Yusuf KAPLAN
Bir asalaklar tarihi: Hırsızlık, yolsuzluk, komisyonculuk
Ben, bir müslüman olarak, müslüman olduğunu söyleyen kişilerin nasıl olup da hırsızlık, yolsuzluk ve komisyonculuk yapabildiğine inanamıyorum gerçekten! Aklım, havsalam almıyor!
Allah'a, âhirete, hesap günü'ne inanan bir müslüman, nasıl olur da hırsızlık, yolsuzluk, komisyonculuk yapabilir? Tüyü bitmemiş yetimin hakkına göz dikebilir? Haketmediği bir şeyi rahatlıkla midesine indirebilir? Harama el uzatabilir? Anlayamıyorum gerçekten!
Allah'a, âhirete, hesaba çekileceğine inanmayan bir kişinin, hırsızlık, yolsuzluk ve komisyonculuk gibi çirkefliklere bulaşmasını bir yere kadar anlıyorum: Adam “kitapsız” çünkü: Yolunu şaşırmış çünkü: Bu dünyaya, paraya-pula, “karıya-kıza” tapıyor; hevasının, şeytanın oyuncağı olmuş; egosunu, hazlarını, dünyevî çıkarlarını putlaştırıyor çünkü.
Ölçüleri yok; hakîkat ölçütü yok elinin altında çünkü. Sadece egosunun, hazlarının, çıkarlarının peşinde koşturduğu için, insan olma özelliklerini yitirmeye ramak kalmış çünkü. O yüzden başkalarını da yok etmekten, başkalarının hakkını, hukukunu da hiçe saymaktan kurtaramaz kendisini: “Başkaları cehennem”dir onun için artık çünkü.
Sosyal teoride “homo laikus” olarak tanımlanan bu tür bir insan tipi, vicdanının, kalbinin, merhamet duygusunun, paylaşma duygusunun yok olduğunu da göremez; kendisi dışındaki, kendisini ilgilendirmeyen hiçbir şeye de gerçek anlamda ilgi duyamaz.
Elbette ki, her insanın vicdanı, kalbi, merhamet duygusu vardır. Elbette ki, her insan, insanlığın katledilmesine, yok edilmesine, ayaklar altına alınmasına isyan eder. Ama kendi egosunu, çıkarını, hazlarını, fetişlerini merkeze alan bir hayat anlayışını benimseyen bir insanın vicdanı da, kalbi de, merhamet duygusu da, başka insanlara, başka varlıklara, tabiata hakîkaten hayat bahşedecek bir sahiciliğe, samimiyete, ferağata, diğergâmlığa, adalete, ahlâka, estetiğe hiçbir zaman ulaşamaz. Eğer ulaşmış olsaydı, dünyamızın son birkaç yüzyılda tanık olduğu felâketler, sömürgecilik ve emperyalizm cinayetleri yaşanmazdı.
Evet, “kitapsız” bir adamın, ruhunu, vicdanını, kalbini, merhamet duygusunu sığ egosunun, bencil hazlarının, ilkel çıkarlarının taleplerine boyun eğdiren bir adamın hırsızlık, yolsuzluk, komisyonculuk yapmasını anlayabiliyorum. Ama bir müslümanın, Allah inancı, ahiret inancı, hesap inancı olduğunu söyleyen bir müminin, hırsızlık, yolsuzluk ve komisyonculuk yapmasını, haramı tabiî bir şey hâline getirmesini, kul hakkına tecavüz etmesini normal, meşru bir şeymiş gibi görmesini, aşağılık bir mahlûkât gibi yaşayıp gitmesini, sonra da müslüman olduğunu söylemesini, daha da kötüsü İslâmî duyarlıklara ve duyargalara sahip olduğunu söylemeye kalkışmasını aslâ ve kat'â anlayamıyorum!
Çünkü mümin kişi, inanan kişidir; emîn / güvenilir kişidir; emanete aslâ hıyanet etmeyecek kişidir; emniyeti teminat altına alabilecek ontolojik düzleme geçebilmiş bir kişidir.
Ama Fahr-i Kâinât Efendimizin hadislerinde tarif ettiği bu mümin şahsiyet özelliklerinin hemen hepsinin hızla hayatımızdan çekilip gittiğini görüyorum.
Bedel ödeyemeyen; İslâm'a dolaysız, dolayımsız inanmayan; bu uğurda her türlü imtihanı göğüsleyemeyen; meşakkatli, zahmetli, uzun bir yola çıkmaya hüküm giyme cesareti gösteremeyen; aksine, harama kolaylıkla alışabilen, hırsızlığı, yolsuzluğu, komisyonculuğu kolaylıkla içselleştirebilen yığınlar, asalaktır ve her türlü felâkete müstehaktır.
Yakın tarihimiz hırsızlık, yolsuzluk ve komisyonculuk açısından üç evreden geçen bir asalaklar tarihidir: Birinci evre, sol-seküler asalakların; ikinci evre, sağ-seküler asalakların; son çeyrek asırlık evre ise, “dinci” asalakların “tepe tepe yiyicilik” tarihidir.
Hırsızlığa, yolsuzluğa, komisyonculuğa bulaşmayan, göz yummayan insanların “salak” olarak adlandırıldığı bir toplum, asalakların neden olduğu felâketlerden aslâ kurtulamaz.
Hırsızlığa, yolsuzluğa, komisyonculuğa “hayır!” diyemeyenler, haksızlığa, hukuksuzluğa, vicdansızlığa da “hayır!” diyemezler! “Hayır!” deme özelliklerini de, haksızlığa karşı yüce, asil başkaldırı husûsiyetlerini de, hassasiyetlerini de yitirirler. Ve köleleşirler!
O yüzden, zaman, ahlâk davası zamanı, asil bir dava ahlâkını içten içe besleme, yeşertme ve büyütme zamanıdır!
Rabbimiz şöyle buyurur çünkü: “Biz sizi imtihan ederiz. Ta ki sizden mücahid olanları bilelim.” (Muhammed Sûresi: 31).
Yeni Şafak
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.