruiyettir ve özgürlüktür, meşveretsizlik ise istibdattır.
“Meşveret veya Şura” Kur’an’ın bir emri ve sahabe mesleğinin en önemli ve en başta gelen düsturlarındandır. Asr-ı saadet meşveret ve şuranın tam tatbik edildiği, tüm meselelerin meşveretle çözüme kavuştuğu, sağlıklı kararların şura ile alındığı tüm zamanların seçkin dönemidir.
Ne zaman ki hilafet “saltanata” inkılap etti, meşveret yerini tek adam sultasına bıraktı. Babadan oğla devam eden ve halifeliği saltanatın emri altında tutan bu monarşik zihniyet Meşrutiyetin ilanına kadar devam etti.
Bediüzzaman şartlı monarşi de olsa meşrutiyeti, dört halife dönemindeki gibi meşveretin hakim olduğu döneme döndürebilmek için mücadele etti. İslam alemini meşrutiyete sahip çıkmaya davet etti. Münazarât ve Hutbe-i Şâmiye gibi eseleri neredeyse bu konularla doludur. Sonrasında da TBMM’yi meşveret ve şuranın merkezi gördü. Cumhuriyeti de “adalet, meşveret ve kanunda inhisarı kuvvettir” şeklinde tanımlayarak “meşverete” dikkat çekti.
Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur hizmetini savunduğu meşveret sistemiyle yürürlüğe koymuştur. Bu hizmetin kurucusu olduğu halde hiçbir talebesine sözlü veya sözsüz hiçbir şekilde baskı yapmamıştır.
Öğrencilerini hizmet dairesinde “şahane hür” bırakmıştır. Bu hizmette hiç bir “ağabey” yaşı büyükse bunu bir üstünlük ve tahakküm vasıtası yapmamış, yaşı küçükse doğru bildiği ne ise onu meşveret ortamında söylemekten asla çekinmemiştir. Yaşı ileri olanlar yaşlarını avantajmış gibi göstermedikleri gibi, gençler de ukalalık yapmak gibi bir ayıbı işlememişlerdir. Bu gerçeğe aykırı davranan kişi veya gruplar meşveretsizlikle cezalandırılmışlardır. Onlara tabi olanlar da bir hatadan ötekine düşüp zaman içinde kaybolmuşlardır.
Meşveret, her yaş grubunu temsil edebiliyor ve temsilcilerin de meşveret liyakatleri tamamsa bu tür şuralar en yüksek düzeyde faydalı hizmet kararları alınmasını sağlayabilir.
Meşveret sistemi Hıristiyanlıktaki gibi ruhban sınıfı oluşmasını engellediği gibi, hiçbir ferdi de temsiliyet açısından karar mekanizmasının dışında bırakmaz. Yani meşveret adalet-i mahzanın tam tecellisidir.
Bu çerçeveden baktığımızda İslamiyet’te ruhban sınıfı yoktur. “İslamiyet ruhbanlığı yasaklamıştır” nehyine göre Allah ile kul arasına kimse giremez. Dini hizmetlerin düzenlenmesi ve bu düzenleme için görev alınması durumu ruhbanlık manasında değildir. Ancak meşveretsizlik böyle bir imtiyazlılar sınıfını ortaya çıkarabilir.
Bu gerçekler şunu da örtmez: Her grupta grubun düşünce yapısını etkileyen kanaat önderleri, davayı daha iyi anlayan, analitik düşünebilen zeka tarlaları, hizmetin pek çok aşamasında bulunup tecrübe sahibi olan maharet sahiplerinin varlığının bir gerçek olduğunu kabul etmek ve bu tür insanlara saygı duymak gerekir.
Hatta bu tür kişiler eğer şahs-ı manevi (manevi-tüzel kişilik) havuzunda eriyorsa, bu tür müdebbirleri, zeka tarlalarını, kanaat önderlerini ve hatta hizmete katkısı bulunabilecek yetenekli, kabiliyetli karakterleri –genç, yaşlı fak etmez- muhafaza etmek de meşveretin vazifeleri arasındadır.
Başta o heyetin tecrübeleriyle öne çıkan yaşlıları olmak üzere, her bir fert böylesine kabiliyetli ve ihlaslı kardeşleri olduğu için iftihar etmeliler ve bu gibi gençleri, gelecek kuşaklarla kendileri arasında bir köprü olarak görmelidirler.
Bir toplumun aydınları, düşünürleri ne ise, bir grubun da kanaat ve anlayış önderleri odur. Bu tür insanlar kendi grubundaki insanları etkileyebilirler. Bu tür davranışların ihlas çerçevesinde olması, yani diğer dava arkadaşlarına baskın olmama, ilmi istibdatta bulunmama ve kulis gibi ahlaksız davranışlar içinde olmama şartlarını taşıyor olması da asla unutulmamalı.
Yani bu öyle bir konu ki, kıldan ince kılıçtan keskindir.
ERTUĞRUL ÖZKÖK'ÜN SORUSU
Gelelim Ertuğrul Özkök’ ün Ali Murat Güven’in yazısından hareketle sorduğu “Bediüzzaman’ın yaşlılar konseyi var mı?” sorusuna…
Ne, Bediüzzaman hayattayken böyle bir konsey kurmuştur, ne vasiyet etmiştir, ne ima veya işaret etmiştir; ne de böyle bir oluşumu teşvik etmiştir. Onu takip eden yarım asırdır da bilmem kaç fakülte olan cemaatlerimizde böyle bir konsey-monsey mevcut değildir; olamaz da. Böyle bir anlayış hiçbir Nur talebesinde bulunmaz.
Yalnız yukarıda çizdiğimiz çerçeve dahilinde sayın Ali Murat beye cevap veren “o yaşlı” kim ise, ben yine de o yaşlının tek başına karar verdiğini sanmıyorum. Ona o yetkiyi veren heyetlere karşı sorumluluğunun bir gereği olarak bu işten anlayan arkadaşlarıyla veya uzman ekipleriyle bu konuyu “meşveret” ederek bu cevabı göndermiş olabilir.
Eğer bu “hayır” cevabı bir meşveret kararı olarak verilmişse bunun sonucu hayırlıdır. Ama “o yaşlı” kişi –kimse- şahsi olarak kendi kanaat-i vicdaniyesi ve muhakeme-i akliyesi ile böyle bir karar vermişse bu konudan dolayı o mesul olur.
Çünkü herkes kendi nefsi için içtihat edebilir, ama başkasını peşinden götürmemelidir. Her hâdi (Hidayete ermiş) zat mühdi ( Hidayete getiren, hidayete vesile olan) olamaz. Bir konuda hâdi olan, her konuda mühdi de olamaz. Elbette o yaşlı yetkilendirilmiş ise kendisine acil durumlar ve günlük işlerin yürütülmesi için yetki verilmiş olabilir. Ama bu yetki “film festivali gibi” konuyla ilgili uzmanlık alanı gerektiren bir kararda kullanılamaz. Meşveret edilmesini gerektirir.
Ancak her iki durumda da Ali Murat Beye verilen “hayır gerekçesi” mutlaka muhataba ifade edilmelidir. Çünkü Ali Murat beyin yazısındaki sitem gibi, bu tür teklifleri, düşünceleri, tasavvurları olanların önü kapatılmamalıdır. Hevesleri söndürülmemelidir.
Bediüzzaman film festivali veya Bediüzzaman hakkında film çekilmesi gibi konular “zamanı” ve “yeri” gelince gerçekleşecektir. Ancak buna tek akıl olan kişiler değil, külli akıl olan meşveretler karar verebilir.
Özetle: Sayın Ertuğrul Özkök tarafından “Bediüzzaman’ın Yaşlılar Konseyi mi var?” sorusu böyle bir konsey olmadığı bilindiği halde -sanıyorum- magazin olsun diye sorulmuştur.
Biz de bu hizmette yaşlanan ve gençlerin önünü açan “Gül, Nur, mübarek medrese-i Nuriye, masum ihtiyarlar heyetine binler selam ve selametlerine dua ediyoruz. (Kastamonu Lahikası, 178”)
1930-1940-1950’lerde Bediüzzaman’ın hizmetinde bulunup, Risale-i Nur’un neşri için, yaşına başına bakmadan köşe bucak koşuşturan o saff-ı evvel ihtiyarlar heyetinin, Zübeyir, Sungur, Bayram ve daha ismini sayamadığımız yüzlerce genç bahtiyarların önünü açan mübarek davranışlarının, her zaman ve her daim örnek alınmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyoruz.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.