Sabri ALTUN
Bir devrin anatomisi-4
Eğer bu ikisi fethedilirse bütün İslam âlemi tamamen fethedilecekti.
Zaten bütün İslam âleminin bütün devletlerine hükmediyorlardı lakin halka hükmedemiyorlardı.
Halkın da esir alınması gerekiyordu.
Bunun da yolu tahriftir.
Tahrif de içeriden yapılacaktır.
Tahrif planını anlamak kolay, lakin ispat etmek zordur.
En azında benim için.
Hani bazı şeyler var ki; görürsün, duyarsın, hissedersin ama diyemezsin, anlatamazsın…
Hele bu olaylar “istihbarat” olaylarıysa…
Zaten batı için İslam âlemine istihbarat programlarını uygulamak hiç de zor değildi.
Zira içerisi hain dolu…
Hele 60'lı ve 70'li yılların Türkiye’sinde böyle bir şey uygulamak onlar için hiç zor değildi.
Derin devlet ellerinde, istihbarat ellerinde, asker ellerinde, üniversiteler ellerinde, basın ellerinde, sermaye ellerinde…
Onlara sadece uygun bir adam bulup yerleştirmek kalıyor.
Nitekim fazla aramayacaklardı.
Zira tam bu görev için “adanmış bir ruh” hazırdır.
F. Gülen…
Serhat ili olan Erzurum’da büyümüş, medrese eğitimi (!) almış, Anadolu’da Kırkıncı hocanın referansına bürünmüş, İzmir’de vaaz vermeye başlamış, vaazlarında Risale-i Nur serpiştirilmiş ilaç gibi bir adam.
(Seçtiği yerin İzmir olması ayrı bir muamma…)
***
28 Şubat dönemindeki en etkili isimlerden biri olan ve istihbarata bakan Paşa (Korgeneral Çetin Sanver), İngiliz büyükelçisinin ısrarı üzerine yoğunluğuna rağmen randevu vermek zorunda kaldı!
İngiliz elçi gelir gelmez konuya girdi!
-Sizdeki bir yapı var, inanın çok tehlikeli!
Paşa konuyu çok iyi bilmediği için olsa gerek "Siz nereden biliyorsunuz ki?" diye soruya soruyla cevap verdi!
Bu çıkış karşısında elçi "Biz kurduk, nasıl bilmeyiz ki!" diyerek gülümsedi! Görüşme biterken İngiliz elçi "Biz sizi uyarmak için buradayız! Artık ip Amerikalıların elinde!" (Ergun Diler Takvim, 04.11.2014)
İngilizlerin kurduğu bir yapı Amerikalıların eline geçmişti.
Ve onların tabiriyle “tehlikeli” bir yapıydı.
Bir İngiliz için “tehlikeli” olması ile bizim için “tehlikeli” olması arasında çok fark olsa gerek.
İngilizler açısında yenidünya dengesi ve hâkimiyeti için kaybettikleri bir güç olması hesabıyla tehlikeli olabilirdi lakin bizim için ve İslam için hasseten Risale-i Nur için tehlikeli olması son derece farklı sonuçlar doğurması anlamını taşıyordu.
60'lı yılarda işe başlarken değil ama 40 sene sonra vardığı nokta planın bir bütün olarak uçlarının gözükmesi, işin vahametini ve tehlikesini bütün dehşetiyle ortaya seriyor.
Karşımızda “paralel” olarak isimlendirilen korkunç bir yapı çıktı.
Bu yapının bu hale gelmesini anlamak için ta baştan beri uyguladığı metotları anlamak gerekiyor;
Yukarıda belirtmeye çalıştığım gibi bu işin gerçekleşmesi için, bir kere tahrif gerekmektedir.
Tahrifin yolu ise, tahrif edeceğin şeyi çok iyi bilmekten geçer.
Hem çok iyi bilinecek, hem toplumu yönlendirmek için bildik bütün algı tekniklerini uygulamak gerekecek.
Ve Gülen 68'de İzmir’de görünüşte bir nur dershanesi açar.
Yanında Latif Erdoğan gibi gerçekten Risale-i Nur’a bağlı bir ekip de vardır.
Latif Erdoğan tam 30 sene yanında kalır.
Fakat 30 sene boyunca her hareketi izlenir ve her konuşması dinlenir.
Açtığı dershanede bütün arkadaşları dinlenir.
Tabi bu şekilde bütün arkadaşlarının her türlü gizli halleri, gizli düşüncelerine vakıf olur.
Daha sonra bütün o hallerini kullanacaktır.
Soru şu:
60'lı yıllarda 30 sene boyunca herkesi dinlemeye alacak ve kimse hissetmeyecek.
Bir vaiz, bir hoca o zaman ülkede bile olmayan bu teknolojiyi nerden getirmiştir?
Latif Erdoğan’ın anlatımına göre; Henüz ilk yıllarıdır. Bir gece saat gece 12 civarı Gülen heyecanla Latif Erdoğan’ın odasına girer ve “Tamamen inandım ki Bediüzzaman mehdidir.”
O gece Bediüzzaman’ın kişiliği ve karakteri hakkında konuşulur ve bulduğu delilleri anlatır.
Artık İzmir’de F. Gülen konuşulmaya başlanacak, vaazları etrafta dolaşacaktır.
70'li yılların ortalarına gelindiğinde kendi cemaati arasında Gülen’in Mehdi olduğu anlayışı yayılır.
O zaman Nur cemaati her tarafta birlikte hareket ettiği için bu yaygara diğer ağabeylerin dikkatini çeker ve kendisine ziyarete gidilir.
Kendisine “Bu sevdadan vazgeç “denilir.
Gülen, ”Cemaat beni öyle görüyorsa ben bir şey diyemem” deyip ağabeyleri savuşturur. (Ümit Şimşek)
Böylece aslında cemaatle iplerini nazik bir şekilde kopartıp biraz daha rahat hareket edecektir.
Belki de gerçek planını ondan sonra tatbike başlayacaktır.
Uygulayacağı plan ise tamamen Risale-i Nur’u kullanmak olacaktır.
“Bunu nerden çıkartıyorsun?” diye sorarsanız delilim şudur:
Latif Erdoğan’ın 2015 te yayınladığı (büyüsü bozuldu) başlıklı Akit gazetesindeki köşe yazısına baktığımızda, paralel hareketin başlangıcı ile sonu arasındaki pazıllar yerine oturuyor da ondan.
O yazıda ezoterik bir dosyadan bahsedilir.
1990'da kendisine verilen dosyayı incelediğinizde tamamen Bediüzzaman’ı taklit ettiğini göreceksiniz.
Çocukluğu, yetişme şekli, hayata bakış açısı, ilmi kariyerleri hepsi Bediüzzaman’ın gizli bir kopyasıdır.
Kullandığı ve kendisini ön plana çıkarttığı argümanlar tamamen Risale-i Nur’un tabirleridir.
Mesela kendisinin Mehdi olduğunu Risale-i Nur’daki “mehdiyetin” anlatıldığı bahislerdeki İman, Hayat ve Şeriat görevlerinden İman görevini Risale-i Nur yaparken diğer görevleri kendisinin yapacağını ilmik ilmik cemaatine anlatır.
Kendisine göre hem mehdi hem de Mesih’tir.
Yine dosyaya göre 2016'da (Muhtemelen 15 Temmuzdan sonra) Türkiye’ye gelecek Halife-i ruyi zemin ve Mesih olarak kendisini dünyaya tanıtacaktır.
Bediüzzaman’ın “müspet hareket” anlayışını öyle bir şekilde kullanacak ki; "dinler arası” diyaloga çevirecek, o kadar ileri gidecek ki, ezanda Muhammed kelimesini kaldırdığı gibi İslamiyeti papanın emrine amade haline getirme cüretini bile gösterecektir.
İslamın akidelerini öyle bir şekilde bozacak ki, hiç kimsenin ruhu bile duymayacak.
Mesela namazı, hâşâ tuvalette kılmaya götürecek kadar yozlaştırıp, kişisel haklar güya “hizmet“ adına gözünü kırpmadan tarumar edilecek, kendisine bağlı cemaati yalana alıştıracak.
Cemaati kendisine sorgusuz sualsiz bağlamak için kullandığı teknikler daha önce KGB ve CIA'in kullandığı metotlardır.
Bunlar ispritizma, manyetizma gibi tekniklerdir.
Bu metotlarla hem kendisine bağlı olanları büyülüyor, hem de güya Resulullah yanına gelmiş gibi “tecedüdü ervah” adı altında habis ruhları çağırıp cemaate de hissettirip güya haşa Resulullah gelmiş havasını verdiriyordu.
Bu konuyla ilgili Bediüzzaman Emirdağ lahikasında cemaati uyarmış o gelen ruhların ervahı habise olduğunu söylemişti.
“Birinci nümunesi: Nurlarla şiddetli alâkası bulunan birkaç has kardeşimizin nazarını, fikrini başka tarafa çevirmek veya zevkli ve ruhanî bir meşreple meşgul edip hizmet-i imaniyeye karşı zayıflaştırmak için, bazı şahıslar ispritizma denilen, ölülerle muhabere namı altında cinnîlerle muhabere etmek gibi, hattâ bazı büyük evliyalarla, hattâ peygamberlerle güya bir nevi konuşmak gibi, eski zamanda "kâhinlik" denilen, şimdi de "medyumluk" namı verilen bu mesele ile bazı kardeşlerimizi meşgul ediyorlar. Halbuki, bu mesele felsefeden ve ecnebîden geldiği için, ehl-i imana çok zararları olabilir.” (Emirdağ Lahikası 379)
“Kuran ayetlerini herhangi bir zemine yazıp en az 7 kat muşambaya sarmadan üzerinde taşıyan insanlar 3 defa tuvalete veya banyoya girdiklerinde büyülenmeye hazır hale gelir.” (Hasan Akar)
Gülen kendi cemaatine “kıtmir” duasını yazdığı kolye saat gibi eşyaları hediye edip üzerinde taşımalarını sağlar.
Sonra haftada bir iki defa kaset veya videolarla sesini duyurdu mu cemaatı “köpek” büyüsüne yakalanır.
Hala ölümüne kendisini savunanların olması bu gerçekten kaynaklanıyor.
Zira “köpek büyüsü” sahibine sadakatle bağlanıp karşı tarafa ölümüne saldırgan olur.
Böylece projenin en önemli kısmı tamamlanmıştı.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.