Beklemek...

Beklemek...

Mustafa Uçurum'un yazısı...

İçimizde çoğu zaman dindiremediğimiz, susturmaya çalıştıkça şiddeti artan duygular vardır. Ne kadar unutmaya çalışsak da, ne kadar günlük telaşımızın içine sıkıştırsak da bu içimizi kemiren duygu küçük bir ışık bulur kendine ve ilk fırsatta atar kendini dışarı bu duygu.

“Beklemek” işte bu duyguların başında gelir. Ya bir yolu gözlemekle ya bir umudun ardına düşmekle ya da hayat denen koşuşturmada ferah bir hayal kurmakla yakamıza yapışır beklemek. Bir de yeni bir yıla girmişsek, eski defterleri kapatmaya çalışıyorsak o zaman beklemek daha da bir anlamlı olur. Yeni umutları beklemek, yeni bir ışık beklemek içimizde çırpınıp duran umut kıvılcımlarını daha bir alevlendirir.

İleriye dair iyi günler dileriz ve iyi günler bekleriz umutla. Yaşadığımız anın tadını çıkarmak yerine gelecek için planlar yapıp gelecek güzel günleri bekleriz gelmeyeceğini bile bile. Geleceği beklemekle ve geçmişi yâd etmekle geçip giderken zaman, bilmeyiz elimizden uçup giden yaşadığımız anın kıymetini. Aslında en güzel zaman, elimizde olan zamandır. “Şimdi” yapmak için davranmak varken ertelemeyi seçeriz alışılmış bir baştan savmayla.

Kitaplara kendini kaptırmak için, Rabbe biraz daha yaklaşmak için; hele bir emekli olalım deyip ne zaman geleceği belli olmayan emekliliği bekleriz. Sanki bir adım ötemize garantimiz varmış gibi.

Umut olmasaydı insanoğlu hayatta neye sarılırdı acaba? Umudun ikiz kardeşi gibidir beklemek. Umut ettikçe açılır içimiz ve yeni işler yapmak için artar direncimiz.  Umutlarımızı ard arda sıralarız ve geriye beklemek kalır. Kışın kalplere vuran soğuğunda, yüze çarpan ayazında, baharı bekleriz sabırsızlıkla. Baharın güzel günleri için umut şiirleri söyleriz yağan kara karşı. Bahar gelir ve tekrar dirilir dört bir yan. Ama bitmez bekleme ve umut etme arzusu. Bütün yorgunluklardan kurtulmak için ve çekilmek için bir köşeye yaz mevsimini ve sıcakları arzular yüreğimiz. Yaz gelsin de şöyle bir dinlensin vücudumuz diye sıcak hayallere kaptırırız kendimizi. Beklediğimiz sıcaklara kavuşuruz sonra. Bir gün, iki gün, üç gün derken sıcaklardan da bezeriz hemen. Şöyle bir serinlesin havalar deyip gölgelik ararız kendimize. Hüzün kaplasın diye içimiz, güz düşleri kurarız. Yaprakların dökülüşünü, her şeyin kendi içine çekilişini hayal ederiz ve bu bekleyiş bir ömür böylece sürüp gider.
 “ ne hasta bekler sabahı
    ne taze ölüyü mezar
    ne de şeytan bir günahı
    seni beklediğim kadar” der Necip Fazıl “Beklenen” şiirinde. Kendi bekleyişinin derecesini göstermek için başka bekleyişleri sıralayan şair, en yoğun bekleyişi kendine ayırır ve yaptığı bu bekleme ısrarına karşılık bulamayınca da şiirini; “gelme artık neye yarar” diyerek sonlandırır.  Bekleyişin bittiği yerde umutsuzluk başlar. Umudun bittiği yerde kararır her yan. 

Beklemek bir güneş gibi parlak,
Beklemek bir devrim,
Beklemek bir emrin uygulanışı,
Beklemek bir direniştir. Her an ayakta olmaktır zulme karşı. Köşe başından çıkacak gölgeye karşı tetikte durmaktır. Uyanık olmaktır ayak oyunlarına karşı. Akıl karıştıran her şeye karşı bir kez daha tazelemektir zihni ve Bismillah deyip yola düşmektir.  

Uyanık olmayanın, bir köşeye çekilenin, yüzünü saklayanın yeri yoktur insan içinde. Silik yüzlerin kayboluşu da kendileri gibi olur. Silinir adları defterlerden.  Kaybolup giderler insanların içinden. Bir kişiyi kaybetmek, silip atmak kolaydır da kazanmak zordur. Uyuyanları uyandırmanın, köşelere çekilenleri meydana çıkarmanın ve örtüleri kaldırmanın beklemeye tahammülü kalmamıştır artık.

Zaman akıp giderken, o bilinen ve beklenen güne yaklaştığımızı hissediyoruz. Bir düşeni daha kaldırmak için, bir taş daha koymak için sapana, bir mazlumun başını okşamak için, tekrar tekrar okumak için “sonsuz kitabı”; BİSMİLLAH.