Niyazi BEKİ
Bir Gülün Hatırı İçin Dikenlere Göğüs Germek Erdemdir
Bir göz için sevgiyi hak etmeyen gözler de sevilir. İman faziletinden örülmüş bir gül bahçesine giren bir gönül, dikenleri görmezden gelir. Önemli olan şu hakikati kavraya bilmektir: İman Uhud dağı büyüklüğünde bir güldür. Bu dağın etrafında yeşeren bütün dikenler bu gülün yanında hiç hükmündedir. İşte iman kardeşliği, fazilet zemininde dal budak salan böyle bir gül bahçesinin içinde boy atan bir fidanlıktır. Bunun zedelenmesi, ittihad-ı İslam’ın zedelenmesi demektir. Bu ise gül bahçesinin mahiyetini değiştirmek anlamına gelir. Bu takdirde, “gül bahçesindeki dikenler değil, diken bahçesindeki güller” söz konusudur. Böyle bir manzara, müminin fikir bahçesinde, düşünce dünyasında yeşermemesi gereken bir tablodur.
İman gülünün sümbülleri
Kur’an ve sünnet bahçesinden iman güllerini toplayan ve müşterilerine arzeden Risale-i Nur mesleğinde gönüllere koklattığı iman gülünün dört sümbülü vardır. Bunlar, Acz, fakr, şefkat ve tefekkürdür. Bedizzaman hazretleri bunu şu cümlerle ifade etmiştir: “Cenab-ı Hakk'a vâsıl olacak tarîkler pek çoktur. Bütün hak tarîkler Kur'andan alınmıştır. Fakat tarîkatların bazısı, bazısından daha kısa, daha selâmetli, daha umumiyetli oluyor. O tarîkler içinde, kasır fehmimle Kur'andan istifade ettiğim "Acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür" tarîkıdır”(Sözler, 476).
Kur’an’ın verdiği bu dersten anlaşılıyor ki, bir mümin imanını inkişaf ettirdiği nispette Allah’a karşı acizliğini, fakirliğini/ ihtiyacını idrak eder. Rahmet ve kudreti sonsuz olan Allah’ın şefkat ve merhametini celpeden ve her şeyde Allah’a giden bir vuslat yolunu arar. Hikem-i Ataiye’de denildiği gibi, “Onu bulan neyi kaybeder.. Onu kaybeden neyi bulur..” ikazının hakikatini kavrar ve bütün işlerinde Allah’ın rızasını esas maksat yapar. Sonra, aşktan daha keskin olan şefkat sümbülünü koparmaya çalışır. Bu şefkatle hem kendi nefsini, hem de diğer insanları dünyevi ve uhrevi zararlardan korumaya çalışır. Tefekkür sümbülünü koparırken de gönül bağındaki iman gülünün açtığı şefkat çiçeklerine dört elle sarılır, bu çiçeklerin solmaması için hayat pınarından akan ab-ı hayatla her tarafı sulamaya gayret eder.
Yetkili-yetkisiz herkese
Bu şefkat düsturunun ne kadar önemli faydalar sağladığını, bu gül bahçesinin gönül bağlarında ne kadar güzel kokular saçtığını görmek için Bediüzzaman hazretlerinin konuyla ilgili şu sözlerine bakmak yeterli olduğunu düşünüyoruz.
Evet, aşağıdaki ifadelerde yer alan hakikatler, bu asrın en yetkili ağızından; Bediüzzaman’ın kaleminden yetkili ve yetkisiz herkse bir derstir. Umarız ders alınır.
“Benim ve Risale-i Nur'un mesleğinin esası ve otuz seneden beri bir düstur-u hayatım olan şefkat itibariyle; bir masuma zarar gelmemek için, bana zulmeden cânilere değil ilişmek, belki beddua ile de mukabele edemiyorum. Hattâ en şiddetli bir garaz ile bana zulmeden bazı fâsık belki dinsiz zalimlere hiddet ettiğim halde, değil maddî belki beddua ile de mukabeleden beni o şefkat men'ediyor. Çünki o zalim gaddarın, ya peder ve vâlidesi gibi ihtiyar bîçarelere veya evlâdı gibi masumlara maddî zarar gelmemek için, o dört-beş masumların hatırına binaen o zalim gaddara ilişmiyorum. Bazan da hakkımı helâl ediyorum. İşte bu sırr-ı şefkat içindir ki; idare ve asayişe kat'iyyen ilişmediğim gibi, bütün arkadaşlarıma o derece tavsiye etmişim ki, üç vilayetin insaflı zabıtalarının bir kısmı itiraf etmişler ki: "Bu Nur şakirdleri manevî bir zabıtadır; idare ve asayişi muhafaza ediyorlar…"(Şualar,372-373).
Adalet terazisinde toptancılık açık bir zulümdür
“Hiç kimse başkasının suçundan dolayı sorumlu tutulamaz” (Enam,6/164)mealindeki ayette ifade edildiği üzere, suçun şahsiliği esastır. İslam’a göre hak, haktır küçüğüne, büyüğüne bakılmaz. Bir tek ferdin hakkı-hukuku bütün inşaların hak-hukukuna feda edilmez.
Zulmün kıyamet günü bir zulümat ve karanlıklar boğumu olduğunu duymayanlar, bunu resulullah’tan duyabilirler. Çünkü sahih hadiste böyle ifade edilmiştir. Risale-i Nur’da ise çok uzun vurgular olmakla birlikte şu kısa tespitleri hatırlamak da, asıl maksat için kâfi ve vâfi olduğunu düşünüyoruz.
“…Ey mü'mine kin ve adavet besleyen insafsız adam! Nasılki sen bir gemide veya bir hanede bulunsan, seninle beraber dokuz masum ile bir câni var. O gemiyi gark ve o haneyi ihrak etmeye çalışan bir adamın, ne derece zulmettiğini bilirsin. Ve zalimliğini, semavata işittirecek derecede bağıracaksın. Hattâ bir tek masum, dokuz câni olsa; yine o gemi hiç bir kanun-u adaletle batırılmaz…”(Mektubat, 263).
Bu konuya daha açık bir ifadeyi kullanmak gerekirse, yine nurlu ifadeler arasında şunları hatırlayabiliriz:
“Nedir acaba? Şarkta bir nefer hata etse, garbda bir nefere askerlik münasebetiyle zahmet ve ceza vermek.. veya İstanbul'da bir esnafın cinayetiyle, Bağdad'da bir dükkâncıyı esnaflık münasebetiyle mahkûm etmek (…) hangi usul iledir? Hangi vicdan hükmeder? Hangi maslahat iktiza eder?”(Mektubat,64).
Yetkili-yetkisiz herkese şu iki hakikat ithaf edilir
Birincisi: İlahi takdirin kader fetvasına karşı takva zırhına bürünmek ve bununla korunmak şarttır. Çünkü: “Herşeyde, her musibette, hususan beşer eliyle gelen zulümlü musibetlerde, Risale-i Kader'de beyan edildiği gibi, iki sebeb var:
Biri: Zahiren esbaba bakan beşerdir. Diğeri: Kader-i İlahîdir. Beşer zahirî esbaba bakar, bazan yanlış eder, zulmeder. Fakat kader başka noktalara bakar, adalet eder. İşte bugünlerde elîm bir endişe ile Risale-i Nur dairesine temas eden üç mes'ele, adalet-i kaderiye noktasında manevî suale cevaben ihtar edildi” (Kastamonu Lahikası, 264 )
İkincisi: Fani ve fena bir adamın şu hakikatli ve şiirsel sözleridir:
“Zulmün topu var, güllesi var, kal'ası varsa;
Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır.”
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.