Selman IRLAYICI
Biri gelse..
Ömür sermayesini hayatlandıran imandır. Bu iman ve Kur’an davasında hayat pek çok dostları farklı zaman ve zeminlerde bir araya getirmiştir. Hiç bilmediğiniz bir kasabada, köyde bile sadece aynı yola baş koymuş olmanın verdiği kardeşlik yaklaşımlarını eminim ki pek çoğumuz yaşamışızdır. Hele bir de aynı davaya dakikaları, saatleri ve günleri katmışsanız, ‘ahiret’ kardeşliğine ulaşmışsınızdır artık. ‘Kardeş’ kelimesi bile, hissettiklerinizi ifade etmeye yetersiz gelir zaman zaman.
Peki, günün birinde bu dostlarınızdan biri gelse, senelerce birlik ve beraberlikle gayretlerinizi paylaştığınız ‘ahiret kardeşiniz’ davanıza muhalif sözler söylese, size muhalif bir hâl alsa ne yapardınız?
Kendimize fazla gördüğümüz ‘cehennem’ ve muhatabımıza da çok gördüğümüz ‘cennet’in varlığını ifade ile “Cennet ucuz değil, cehennem lüzumsuz değil” vecizesini mi terennüm ederdiniz? Yoksa, yanınızdan mı kovardınız? Veya siz de Üstadımız gibi, "İnsanda bu derece sukut olabilir mi? Ne kadar hakikatsiz bir insandı!" mı derdiniz?
Hikmet-ül İstiâze Risalesini (On üçüncü Lem’a) okuyanlarınız bilirler. Okumayanınız da yoktur elbette. Ancak ne kadar okumuş olursanız olun, Risale-i Nurlarda yazan hakikatlerle muhatap olmadan sindirebilmek pek kolay olmuyor. Okusanız da bilmiyor, bilseniz de anlamıyor, anlasanız da hissetmiyor, hissetseniz de sindirmekte zorlanıyorsunuz. Ama bir de aynı hâl ile karşı karşıya kalmış iseniz, aynı anda hem biliyor, hem anlıyor, hem hissediyor ve hem de sindiriyorsunuz, ifade edilmek istenen hakikati. Hakkalyakîn sûreti yani.
...
Üstad Bediüzzaman Hazretleri Hikmet-ül İstiâze Risalesinde şöyle anlatıyor:
“..Hattâ benim arkadaşlarımdan bazıları, yüz hakikat dersini kalben tasdik ile beraber, benden işittiği ve bana karşı da fazla hüsn-ü zannı ve irtibatı varken, kalbsiz ve bozuk bir adamın ehemmiyetsiz ve riyâkârâne iltifatına kapıldı; onun lehinde, benim aleyhimde bir vaziyete geldi. "Fesübhânallah," dedim. "İnsanda bu derece sukut olabilir mi? Ne kadar hakikatsiz bir insandı!" diye o biçareyi gıybet ettim, günaha girdim.
Sonra, sabık işaretlerdeki hakikat inkişaf etti.
..hem benim o biçare arkadaşım da yüz ders-i hakikati bir herifin iltifatına feda etmesi, düşündüğüm gibi çok sukut ve dehşetli alçaklık olmadığını anladım, Cenâb-ı Hakka şükrettim, o vartadan kurtuldum.”
...
Bu ifadeler, çevremizdeki insanlara bakışımızı değiştiriyor, değiştirmeli de. Bu demek değil ki, her şey eskisi gibi olur. Olmaz ve olmayacak elbette. Belki bir daha görüşmeyeceksiniz. Yanınızda istemeyeceksiniz. Yeniden birlikte olabilmeyi gereksiz bulacaksınız, fakat kimsenin arkasından gıybet etmek de yok artık. Ahiret kardeşliğini ahirete bırakmakta serbestsiniz, ama gıybet etmeye hakkımız yoktur, helal de değildir.
“..İnsanın hayat-ı içtimaiyesini ifsad eden bir desise-i şeytaniye şudur ki: Bir mü'minin bir tek seyyiesiyle bütün hasenâtını örter. Şeytanın bu desisesini dinleyen insafsızlar, o mü'mine adâvet ederler.
Halbuki Cenâb-ı Hak, haşirde adalet-i mutlaka ile mizan-ı ekberinde a'mâl-i mükellefîni tarttığı zaman, hasenâtı seyyiâta galibiyeti-mağlûbiyeti noktasında hükmeyler. Hem seyyiâtın esbabı çok ve vücutları kolay olduğundan, bazan birtek hasene ile çok seyyiâtını örter. Demek, bu dünyada o adalet-i İlâhiye noktasında muamele gerektir. Eğer bir adamın iyilikleri fenalıklarına kemiyeten veya keyfiyeten ziyade gelse, o adam muhabbete ve hürmete müstehaktır. Belki, kıymettar bir tek hasene ile, çok seyyiâtına nazar-ı afla bakmak lâzımdır.”
Ne dersiniz?..
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.