Bilgi değil, bünye meselesi!

Günümüzün en önemli manevi hastalıklarından birisi nemelazımcılıktır. Bu da emri bi’l maruf ve nehyi ani’l münker prensibinin ihlalinden kaynaklanıyor. Güzeli, iyiliği değil, çirkini ve kötülüğü paylaşmak ortak payda haline geldi. Hazreti Ömer ‘nasihat etmeyende de dinlemeyende de hayır yoktur’ demiştir. Nasihatçının büyüğü küçüğü olmaz doğrusu ya da yanlışı olur. Belanın büyümesinin nedeni kademe görevlerin ihmalindendir. Günümüzde iltizam ve amelin yerine mücerret bilgiye ehemmiyet verilmekte bu da sapmaları beraberinde getirmektedir. Bilginin sağlaması, ameldir. Bir ikinci husus da bidat meselesinin hafife alınması sapmaları hızlandırıyor ve yaygınlaştırıyor.
 
Akaitte ve amelde bidat meselesinin iyi anlaşılması ve ilişkilerimizde mihenk ve ölçü kılınması gerekir. Halbuki, günümüzde bidat ve ehli bidat makbul şahsiyet haline gelmiştir. Bunun iki nedeni vardır. Kendine ve değerlerine güveni kaybetmek, yabancılaşmak ve bunun yol açtığı başkasına perestiş halidir. İnsanlar duran bir doğrudansa hareket halindeki yanlışı tercih ediyorlar. Hak kesretle ve güçle değerlendiriliyor. Bundan dolayı yanlışın ve yanlış üzerine terettüp eden felaketlerin büyümesiyle ve yayılmasıyla karşı karşıyayız. 
 
Ehli dünya da ehli diyanet de adeta zıvanadan çıkmış görünmektedir.. Dini alandaki liderlerin bir kısmının tek kerameti cemaat veya hareket olarak büyüme kaydetmeleridir. Bu nedenle de günümüzde maalesef niceliğin egemenliği altında yaşıyoruz. El haküm et tekasür hali. Dini alanda da niteliğin yerini nicelik almış bulunuyor. Bu nedenle de yanlışın gözümüzün önünde büyüdüğünü görüyorsunuz ama müdahale edemiyorsunuz. 
 
Tipik misallerden birisi de Mustafa İslamoğlu’dur. İslamoğlu tevazu nedir bilmediği halde Bediüzzaman ve Mevlana’yı asırlar öteden edebe ve tevazuya davet ediyor. Peşinen kendisi buna herkesten daha çok muhtaçtır. Önemli olan mütevazi görünmek değil mütevazi olmaktır. Bedi ve Mevla isimlerinin Allah’ın isimlerinden olduğunu söylemektedir. Burada sapla saman birbirine karıştırılmaktadır. Allah’ın isimlerinin izafetle kullara verildiğini biliyoruz. Abdullah, Abdurrahman vesaire gibi. Burada tartışma konusu ‘bedi’ ismi Allah’ın isimlerinden olmakla birlikte ortak kullanıma haiz isimlerdendir. Bedii ilminin çağrıştırdığı bediiyet alanı vardır. Tahsinat-ı lafziyeyi konu alan edebi alana ilm-i bedi denmektedir. Bediüzzaman terkibinde bedi zamana izafet edildiğinden dolayı buradaki bedi izafi bir anlam kazanmış ve Allah’ın ismi olma özelliğinin dışına çıkmıştır. İsim değil terkiptir. Sadece sıfatının bir tecellisi haline gelmiştir. 
 
Ev kadını anlamına Arapların rab kelimesine izafeten rabbetü’l beyt ifadesi kullanmaları gibi. Buradan da anlaşıldığı gibi içindeki bir ukdeden dolayı Mustafa İslamoğlu Bediüzzaman’a veya Mevlana’ya sataşma dürtüsünü bu yolla temin ve tatmin etmek istiyor. Dolayısıyla mesele ilmi bir mesele olmaktan çok şahsiyetiyle veya manevi bünyesiyle ve yapısıyla alakalı bir durumdur. Onun ötesinde Bediüzzaman ismi alışılmamış bir isim veya sıfat değildir. Makamat sahibi Bediüzzaman Hamedani bu ismi taşıyan şahsiyetlerden birisidir. Çağdaş Mevlana araştırmacılarından Bediüzzaman Firuzanfer bu ismi taşıyan zevattan bir diğeridir. Mustafa İslamoğlu isim müsemmaya uydu diye Mevlana müdekkiki Bediüzzaman Firuzanfer ile Bediüzzaman Said Nursi’yi eşleştirebilir ya da kaderin bir remzi ve tevafuku sayabilir. Bu da onun takdiri olur. Bediüzzaman ismi veya sıfatına muvafık olarak birçok alim için ‘a’cubetü’z zaman’ ifadesi kullanılmıştır. Bediüzzaman gibi zamanın harikası anlamındadır. Kimse Allah’ın makamını, ismini çalmak veya devşirmek arzusu veya çabası içinde olmamıştır. Uluhiyet taslamak kulun haddine değildir. Bunu yapan da İslam ve iman dairesinin dışındadır. Şeytandan daha adidir. Kısaca görüldüğü gibi Mustafa İslamoğlu kasıtlı bir biçimde Mevlana ve Bediüzzaman’a hürmeti kırmak için zorlamalara tevessül ediyor. Allah’ın isimlerini kendileri koyma cüretinde bulunduklarını ima veya tasrih ediyor. 
 
Mevlana terkibinde Mevla’nın Allah veya ismi olduğunu söylemesi de saptırmadır. Zira hadiste de ifade edildiği gibi ‘men küntü mevlahu fealiyun mevlahu’ ifadesi yer almaktadır. Hazreti Peygamber (asm) ne kendisini ne de Hazreti Ali’yi Allah yerine koymak istemediğine göre anlam başka yöne de mahmuldür. ‘Ben kimin efendisi isem Ali de onun efendisidir’ manasına gelen bu ifade mevla’nın Allah’ın isminin dışında kullanıldığı alanlardan birisidir. Mevla, mevali değişen bağlama göre birçok anlam kazanır. Kaldı ki Afganistan ve Maveraünnehir bölgesinde ilmiye mensuplarına mevleviye denilmektedir. Hocalar tayfası içinde temayüz eden kimselere de mevlana adı verilmektedir. ‘Bizim mevlamız’ anlamında değil, ‘efendimiz’ anlamındadır. Efendi ise samed isminde Allah’a mahsus iken seyyid isminde veya sıfatında insana mahsustur. 
 
Mustafa İslamoğlu’nun Bediüzzaman veya Mevlana gibi şahsiyetlere karşı bir ukde beslediği şuradan belli ki, Abdulaziz Bayındır, Yaşar Nuri Öztürk gibi isimlere sahip çıkıyor ötekileri ise dışlıyor. En azından Öztürk ve Bayındır gibi isimlerle yolları bir zamanlar kesişmiştir. Bu zatın çok zamandır teşeyyü edip etmediği tartışılmaktadır. Kendisi bunu yakıştırma olarak görmekte ve itiraz etmektedir.  Bununla birlikte, Mustafa İslamoğlu Şii değil ama Şiilere çalışmaktadır. Vehhabi değil ama Vehhabi gibi düşünmektedir. İntisap etmekte iftihar ettiği Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abdun’tan itibaren bir usule bağlanmadan karma anlayış ve karma bidat sahipleri (cami’ül bidaa) türedi. Ehli bidatın bütün ehvasını, sözlerini ve tezlerini birleştirerek kendi bünyelerinde karma hale getirdiler. Bu zaviyeden haklı olarak Şii olmadıklarını söylüyorlar. Lakin onlara benzer akımlar Şiiler içinde de var. Sünniler arasından çıkma Kur’ancılar olduğu gibi Şiiler içinde de benzeri akımlar var.  Bunlar usulen Şiiliğe benimsemeseler de doğru ya da yanlış o mecraya kaydediliyorlar. Rüzgarı içinde yer alıyorlar. Şiiliğin çıkış noktası siyasidir. Bu zevat da mezhebine intisap etmeden de siyasi Şiilik akımı içinde değerlendiriliyorlar. 
 
Mustafa İslamoğlu’nun ‘şu Suriye’yi de İran’a bıraksak ne olur?’ kaypaklığına ne buyrulur? Babasının mülkü mü ki İran’a peşkeş çekiyor? Bu gibi zevat, Şiilerin asabiyetlerini güçlendiriyorlar. Kendi usullerine sadakat beslemediklerinden dolayı da kendi zeminlerini zayıflatıyorlar. Ehli Sünnet zeminini Şiiliğe geçişli hale getiriyorlar. Eski kitaplarımızda anlatılan İsmaili dailerin yöntemleri bu değil midir? Önce muhatap yapıyı gevşet, kolektif hafızalarında şüphe tohumları ek, ardından da tarlayı sür. Ehli Sünnet zeminini gevşetiyor ve dolaylı olarak karşı tarafın yaygınlık ve saygınlık kesp etmesine yol açıyorlar. Bilvesile onların asabiyetini güçlendirmiş oluyorlar. Bu anlamda; iltihaken taraftarlık bağlamında ‘men kessere sevade kavmin fehuve minhum/Kim bir topluluğun sayısını artırıyorsa, ondandır’ denilmiştir. Mustafa İslamoğlu Şii olmasa bile Şii asabiyeti içindedir. Onlarla geçişlidir. Karma olması Ehl-i Sünnet zeminini zayıflatırken onlara sempati halesini ve onların gücünü artırmaktadır. Bidat ve ehlini sevimli hale getiriyor. Mezhep açısından olmasa bile sosyolojik açıdan Mustafa İslamoğlu ve benzerleri Şii kalıptadır. 
 
Elbette, Ehli Sünnet kalıpları içinde bir esneklik payı vardır. Gazali gibiler bazen Kadı Ebubekir Bakillani gibilerin görüşlerine muhalefet etmişler onun görüşlerinin Ehli Sünneti bağlamadığını düşünmüşlerdir. Özellikle sıfat-zat münasebetinde. Bununla birlikte eşrat-ı saat bahsinde ve kader bahsinde Kaderiye ve onların halefleri olan Mutezileden uzak durmuşlardı. Modernizmle birlikte mezhepleri aşan ve sınırları taşan karma bir bidat akımı zuhur etmiştir. Bu akım hiçbir usule mukayyet kalmadan istediğini ispat istediğini ise inkar edebilmektedir. Bu da dalgalanmalara ve kitlelerde velveleye neden olmaktadır. Bundan dolayı bu akımlar heyula gibi her kalıba dökülüyorlar. Her bidat akım ile köprü kuruyorlar.
 
Mezhep olarak böyle olduğu gibi meşrep olarak da böyledir. Sözgelimi, Fethullah Gülen’i Nurculuğun hangi kısmına koyabilir siniz? İlk Nurcular onun usul itibariyle Nurculuktan ayrı olduğunu ortaya koydukları halde kitlelere tesiri ve hızlı yayılması nedeniyle etkisinin önüne geçememişlerdir.  Geçişli alanı kullanarak diğer Risale-i Nur şakirtlerini kendi camiasına devşirmiştir. Halbuki, arada bariz bir usul farkı vardır. Burada Risale-i Nur Fethullah Gülen’den sakınılmamakta belki Fethullah Gülen’in Risale-i Nur’u gölgelemesinden kaçınılmakta idi. Mustafa İslamoğlu da meşreben ve de mezheben mezhep veya mezheplerin usulüne gayri mukayyet bir şahsiyettir. Bunun bilgiyle veya bilgi yöntemiyle değil, bünyeyle alakası var.
 
Son sıralarda ilahiyatçıların veya bazı hocaların ağızlarının ayarı iyice bozuldu. Gelişigüzel konuşuyorlar. Şeriat dairesiyle mukayyet kalmıyorlar. Kimileri bu son ifadelerinden dolayı Mustafa İslamoğlu’ndan özür dilemesini bekliyor ve istiyor. Özür meselesi işin özü, esası değil, teferruattır. Mesele Bediüzzaman’ın hukukuyla veya Risale-i Nur şakirtlerinin hukukuyla alakalı değildir. İslam’ın anlaşılması yöntemiyle alakalı ve Bediüzzaman’ın şahsi hukukundan ziyade genel olarak hadde tecavüz meselesidir. Meseleye sadece Risale-i Nur ekseniyle bakmak işin hacmini daraltmak olur. Zaten onu istidracla bu noktaya taşıyan diğer alanlarda ehli hakkın suskunluğu olmuştur. Suskunluk ve alkış cesaretini bilemiştir. Enerjimizi ve takatimizi, cemaat veya zümre asabiyetini aşarak İslami değerlerin muhafazasına teksif etmeliyiz. Hassasiyetimiz külli olmalı. Halbuki, Bediüzaman veya Mevlana ile alakalı sözleri arızalı bakış açısının bir sonucudur. Kazara meydana gelmiş bir husus değildir. Bundan dolayı görüşleri daha geniş zeminde değerlendirilmelidir. Bence arıza Mustafa İslamoğlu’ndan ziyade ona çanak tutan toplumda veya vazifesini ihmal eden hoca ve münevverlerdedir.
 
Bu hususta Senai Demirci de genel hukuku özel hukuka indirmiştir. Makalesinde ‘ne döverim ne de dövdürürüm’ şeklinde bir üslup  ortaya koymaktadır. Adeta ‘ben vurmadan kimse vuramaz’ mantığıyla hareket ediyor. Ya da ‘benim hukukum var, kimse benden ileri gidemez’ gibi yaklaşımlar serdediyor. Bu mesele özel değil amme hukukudur, ehli diyanetin hukukuna girer. Aksine Senai Demirci gibi arkadaşlar biraz da kendilerini eleştirmeli ve çanak tutmaktan dolayı belki de kendilerini muahaze etmeliydiler. Buna hepimizin ihtiyacı var. Bir zamanlar çoklarımız bir biçimde Harun Yahya denilen adamın grubunun iftarlarına vesaire gittik. Halbuki, yakinen bilinmese bile çizgisinin kırılgan olduğu malum ve emareleriyle sabitti. Hastalığın en tehlikelisi en gizli olanı ve en az anlaşılır olanıdır. Kusur Mustafa İslamoğlu meselesinden daha derindir. 
 
Gelinen noktada AK Parti’nin dava anlayışını bile 'Kavgam'la kıyaslayan Risale-i Nur şakirtleri türemiştir. Şimdi bu yaklaşımda olan arkadaşları Hollandalı Wilders ile mi yoksa İslamofaşizm tabirini üreten Michael Rubin veya Frank J. Gaffney Jr’la mı mukayese etmeliyiz? Kendimizi gözden geçirmenin ve yazılanları, söylenenleri denetlemenin vakti geldi. Yoksa farkına varmadan oryantalistleşiyoruz.
 
Mustafa İslamoğlu, Ahmet Hakan, Yaşar Nuri ve Abdulaziz Bayındır gergefinde veya üçgeninde deveran eden bir adamdır. Ama kabahat kolektiftir. Farkına varmadan değirmenine su taşıyan bizleriz. Şu veya bu şekilde onun tesir sahasını genişletenlerde de büyük hata payı var. Hafife aldığımız hiçbir şey hafif değildir. Günah ve hata hafife alındıkça büyür. Elbette çıkış noktası umutsuzluk değil Allah’ın geniş mağfiretine yönelmektir. Biz meselelere iman nuruyla bakmaya başladığımızda Kızıldeniz’in Beni İsrail’e açıldığı gibi doğrular da önümüze açılacaktır. Kompleks  ile baktığımızda pusulamızı ve asayı Musa’yı kaybedeceğiz. Sihirbazların ağına düşeceğiz. Bu meselede alınacak ibretlerden birisi Ehli Beyt istismarının muvasala köprüsü olamayacağı gerçeğidir. Türkiye’de Ehli Beyte en çok vurgu yapan Bediüzzaman olmasına rağmen istismarcı kesimlere yaranamamıştır. 
 
İstismar düzeyinde kaldıkça Ehli Beyt meselesi de muvasala imkanı vermiyor. Neden sözde en çok Ehli Beyti öne çıkaran iki isim olan Haydar Baş ile Mustafa İslamoğlu’nun Risale-i Nurlara bu kadar hasmane yaklaştıklarını düşündünüz mü? İstismar arayı daha çok açıyor. Artık ehli bidata ve mürevviçlerine karşı bir duruş belirlemenin vakti geldi.
 
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
23 Yorum