Senai DEMİRCİ
Bir dal ucu söyleşisi
Birkaç gün önce, sosyal medya üzerinden paylaşılan çocuk-ebeveyn diyalogu aklıma takıldı. Çocuk soruyor “Anne, Allah konuşur mu?” Anne soruyu tehlikeli bulup devamını getiremeyeceğinden korkarak “Hayır!” diyor. Belki de ihtiyatlı bir bekleme süresi talep ediyor. “İyi ama” diye itiraz ediyor çocuk, “bu kadar şeyin sahibi niye konuşmasın ki?”
Çocuktan al haberi… Bu kadar çok şeyi yokluktan varlığa getirenin bir diyeceği olmalı. Her an her şeyi yenileyenin, her hücreyi er an hiç yorulmadan tazeleyenin, her atomun kalbini fıldır fıldır hareketlendirenin bir derdi olmalı… Derdi olmayan susar. Söyleyeceği olmayan hiçbir şeye dokunmaz. Taşı taş üstüne koymaz. Öylece hareketsiz bırakır her şeyi. Çünkü “taharrük tekellümdür.”
Yirmi dördüncü Mektub’un sarsıcı ve sıradışı tefekkürü içinde muzipçe tebessüm eder bu sır: “Hareket ettirmek konuş[tur]maktır.”
Bediüzzaman sürekli devinen, durmaksızın kıpırdayan, aralıksız akışan, kesintisiz yenilenen varlığın ‘dil’ini çözüyor bu şahane cümleyle. Uzak bir denizin fırtınalı derinliklerinden çıkardığı bir inci gibi önümüze koyuyor bu zarif tesbiti. Yorgunluk nedir bilmeyen bir fikir işçisi olarak, akıl teriyle inşa ettiği nadide bir şaheseri koyuyor gözümüzün önüne. Eşsiz bakışını bulaştırıyor bize. Evet, evet; hareket ettirmek, bir konuş(tur)madır. Hem zaten konuşma da bir hareket değil midir? Dil kıpırtısıdır konuşma. Nefeslerin harften harfe akışıdır. Sesin heceden heceye devinmesidir.
Sevinelim, hareket ile konuşma arasındaki bu bağ, bize bir ömür lazım olacak bir anahtardır. Yaratan Allah ile konuşan Allah’ın aynı Allah olduğunu duyumsama, yaşama, fark etme deneyiminin kapısını açar bu anahtar. Tatlı bir şehadet zevkine dâhil eder bizi. Varlığın nabzına vuran kelimeleri duyma ayrıcalığı verir.
Altını çizelim şimdi: Hareket ettirmek, derdi olanın işidir; bir meramı olanın işidir. Muradı olan, söyleyeceği olan, anlatacağı olan hiç durmaz, her şeyi her an yerinden eder, yeniden yerine koyar. Küsenler hiç kıpırdamaz. Terk eden hareketsizdir, hiçbir şey yapmaz. İlgi duymayan dilini kıpırdatmaz, dudağını açmaz.
Bir ilkeyi daha hatırlayalım şimdi. Biri birine konuşuyorsa, onda bir şeyin değişmesini istiyordur. Yeni bir hale girmesini umuyordur, daha doğru bir kıvama yoğrulmasını umuyordur. Konuşan, konuştuğu kişiyi, dil döktüğü muhatabı ümidi bilir. Ondan beklediği vardır, umduğu vardır. Şu halde, taharrük tekellümdür, tekellüm ise ümitlenmektir diyebiliriz.
Hareket etmeyi ve ettirmeyi, ‘kelam etmek’ diye okuyan Said Nursi’nin bir dal ucunun işaret dilini nasıl çözdüğünü görelim ve bir dal ucundan ümit emilebileceğini fark edelim:
“Her bir nebatın çiçek açması zamanında ve sümbül vermesi anında, tebessümkârâne mânevî tekellümleri hengâmındaki tesbihleri kendileri gibi güzel ve zâhirdir.”
Burada bir duralım. Bu cümlenin ardından “Çünkü…” diye gelecek cümleyi tahmin edelim. Aslında ‘tesbih’ diye bildiğimiz Kur’ân kavramının kökü ‘s-b-h’de ‘hareket/akışkanlık’ anlamı saklıdır. “Sessizce akmak/pürüzsüzce yüzmek” demektir tesbih. Üstad’ın bahar dalların neşesi ve cilvesi üzerinden ‘tesbih’in anlam köküne inecek bir ödev veriyor muhatabına. ‘Tesbih’ kavramında, ‘konuşma’ ve ‘hareket etme’ anlamlarının buluşmasına bir işaret koyuyor. Ayrıca, çiçeklerdeki göz alıcılığın, ‘göze el vermek’ anlamından gelen ‘güzel’ kelimesini beslediğini ima ediyor. Çiçek anlamındaki ‘zehra’ kelimesi ile görünen, parlayan, göz önüne gelen, göz alıcı olan anlamındaki ‘zâhir’ kelimesinin akrabalığına dikkat çekerek, sessiz tefekküründen yeni çiçek tohumları bırakıyor aklımızın rüzgârına.
Şimdi okuyabiliriz sonraki cümleyi. Said Nursi, nasıl da nezaketle ‘ağız’, ‘dil’ ve ‘kelime’ kazandırıyor dal uçlarında salınan ahenge: “Çünkü, her bir çiçeğin güzel ağzıyla ve muntazam sümbülün lisanıyla ve mevzun tohumların ve muntazam habbelerin kelimâtıyla…”
Cümleyi kasten yarıda bıraktım. Hiç acele etmeden, Said Nursi’nin kelimelere yüklediği dakik tasavvurun zahirden batına doğru ilerleyişine dikkat edelim cümle içinde. Bir çiçeğin yapısını hatırlayalım: Çiçek güzeldir; göze el verir, içinde ölçülü ve düzgün sümbüller saklıdır, o sümbüllerin ucunda da ölçülendirilmiş (mevzun) tozlar bekleşir. Görünenden görünmeyene, zahirden batına doğru inerken, ziynetten nizama doğru, süsten ölçüye doğru iniyor Üstad. (Dal uçlarında göz gezdirerek, çiçeklerin yaprakçıklarını inceleyerek, bahar bahçelerinde gezerek nasıl da çılgınca vakit geçirdiğini, nasıl tutkulu gözlemler yaptığını varın hayal edin!)
Cümlenin geri kalanını şimdi okuyabiliriz. “Tahrik eden”in, yani hareket verenin, nasıl bir ‘derdi’ olduğunu çözmeye başlıyor Üstad: “…hikmeti gösteren o nizam, bilmüşahede, ilmi gösteren bir mizan içindedir. Ve o mizan ise, maharet-i san'atı gösteren bir nakş-ı san'at içindedir. Ve o nakş-ı san'at, lütuf ve keremi gösteren bir ziynet içindedir. Ve o ziynet dahi, rahmet ve ihsanı gösteren lâtif kokular içindedir.”
Bir dal ucuna yüklenen mesajları okumayı öğretiyor bize Üstad: “hikmet, ilim, lütuf, kerem, rahmet, ihsan… En sonunda, dal ucunun lâtif kokularla sarılışını haber vererek, dal uçlarına ruh üflendiğini ima eden ‘rayiha’yı hatırlatıyor. (Hatırlatayım, ‘rûh’ ve ‘rayiha’ kelimeleri aynı kökten gelir.)
Bize bunca konuşan Allah’ın bize üflediği ruhu hatırlayalım. Anlaşılan o ki, atomların hiç dinmez hareketleri kadar ümitli bizden. Güneşin ufuktan yükselişi ve göğümüzde sessizce dolanışı kadar ümitli bizden. Nehirlerin akışını kesmediği gibi bizden de ümit kesmiyor. Denizlerin kıyıya dalga dalga vuruşundan vazgeçmeyişi gibidir bizden vazgeçilmeyişi… Yağmurları damla damla toprağa indirişi gibi gibidir Söz’üyle bize eğilişi, gönlümüzü çorak bırakmak istemeyişi…
Sözün özü, gözlerimize doğru uzanan bahar dalları, gönlümüzden de dışarı taşar. Söz kesildikçe âlem ümit kesiliriz baştan ayağa, tepeden tırnağa…
Zümer Suresi’nin 53. ayetinin “Söyle ki kendilerini israf eden kullarıma, ümit kesmesinler Allah’ın rahmetinden... ” anlamı, “söyle ki” diyerek bize elçi seçtiği hareket ettiği her şeydir. Bir dal ucu bile, çiçeğiyle, sümbülüyle, tozuyla elçidir… Ümidimizi tazelemek için konuşur. Ümit olduğumuzu hatırlatmak üzere salınır, hareketlenir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.