Bir şiir bir şair: Mustafa Oral
Mustafa Celep'in yazısı.
Mustafa ORAL. Şair, öykücü, yazar. 1 Aralık 1974, Balıkesir doğumlu. İlk ve ortaokulu Balıkesir’de, liseyi Kırklareli’nde bitirdi. Gazi Üniversitesi İşletme Bölümü mezunu (2001). Bir süre radyo programcılığı yaptı. Daha sonra yerleştiği İstanbul’da bir kamu kuruluşunda memur olarak çalıştı. Yazı hayatına 1993 yılında Yeni Asya gazetesinde başladı. İlk şiiri “Hüreyre” (Eylül 1998) ve ilk öyküsü “Sidre ve Cam”, Yedi İklim dergisinde yayımlandı. Daha çok öykü üzerinde yoğunlaştı. Deneme ve makaleleri; Zaman, Milli Gazete, Yeni Asya, Akit gazetelerinde, öykü ve şiirleri ise Yedi İklim, Dergâh, Kırklar, Okuntu, Polemik, Edebi Pankart, Şahdamar, Yağmur, Elif, Edebiyat Otağı, Yeni Dergi, Kelime ve Aryaevi dergilerinde yayımlandı. Karakalem, KitapHaber, Kitap Postası dergileri ile Kitap Zamanı’nda eleştiri yazıları yayımladı. Karakalem.net ve Risalehaber.com sitelerinde haftalık yazılar yazdı. Kelime ve Aryaevi dergilerinin editörlüğünü yaptı. Öykülerini, Sana Aşktan Soruyorlar (2002) ve Aşktan Öte Bir Yol (2006) adlı kitaplarında topladı. Yağmur Dergisinin 2007 yılında düzenlediği hikaye yarışmasında “Çakı, Kuş ve Mum” adlı hikayesi ile 3. oldu. “Mustafa Oral, aşk’ın haber’in kaynağı olduğunu anlattığı kitabında, bizi bu ilahi gerçeğin çevresinde, yüreğinde, kıyısız bucaksız ikliminde dolaştırmaktadır. Şiirsel dili, zengin çağrışımlarla örülü anlatımı, Risale eksenli okumaları, irfani edasıyla Oral, ‘sana ruhtan soruyorlar’ emrindeki ruh’u aşkla özdeşleştirir.” (Sadık Yalsızuçanlar) “Mustafa Oral bir yandan ucu geleneğe çıkan bir öykü tarzının izleğini takip ederken, bir yandan da klasik öykünün imkanlarından yararlanarak kıssa öykü tarzını yokluyor. Öykü dünyasında karşılaştığımız öykülerden farklı olarak değişik biçimleri, biçemleri ve tematik yapıları deniyor. Zaman zaman mısraa benzer tek cümleli paragraflar, noktalama işaretleri kullanılmayan cümleler, sayfanın genel görüntüsü içinde fotoğrafik disiplinler sunan biçimler kullanıyor. Felsefeden tarihe, sinemadan fotoğrafa, mektuptan şiire kadar bilim ve sanatın bazı dallarının tekniklerinden yararlanarak öyküsünü oluşturmaya çalışıyor.” (Yusuf Tosun). HAKKINDA: E. Eren Yılmaz (Millî Gazete 09.12.2002), Yusuf Tosun (Yedi İklim, Ocak 2003), Cahit Külekçi (Hece, 2003), Yusuf Tosun (Milli Gazete 01.11.2006). Selçuk Küpçük (Milli Gazete 11.01.2007- Röportaj)
Mustafa Oral’ın ‘Kızkulesi’ndeki Denizkızı’ şiirine, romantik salınımları olan, masal dünyasından etkiler alıp etkiler dağıtan, yer yer söyleyiş biçimi olarak (Cemal Süreya) İkinci Yeni’yi anımsatan, hikemi okumalarını da işletime soktuğu, kuruluş biçimi olarak sıkı-sağlam mısralarla ördüğü etkileyici bir şiir diyebiliriz. Soyut bir şiir ama tümden hayattan kopuk bir şiir değil bu. Oral soyut evrenini eskil dünyaya ait nesnelerle, kelimelerle somutlayabiliyor. Düşlemsel bir şiir yine de. Burada mesela Üsküdar’ın motor seslerini, balıkçıların bağrışlarını, dalgaların kulağımızı çınlatan gürültüsünü duyabilirdik. Düşlemsel deyişim bu yüzden. Düşlemden gerçeğin alanına geçmek, Oral’ın sesini de imgelerini de sertleştirecektir. Eminim. ‘Mesnevi okuyan bir levend’ pekâlâ kavgadan söz edebilir.
Kızkulesi’ndeki Denizkızı
/
bu limana uzaklardan selam veren bir çok gemi geçti de buralardan
bu yakınlardan senden ırak yıllar hiç geçmedi, hiç geçmeyecek sanki
/
sen Afyon yöresine ait bir şiirle giriş yapıyorsun aşka
denizin göğsünden padişah pulları derleyerek
ellerin binlerce yıl ayın alazından geçmiş sanki
sanki buğulu bir gümüş dağıtıyor yakamozlara
tarlalara saçılan çiğ buğday misali
kirpiklerin kılıcını çekmiş de mesnevi okuyan bir levendi biçiyor
yeşillendiğinde seni sarı renklere devşirecek göklerinden
geliyorsun parmaklarının geldiğini söylediği yerlerden
gözlerim, ah bu ağlamaklı gözlerim,
göremiyor, göremiyor senin nerelerden geldiğini
çadır gibi akasyaları örten, denizi öpen ellerinin coşkusundan
sonra işaretler, renkler, sözler, cüzler kitabı parmaklarından
göremiyor, deryaya yüzük gibi dizdiğin kadırgalara bakarken
sevdan sayrılı bir savaş aslında deniz yangınlarında
denizin sayfalarında saçlarının donanması göveriyor bir baksana
bir baksana takvimdeki şu ağrıyan denize
bir baksana bin beş yüz otuz sekize, ki bin dokuz yüz doksan sekize
deniz kızı ilerliyor kız kulesine, işte Preveze
ben ne bir korsanım, ne bir forsa, ne de Barbaros Hayrettin Paşa, bir baksana
oysa sen Preve deniz savaşını hatırlatan
kahverengi saçlarla, bakır rengi gözlerle
donanma donanma boy atıyorsun ufuklarda
tirkeşinde kaç bin korsan var, kaç bin forsa
aşka savaş açan bir levendi gözlüyorsun Kızkulesi’nde güya
bir manga menekşeyi bir kılıç gibi levendin göğsüne saplamak öyle mi
oysa şiir karanfilden bir burçtur her cenkte levende
sen bunu ne zaman öğreneceksin, sen bunlara ne zaman üzüleceksin
şimdi iniyorsun bir bayrak gibi denizin gönderinden
iniyorsun yanakların solgun bir güneş
dağ türküleri yakıyorsun sırtında Emirdağ’ın
Emirdağ güneşe ateş almaya gidiyor,
sen nereye gidiyorsun, sen nereye
gerçi gözlerinin Kızkulesi’nden döndüğünü
ellerinin duvaklarına alnını dayamış
çok şekerli cezayir kahveleri içen kayra söylüyor
sen neler söylüyorsun, sen neler söylüyorsun
artık kahve saçların gökkuşağına buluyormuş kendini, bulasın
gökkuşağı da sende buluyormuş kendini, bulsun
sen geceye dönmek üzereyken yalnızlığına devriliveriyormuşsun, devril bakalım
içmiş gibi oluyormuşsun aşkı deniz süvarisinin cezve gözlerinden, iç bakalım
oysa şimdi ben derya gibi dilleri olan deniz dervişleri ile ağlıyorum
ancak o zaman sızıp kalıyorum yatır başlarında
ancak o zaman sızılarım diniyor afyon tarlalarında
ancak o zaman seviyorum adaları, ada çaylarını
neyse… neyse bakır gözlü, neyse Emirdağ gülü
hatıraların sarhoşluğunda afyonum Köroğlu
konçerto, serenat, marş, mehter, bir de şiir, sade ve duru
biraz daha hatırla aşkı denizkızı, biraz daha hatırla yağmuru
Mustafa Oral