Sabri ALTUN
Bir devrin anatomisi
Risale-i Nur ve Nur cemaatı
Geçenlerde bir dostum beni telefonla arayarak bir soru sordu.
O soruyu sizlere de sormakla birlikte verdiğim cevabı aktarmak istiyorum.
Dostum şöyle sordu;
“Risale-i Nur’un şahsı manevisi ile cemaatın şahsı manevisi arasında fark var mı? İkisi bir mi yoksa ayrı ayrı olarak mı değerlendirelim?”
Belki, "ne alaka” diyeceksiniz ama soruyu duyar duymaz hayallerimde Lord Gürzon ve Haim Naum canlandı.
İngiliz avam kamarasında Lord Gürzon, “Neden Türklere hayat hakkı tanıdınız?” sorusunu şöyle cevaplıyor: “Artık Türklerin eski muhteşemliği kalmayacak. Zira onların elinde Kur’an’larını aldık. Hiristiyan dünyası rahat edebilir.”
Sonra Haim Naum Amerika’da kapalı bir toplantıda konuşuyor;
“İsrailin temellerini attık.”
Toplantıda alınan nihai karar şu oluyor:
“Öyle ise onları sürekli gözlemlemeliyiz. Oradaki localara daha da bir özen gösterilmeli.”
Ardından Anadolu baştan başa hayalimde canlanıyor.
Aniden tüm ülkede bombalar patlıyor.
Meğer her bir inkılap bir bomba oluyor, uzayın sonsuz boşluğunda sesler duyuluyor.
Anadolu savaşsız talan ediliyor.
Toprak sürülüyor.
Etraf yabani otlarla doluyor.
Daha bir sürü şey hayalimde cirit atarken telefondaki ses beni uyandırıyor;
“Abi orada mısın?”
Bir an toparlıyorum;
“Evet burdayım.”
“Burdayım lakin, “burada” değilim?
“Allah Allah hayrola soru çok mu ağır geldi?”
“Evet, soru çok ağır. Beni çok incitti. Bir an gerçekler gözümde canlandı. O kadar acı ki nasıl anlatacağımı bilmiyorum.”
Anadolu neden yüzyıllardır Evliyaların ilgi odağı olmuş biliyor musun?
Anadolu tarihin kalbidir.
Anadolu kıyametin son durağıdır.
Burayı hangi taraf kazanırsa insanlığın geleceğini o zihniyet şekillendirecektir.
Batının nezdinde; Anadolu Müslümanlara bırakılmayacak kadar çok önemlidir.
Batı, Anadolu’yu Cumhuriyetle birlikte, devrimlerle tamamen ele geçirdiği halde bir saniye bile burayı boş bırakmadı. Her zaman itina ile gözlemlendi. Kök verip büyüyecek hiçbir filiz boş bırakılmadı. Ya kopardılar yahut genleriyle oynadılar. Osmanlının torunundan anarşist bir toplum, çeteci bir devlet, hortumcu bir sermaye oluşturdular. Nerde hayırhah bir sada işittilerse anında boğdular.
Bir Bediüzzaman’a güçleri yetmedi bir de Süleyman Efendiyi görmediler.
Sonra bozamadıkları Necip Fazıl ve emsalleri vardı.
Ayrıca tarikatlar da vardı... Anadolu’da en büyük yıkımı onlar yaşadıkları halde özün özü bu milletin bağrında saklı kaldı.
Onlar kaynakları kurutukça su akacak bir yer buldu.
Baktılar ki olmayacak yeni çözümler ürettiler.
Üretmek zorundaydılar.
Zira Bediüzzaman'ın kurmuş olduğu sistem onları çaresiz bırakıyordu.
Bediüzzaman hazretleri hiç bir şey yapmamış gibi gözükerek onların bütün hamlelerini kırk elli yıllık bir zaman dilimine hapsedip, direk toplumun kalbine ektiği nur tohumları, güçlü filizler vererek, "yüksek asrın arkasındaki" nesli yetiştirmenin projesini uyguluyordu.
“Efendiler! Siz, niçin sebepsiz bizimle ve Risale-i Nur'la uğraşıyorsunuz? Kat'iyen size haber veriyorum ki: Ben ve Risale-i Nur, sizinle değil mübareze, belki sizi düşünmek dahi vazifemizin haricindedir. Çünkü, Risale-i Nur ve hakiki şakirtleri, elli sene sonra gelen nesl-i âtiye gayet büyük bir hizmet ve onları büyük bir vartadan ve millet ve vatanı büyük bir tehlikeden kurtarmaya çalışıyorlar. Şimdi bizimle uğraşanlar, o zaman kabirde elbette toprak oluyorlar.” (Emirdağ Lahikası)
Ve yaşadığı sürece bu proje başarıyla uygulanıyordu.
Çünkü durduğu yer; Ferdiyet makamıdır. (Ne gariptir ki nur talebesiyiz diyen bizler bu makamı ve Üstad hazretlerinin duruşunu hala anlamış değiliz.)
Çünkü o tamamen bağımsız ve farklı gibi gözükerek, İslamın bütün değerlerini besliyordu.
Anadolu'da ne kadar islamın ananevi ve kadim hizmet metotları varsa hepsini kucaklıyordu.
"Risaletü'n-Nur, gerçi umuma teşmil suretiyle değil, fakat herhalde hakikat-i İslâmiyenin içinde cereyan edip gelen esas-ı velâyet ve esas-ı takvâ ve esas-ı azimet ve esâsât-ı Sünnet-i Seniye gibi ince, fakat ehemmiyetli esasları muhafazaetmek bir vazife-i asliyesidir. Sevk-i zaruretle, hâdisâtın fetvalarıyla onlar terk edilmez." (Kastamonu Lahikası;99)
Yirmialtıncı Lem'a da ise şöyle der: "Bu memlekette hamiyeti islamiye noktasında alakadarım."
Öyle ise "Hamiyeti İslamiye" noktasınında bütün ümmet ve bütün ümmetin “hamiyeti islamiyesi” Bediüzzaman’ın yanında birdir.
Kim gerçekten İslamiyete hizmet etmek istiyorsa birinci destekçisi Bediüzzaman olmuştur.
Şahsen bu durumu yıllar sonra öğrendim.
Mesela merhum Necip Fazıl ve dava arkadaşlarını Üstadıma düşmandır diye yıllarca sevmedim. (Kulağımıza öyle fısıldamışlardı.)
Oysa sonra öğrendim ki; Üstad hazretleri aslında onları resmen manevi himayesine almış.
"Yamalı yorgan" meselesi ise en çarpıcı öreniğidir.
Kısaca, gerek hatıralarda, gerek ağbeylerin hayat hikâyelerinde gerekse Risale-i Nur’u tetkik ettiğimizde, Bediüzzaman hazretleri yaşadığı süre içerisinde sadece Nur talebelerini değil, Anadolu’nun bütün islami hareketlerinin hepsini korumuş, kollamış ve ihya etmiştir.
Bu manada en sönük bir ışığı bile harlamaya çalışmıştır.
Peki, hal böyle ise 60'tan sonra neler yaşanmış?
Yani Bediüzzaman’ın vefatından sonra ne olmuş?
Nur talebeleri nasıl bir seyir izlemiş, Anadolu ne hale gelmiş?
Devam Edecek...
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.