Bir Baba, İki Anne ve Bir Evlat: Babam Mevdudi -I

Bir Baba, İki Anne ve Bir Evlat: Babam Mevdudi -I

İslam düşüncesi ile ilgili yoğun bir şekilde yaptığım ilk okumalarım arasında Mevdudi'nin eserleri önemli bir yer tutar

Mehmet A. Tepe'nin yazısı / [email protected]
İslam düşüncesi ile ilgili yoğun bir şekilde yaptığım ilk okumalarım arasında Mevdudi'nin eserleri önemli bir yer tutar. Mevdudi ile mevcut Pakistan'ın durumu arasındaki farklılığı ve dengesizliği daima merak etmişimdir. Üniversite öğrencilik yıllarını İslamabad'da geçiren Turan Kışlakçı ile ilk tanıştığımızda 'Mevdudi'nin Pakistan ve Pakistanlı üzerinde hiç mi etkisi yok' diye sorduğumda bana 'Pakistan'da Mevdudi fazla okunmaz' diye cevap verdiğinde çok şaşırmıştım. Nitekim aynı topraklarda Muhammed İkbal'in* de yaşadığını unutmamalıyız. Oysaki söz konusu âlim tıpkı İkbal gibi yaşadığı toprakların sorunlarına nüfuz etmiş ve 'Cemaat-i İslami' hareketini yürütmüş bir âlimdi. Mevdudi yaşadığı topraklardaki kültüre o kadar çok vakıftı ki öncesinde bir Hindu olan sonrasında Müslümanlığı tercih eden biri için inek etini yemesini farz olarak görüyordu. Yani Mevdudi İslam'a bidat sokmamakta gayret eden ciddi bir muvahhittir.

Mevdudi yazdığı eserlerde kendi özel hayatına değin fazla bir şey söylemeyen bir bilgedir. Nitekim âlimin bu ketumluğu ben de Mevdudi'nin özel hayatına yönelik bir merak oluşturmuştur. Söz konusu bu merakımı kızı Hamira Mevdudi'nin yazdığı Mana Yayınları tarafından çevrilen ve yayınlanan "Babam Mevdudi" kitabıyla giderebildim diyebilirim. Evlatların ya da aile fertlerinin müellif hakkında yazdıkları metinleri önemserim. Hayran olduğum ve okumaktan zevk aldığım -özel hayatına yönelik Jurnal 1-2 kitapları bulunduğu halde- Cemil Meriç için kızı Ümit Meriç tarafından yazılan "Babam Cemil Meriç" kitabı da ilgiyle okuduğum kitaplardan biridir. Bu tür metinlerin Felsefe Tarihinde olan filozoflar için yazılmamış olmasını ise büyük bir eksiklik olarak görürüm.  Bir felsefeci olarak bu durumun eksikliğini Felsefe Tarihinde çok yaşamışımdır.

Hamira Mevdudi'nin 'Babam Mevdudi' kitabı; babası hakkında 'Tercümanü'l Kuran' adlı dergide yayınlanan 'Yapraklı Dev Ağaçlar' adlı yazdığı otobiyografik makalenin genişletilmiş hali. Kitabın girişinde N. Muhammed Cuma Mevdudi'yi 'İnsan olarak fani nitelikler taşıyan ama sonsuzlukta tarihle rekabet eden tarihsel bir şahsiyet, emaneti taşıyabilecek insanlar yetiştiren zifiri karanlıkta parlayan ışık' olarak tasvir eder. S. Kutup'un yazdığı 'Yoldaki İşaretler' kitabını bir gecede okuyan ve 'kaynağı aynı olması itibariyle bu kitabı ben yazmış gibiyim.' diyen Mevdudi'yi Seyid Kutup Fizilal-i Kuran'da 'Büyük Müslüman' olarak niteler. Mevdudi için M. İkbal; 'mürekkebi kan olan kalemi ile Resulullah'ın dinini açıklıyor' Hasan Nedevi ise onun için 'İslam ahlakı, İslami yaşam tarzı ve akidesiyle Müslüman gençlikteki 'yetersizlik' duygusuyla mücadele etmiş ve onlara güven telkin etmiştir.' Cenaze namazını kıldıran Yusuf el-Karadavi ise 'Hastalığın kökünü kurutan toplum doktoru, düşünceyi harekete çeviren ıslahatçı mütefekkir ve tezler ve kitaplar telif ettiği gibi adamlar telif eden, modern cahiliye ile cihad eden İslami hareket inşa etmiştir.' derken El Bayoumi de 'Böylesi bir mütefekkirin eserleri her Müslüman'ın evinde bulunmalıdır.' Der.

N. M. Cuma bu kitabın 'eşsiz deha' olarak nitelediği Mevdudinin arkasındaki meçhul askeri ifşa ettiğini söyler. 'Erkekler hayatı şekillendirir, kadınlar erkekleri' sözüne atıfta bulunan Cuma, Mevdudi'yi iki kadının eseri olarak görür. Bu iki kadın Mevdudi'nin eşi ve annesidir.

Mevdudi'nin kızı Hamira; 'hiçbir yazar ya da araştırmacının yakınları tarafından kendisine zihnini toparlayıp, yeni fikirler üreteceği rahat ve huzurlu bir ortam sağlanmadıkça büyük işler başaramayacağını' söyler. Ve yazdığı bu kitabın dokuz çocuk ve yaşlı ninelerin yaşadığı evin/sahnenin perdesini açtığını söyler. 'Davet ve hidayet sancağını 1300 yıldan uzun süredir taşıyan bir ailede yetiştim' diyen babasının kökeninin Ehli Beyt'e dayandığını söyleyen Hamira dedesi S. Ahmet Hasan'ın (1855-1920) oğlu Mevdudiyi küçük yaşlarda ilim meclislerine götürdüğünü, bizzat kendisinin fıkıh, hadis derslerinin yanında Farsça, Arapça ve Urduca dersleri verdiğini, onun hafız olmasını sağladığı gibi insani yönünün gelişmesine katkıda bulunduğunu söyler. Mevdudi, babasının insani yönünü geliştiren olaylardan birini şöyle anlatır;

"Bir gün hizmetçimizin oğluna vurmuştum. Babam da ona ‘Onun sana vurduğu gibi sen de ona vur' demişti. Bu benim için iyi ders oldu ve o günden sonra bir daha hayatım boyunca zayıflara zulmetmeye cesaret edemedim."

Birçok hocadan ders alan Mevdudi'nin hocalarından biri -döneminde öğrencileri müşteri gibi gören ilim satanların çokluğuna rağmen- hiçbir ücrete talep etmeyen Şeyh Abdüsselam Niyazi'dir. Babasının vefatının ardından üniversiteye gidemeyen Mevdudi'nin ilmini ilk zamanlarda hafife aldıysalar da sonraları yazdıkları üniversite de okutulan ve üzerinde tezler yazılan hale gelmiştir. Kızı Hamira'nın anlatımına göre Mevdudi'nin yazı hayatını başlatan olay 1926 yılında Hind Müslümanlarını eski dinlerine dönmeye çağıran Shuddhi Hareketi liderinin bir Müslüman tarafından öldürülmesidir. Bu olayın sonucunda İslam'ın kan dökücü bir din olduğu söyleminin arttığı günlerde Gandhi'nin yaptığı konuşmada "İslam'da son söz eskiden olduğu gibi hala kılıcındır.' demesi ve M. Ali Gevher'in hutbede 'keşke bir kişi Allah yolunda cihadın ne olduğuna dair bir kitap yazsa' söylemidir.

Mevdudi henüz yirmi dört yaşında iken 'El Cemiyyet' dergisinde 'İslam'da Cihad' yazıları yazmaya başlar. Bu yazılarda zulme karşı mazlumu korumanın, medeniyet ve umran inşa etmenin adı olduğunu ve dine uygun bir kaideyle savaş ve barışın esas olduğunu anlatmıştır. Sonrasında kitap haline gelen bu çalışmayı okuyan ve "Bu konuda yazılanların en iyisidir." diyen İkbal Mevdudi'yi Lahor'a cihad, içtihat, tebliğ ve eğitim için çağırmıştır.

Hamira Mevdudi, yazmak için okumanın önemli olduğunu bilen ve ümmetin yolunu aydınlatmak için sabahlayan Mevdudi'nin 'İslam'da Cihad' için okuduğu bazı kitaplara değinir. İmam Malik'in Muvatta'sı, Tirmizi'nin el-Cami'si, hatta Bhagavad Gita'yı Ramanaya'yı, Mahabharata'yı, Tevrat'ı ve İncil'i ve diğer milletlerin kutsal kitaplarını okumuştur. Sadece âlim yönü olmayan edebiyat, felsefe, mantıkla da ilgili olan, entelektüel ve filozof yönü de bulunan Mevdudi;
         
'Müslümanlar Batı'nın gücü karşısında siyasi ve askeri olarak hezimete uğramıştır. Ama bundan daha tehlikeli olan Batım felsefesi, ahlakı ve kültürü karşısında boyun eğmektir. Çünkü siyasi ve askeri yenilginin zararı maddi boyutu aşmaz ama fikri ahlaki yenilgi akılları, kalpleri, zihinleri ve düşünceleri harap eder.' diyerek asıl meselenin farkında olduğunu göstermiştir.

Cemil Meriç'in 'Muhammed'in ilk mucizesi: Hatice-t'ül Kübra' aforizmik sözünü Mevdudi için uyarlayabiliriz. Mevdudi'nin de kerametinin de Mahmuda Hanım Efendi olduğunu söyleyebiliriz. Hanımefendi henüz 12 yaşında iken evliliğinin rüyasını görür ve bu rüyayı dedesine anlatır. Daha sonra dedesi bu rüyayı Delhi'deki âlimlerden birine yorumlatır.  Söz konusu âlim,  dedesine 'Bu kız ünü bütün dünyaya yayılacak olan kıymetli bir alimle evlenecek' der.  Nitekim Delhi'nin ileri gelenlerinin Mahmuda Hanım Efendi evlilik konusundaki talepleri reddedilmiştir. Dürüst ve sade bir insan olan Mevdudi önemli işlere vakit ayırabilmek için sakin bir kafaya ihtiyacı olduğunu, fakirliğinin bile hedeflerine mani olmayacağını dile getirdikten sonra evlilik talebinde bulunmuştur. Mevdudi'nin bu talebine mektupla karşılık vermeyi tercih eden Mahmuda Hanım'ın babası cevabını 'İster fildişi kulelerde ister bomboş çadırlarda ol. Kızımız sana yoldaş olacak ve hayatın zorluklarını seninle birlikte omuzlayıp yükünü hafifletecek.' Satırlarının yazıldığı mektupla vermeyi tercih edecektir. Bu yazılanlar daha sonraki yıllarda hanımefendinin azmini ve sabrını artırmış, cesaretini güçlendirmiştir. 1937 yılında iki bin rubi gibi az mihirle ve hediye edilen bir yüzük ve elbise ile sade bir düğün merasimi gerçekleştirilir.

...devam edecek