Alaaddin BAŞAR
Benlik duygusu insana niçin verilmiş? Enenin açtığı kapılar
“Âlemin miftahı (anahtarı) insanın elindedir ve nefsine takılmıştır.”
“Kâinat kapıları zâhiren açık görünürken, hakikaten kapalıdır.”
(Bediüzzaman, Sözler, 30. Söz)
“Âlemin miftahı” ifadesi “kâinat kitabının anlaşılması” mânâsında mecazî bir ifadedir. Nefis kelimesi ruh ile bedeni birlikte ifade eder. Altıncı Söz’ün başında yer alan âyet-i kerîmede mealen “Allah, müminlerden nefislerini ve mallarını cennet mukabilinde satın aldı.” buyruluyor. Ayette geçen ‘nefis’ kelimesi insana ihsan edilen dahili nimetleri, ‘mallar’ ise harici nimetleri ifade eder. Burada nefis kelimesi “zat, kendi” anlamındadır. Yani “Allah, insanın hem kendini, hem de malını cennet karşılığında satın aldı” demek olur.
Mesela, önümüzde açık vaziyette bir kitap bulunsun. Bu kitap zâhiren yani görünürde açıktır, ama bir kişi okuma bilmiyorsa kitap onun için hakikaten kapalı demektir. Kâinat da bir kitaptır. Bu ‘kâinat kitabının’ taşıdığı sonsuz mânâlar da hayvanlar âlemi için kapalı demektir. Onlar bu âlemden istifade ederler, ama o kitabı okuyamazlar. Varlıkların ne özelliklerini bilirler, ne de görevlerini…
…
Bediüzzaman Hazretlerinin beyan ettiği gibi “Hakikî hakaik-i eşya esmâ-i İlahiyedir.” Bir insan, herhangi bir varlıkta tecelli eden İlâhî isimleri okuyamadığı taktirde, o şey o kişi için kapalı bir kitap gibi olur. Varlıkları zahiren tanır veya tanıdığını zanneder, fakat hakikatte ise onları bilmemekte, tanımamaktadır.
Burada On İkinci Söz’deki o harika misâli hatırlayalım. Özet olarak arz edeyim:
Bütün harfleri ve kelimeleri ayetlerin mânâlarına uygun mücevherlerle yazılan bir Kur’ân-ı Kerîm, İslâm’dan uzak bir felsefeciye gösterildiğinde o adam nakışların özellikleri konusunda çok şeyler söyler ama mânâsına hiç ilişmez. Çünkü Arabî yazıyı okumayı bilmemektedir; hatta baktığı ve hakkında konuştuğu o kitabın Allah kelamı olduğundan da habersizdir.
İşte bu adam için de o kitap zahiren açık görünse de hakikatte kapalıdır.
“Cenâb-ı Hak, emanet cihetiyle, insana “ene” namında öyle bir miftah vermiş ki, âlemin bütün kapılarını açar. Ve öyle tılsımlı bir enaniyet vermiş ki, Hallâk-ı Kâinatın künûz-u mahfiyesini (gizli hazineler olan isimlerini) onunla keşfeder.”
Konunun emanet yönü üzerinde duralım:
Bediüzzaman Hazretleri “kırk yıllık hayatında, otuz yıllık tahsilinde öğrendiği dört kelime ile dört kelamdan” söz ederken, birinci kelam olarak “İnni lestü maliki” yani “Ben kendime malik (sahip) değilim.” buyurur ve ilave eder, “Malikim kâinatın malikidir.”
Bir başka dersinde de “Mülk sahibi mülkünde dilediği gibi tasarruf eder.” hakikatini işler.
Bu iki dersi birlikte düşündüğümüzde şu neticeye varırız:
Biz ne gözümüzü ve kulağımızı, ne de aklımızı ve hafızamızı dilediğimiz gibi kullanamayız. Çünkü bize ihsan edilen bu maddî ve manevî cihazların tamamı Allah’ın mülküdür ve bize emanet olarak verilmiştir. Onlarla hem dünya nimetlerinden faydalanırız, hem de ahiretimiz için faydalar ediniriz.
İşte ruhumuza takılan enaniyet (benlik) duygusu, yani “bizdeki her şeyi kendimize nispet etme ve onlara sahip çıkma” özelliğimiz de bir emanettir. Bunun mülk sahibinin rızası istikametinde nasıl kullanılacağı, aksi halde ne gibi zararlara düşüleceği bu dersin ana konusudur.
Mesela bir asker askerlik süresince kullandığı tüfeğine “benim tüfeğim” der, ama yine çok iyi bilir ki o tüfek kendisine “emanet”tir, onu kendi keyfince kullanamaz. Kullanırsa cezaya çarptırılır. İnsana verilen nimetler de birer emanettir; insan onların gerçek sahibi değildir. (Zafer)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.