Sabri ALTUN
Bir eseri hiddet…
“Ben kasemle temin ederim ki, Risale-i Nur'u senadan maksadım, Kur'ân'ın hakikatlerini ve imanın rükünlerini teyit ve ispat ve neşirdir.” (Bediüzzaman)
"Beni bu gurbette, yalnızlıkta kitaplarımın mütalaasından mahrum etmeyiniz. Yoksa hem bana, hem bu vatana yazık olur.” (Bediüzzaman.)
İnsanlar hayata iki pencereyle bakar;
1-Determinizm penceresi.
2-Hikmet ve maneviyat penceresi.
Şahsen itikat ettiğim pencere, maneviyat penceresidir.
Tek taraflı inananlar (determinizm) bu yazıyı okumasın.
Taktığım gözlük Risale-i Nur gözlüğüdür.
Bütün gayem Bediüzzaman’ın baktığı gibi bakabilmek.
Ve bugün Bediüzzaman hazretlerinin baktığı gibi bir meseleye bakmak istiyorum.
***
Büyük bir fırtına insanlık âlemini bekliyor.
Bir avuç gözünü kan bürümüş, hırsının kurbanı olmuş gözü doymaz insan dünyayı büyük bir uçuruma doğru sürüklüyor.
Veyahut Titanik misali kurulan batı medeniyeti, "Tanrı bile bunu batırmaz” diye böbürlendikleri Amerikan önderliğindeki uygarlıkları büyük bir anafor meydana getirerek batıyor.
Bu batış Osmanlının batışından daha korkunç sonuçlar doğurmaya gebedir.
Atlantik ve pasifik bloklarını içine çekecek büyüklükte beşeri bir kıyamet kopuyor.
(Zira bu medeniyet dünyanın merkezkaç kuvvetini oluşturmuş dört bir taraftan akıttıkları kan o merkeze doğru akarak dengeyi bozdu. O masumların kanı bunları boğacak.)
Bu kıyametten kurtulmanın tek yolu; bir inayat-ı İlahiyedir.
Ve bu inayeti celbedecek tek saik; Kur'an'dır, onun bu zamandaki dersi Risale-i Nurdur.
***
"Risale-i Nur, bu Anadolu memleketine, belâların def'ine ehemmiyetli bir vesiledir. Sadaka nasıl belâyı def ediyor; onun intişarı ve okunması küllî bir sadaka nev'inde semâvî ve arzî belâların def'ine çok emâreler ve çok hadiselerle tebeyyün etmiş. Hattâ Kur'ân'ın işaretiyle tahakkuk etmiş. İnşaallah, yakında benim de risalelerim iade edilecek, tam serbest ve intişarı küllîleşecek ve rahmet dahi tam olacak."
Bu ülkede daha önce defalarca ihtilal yapıldı.
Başbakan ve bakanlarımız idam edildi.
Fidan gibi yüzlerce delikanlılarımız katledildi.
Siyasilerimiz yasaklandı.
Millet olarak cop yedik, dayak yedik, hakarete uğradık.
Hükümetlerimiz devrildi, devalüasyonlar yaşadık,5 sente muhtaç hale geldik.
Ama hiçbir zaman içimizdeki isyanı dışarıya aksettirmedik.
Hiçbir zaman karşı çıkacak cesareti bulamadık.
Peki, 15 Temmuz’da neden karşı çıktık.
Tarihimizin en kapsamlı, en tehlikeli, en güçlü ihtilaline karşı cesedimizi koyduk.
Sebep neydi?
Bu millet aynı millet ama bu cesaret nerden gelmişti?
Tek sebep imanımızdı.
Fakat ortada bir gariplik var.
Bu milletin imansız kalması için devlet bizzat, bütün birimleriyle, okullarıyla, müfredatıyla, ilim adamlarıyla, sanatıyla(!), görsel ve yazılı basınıyla 90 sene boyunca uğraştı.
Ama ne gariptir ki, dinsiz, imansız yetiştirilmeye çalışılan bu milletten 15 Temmuz imanını taşıyan ruh doğdu.
Peki, bu iman nerden gelmişti?
Ben söyleyeyim: Cemaatlerden...
Peki, şu an en suçlu kim?
Onu da söyleyeyim: Cemaatler...
Bir diğer çarpık düşünce de şudur:
Bugün herkes FETÖ yapılanmasını küresel güçler tarafında oluşturulan bir proje olarak kabul ediliyor.
15 Temmuz’dan sonra bu durum birçok delillerle ispatlanmıştır.
Buna rağmen sanki Gülen içerden yetişmiş, güç toplamış sonra da bu gücü kendi emmelerine kullanan sapkın bir hoca olarak görülüyor.
Öyle ise her hoca bu manada bir potansiyeldir.
“Her cemaati yapı devleti ele geçirebilir bir düşünceye sahiptir” mantığı güdülüyor...
Dolayısıyla eğer bu mantıkla hareket edersek bütün değerlerimizle savaşmak zorunda kalacağız.
O zaman FETÖ’nun projeliği nerde kaldı.
Eğer FETÖ bir proje değilse bütün cemaatler tehlikelidir.
Eğer bütün cemaatler tehlikeliyse hepsinin bu manada bir emeli varsa bu millette ortaya çıkan güçlü imani akım nerden geliyor?
Bu milleti kim besledi?
Eğer FETÖ bir proje ise ve biz bu şekilde bütün cemaatlere savaş açmışsak bu projeyi uygulayanların tuzağına düşmüş olmuyor muyuz?
İsterseniz FETÖ’nün yargılandığı suçlara bakalım: komite oluşturmak, dış güçlere hizmet etmek, devleti ele geçirmek, rejimi değiştirmek, dini kullanmak.
Bütün bunlar ispatlanmış suçlardır.
Diğer taraftan Bediüzzaman hazretlerine yıllarca bütün mahkemelerde isnat edipte ispatlayamadıkları suçlar nelerdir;
Cemiyet oluşturmak, komitecilik yapmak, rejimi değiştirmek, devleti ele geçirmek.
FETÖ’nün suçlarıyla aynı.
Bediüzzaman hazretlerine yıllarca bu suçlar isnat edildi lakin hepsinden beraat etti.
Öyle ise şu hakikat ortaya çıkıyor:
Madem Bediüzzaman bu suçları işlemiyor /işlemedi, öyle ise öyle bir cemaat oluşsun ki bütün bu suçları işlemiş olsun.
İşlemiş olsun ki hepsini mahkûm edelim.
Maazallah bu öyle bir tuzaktır ki: İslami inkişafın Risale-i Nurla ivme kazanan önlenemez yükselişini başta Türkiye’de, ardından tüm dünyada durdurmanın yolu budur.
Eğer FETÖ ile Risale-i Nur ayrı ayrı tanımlanıp birbirinden ayrılmazsa büyük bir zülüm işlenmiş olacak ve büyük felaketler bizi bulacaktır.
Şu anda toplumu yönlendiren birçok yazar ve düşünürler genelleme yaparak, fırsatçı hainler ve ajan provokatörlerle aynı dili kullanıp halkı yanlış yönlendiriyorlar.
Bu da Bediüzzaman’ın ruhunu ve Risale-i Nur’un şahsı manevisini incitiyor.
Devlet her şeyin farkındadır.
Eğer devlet hain değilse bu duruma el koymalıdır.
Son sözü Bediüzzaman'a bırakayım:
"Bu defa pusulada yazıldığı gibi, hiçbir şeytanın da kimseyi kandıramadığı acip ve maskaraca bir iftira etmekle teveccüh-ü âmmeyi hakkımızda kırmaya çalışan resmî polisler, aynı zamanda tokatlarını yemesiyle gösteriyor ki, bize hücum edenler, iftiradan başka hiç çare bulamıyorlar, başka çareleri kalmamış." (Emirdağ Lahikası
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.