BEN İSLAM ÂLİMİYİM
Cemil Karakullukçu'nun yazısı...
Keçe külahlılar, Rus ve Ermenilerin korkulu rüyalarıydı. Nereden ve ne zaman ortaya çıkacakları ve nasıl savaşacakları belli olmazdı. Korku, zorluk ve yılma bilmezdiler. İşte bu özgür keçe külahlıların komutanıydı Bediüzzaman.
Yakın silah arkadaşlarından, yani talebelerinden Ahmed-i Cano’yu Zeve’de, kâtibi ve fedaisi Habib’i Gevaş’ta ve yeğeni Ubeyd’i Bitlis kalesinin dibinde şehit verdikten sonra, o da Sibirya’ya sürülmüştü.
Bediüzzaman, esir kampında bile gerçek bir özgürdü. Onurunu korumuştu. Bir İslam âlimi olarak, esaretin verdiği tedirginliği asla yaşamamıştı.
Nikola Nikolaviç, Kafkas cephesi ordularının başkomutanı. Oldukça sert ve acımasız bir kişiliğe sahipti. Esir kampının teftişinde, Bediüzzaman’ın bulunduğu koğuşa da girdi. Herkesin ayağa kalktığını, yalnız Bediüzzaman’ın istifini bozmadığını görünce, tekrar önünden geçti. Yine ayağa kalkmayınca tercüman aracılığıyla kendisini tanıyıp tanımadığını sordurdu. Bediüzzaman, Nikola’yı tanıyordu ve kalkmamasının nedeni, kendisinin İslam âlimi olduğu ve İslam âliminin ise, imanı olmayana kıyam etmesi halinde, mukaddes değerlere saygısızlıkta bulunabileceğiydi.
Şaşkınlığı daha da arttı Nikolaviç’in. Öfkelenen Rus Ordularının Kafkas Cephesi Komutanı, Bediüzzaman’ın divan-ı harbe verilmesini emretti.
Bediüzzaman’da en küçük bir telaş olmadı. Ölümden beter bir şey yoktu ya. Ölüm ise Bediüzzaman için özgürlüklerin ülkesine kesilen bir biletti.
Beklenen idam kararı üzerine, soğukkanlılığı üstünde olan ve hiç kaygı duymayan Bediüzzaman, son bir istek olarak, abdest alıp namaz kılması için izin istemişti. Namazını huşu içinde kılıyordu. Öylesine rıza duygusu içinde rahattı ki, oradaki Alman ve Avusturya subayları hayret içinde kalmışlardı. Bu ne sakinlik ve bu ne korkusuzluktu!
Namazı bitince, Nikola Nikolaviç kendisinden beklenmedik bir davranışta bulundu. Bediüzzaman’ın yanına kadar gidip, kendisini affetmesini istedi. Kendisini tahrik etmek için bu davranışı yaptığını düşündüğünü, fakat yanıldığını itiraf etti.
Özgür insan, bir şeyi asla kendi çıkarı ve karşı tarafı tahrik etmek için değil, davasının yüksek değerleri için yapardı. En kritik bir ortamda, kutsal olarak saydığı en küçük bir değeri, en büyük bir tehlikeye rağmen tercih etmede ikileme düşmemesi, tam bir özgürün göstereceği davranış biçimiydi.
Karşısında sert mizaçlı Nikola Nikolaviç vardı. Ama Bediüzzaman da, onun karşısında, tevhit dininin mensuplarının ölüm kalım savaşında, bir İslam âlimi olarak kutsal davayı temsil ediyordu. Ona kıyam edemezdi. Ölüm pahasına da olsa milyonlarca Müslümanları ilgilendiren İslam’ın şerefini korumayı göz ardı edemezdi. Kurşuna dizilerek şehit edilebilirdi; ama ruhu asla eğilemezdi. Koca bir dava düşmanın önünde ayağa düşürülemezdi.
Müslümanlar, madden yenik düşseler de manen asla yenilmemeleri gerekirdi. Dünya uzun bir soluktu; yenilmek ise asla dünyanın sonu değildi.