Hüseyin ÇEŞİTCİOĞLU

Hüseyin ÇEŞİTCİOĞLU

Bişkek- Antalya Diyalogları-4

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

(Bişkekli kardeşim Destan, müslüman arkadaşları ve Rusça'ya tercüme ederek Rus arkadaşlarıyla da bu diyalogları paylaşıp güzel geri dönüşler aldığını belirtiyor.)

"Mümin kardeşine tebessüm etmen sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yol göstermen sadakadır." Hadis-i Şerif

-Evet. Allah rızası için yapılan her mübah sıradan iş ve davranış sadakadır Sadakte ya Resulallah. 

"Zaman, dinin garip olduğu zamandır. Bu zamanda tâlibe az bir gayretle önceki zamanlarda çetin mücâhedelerle elde edilenden daha çok sevap verilir."

-Zaman ahir zaman. Dinin garip (yalnız- sahipsiz) olduğu bir zaman. Müslüman sayısı çok, mümin mücahit sayısı az. Müslüman hakim değil mahkum. Dünya görüşümüz doğrultusunda kurulmuş bir sistemimiz yok. Gelişmiş sistem sahipleri tarafından eziliyor ve peşinden sürükleniyoruz. Bu zamanda talibe ve İslam talebesine, eski zamandaki bir hizmete verilen sevaptan çok daha fazlası verilir. Zahmet/rahmet dengesi diye bir ölçü var. Bir iş bir sevap için ne kadar zahmet varsa o kadar rahmet ve sevap vardır.

Yalnız bu çok sevap amaç/gaye olmamalı. Olursa gizli şirk olur. Ancak talebeyi şevklendiren/kamçılayan bir şey olmalı. Ayrıca biz görevimizi yapar Allah'ın işine karışmayız. Netice/sevap sayısı bizim işimiz değil. Hatta düşünmek bile zarardır. Allah rızasının amacı sevap kazanma hırsına dönebilir. Bu dönüşüm farkında olmadan olur. Bu yüzden sık sık "bu yaptığımın amacı nedir" diye kendimizi sorgulamalı- zerinde düşünmeliyiz.

"Sükutun en küçük faydası sıkıntı ve belalardan kurtulmaktır. Bu da iyilik olarak yeter."

-Sükutun faydaları çoktur. Ama zararları da çok olabilir. Lüzumsuz zararlı şeyleri söylememek güzeldir. Söylediğimizde ya doğru söyleyeceğiz ya susacağız. Üstad Said Nursi, "her söylediğin doğru olmalı fakat her doğruyu her yerde söylememelisin" der. Bu 'ya hayır söyle ya sus' hadisinin açıklamasıdır.

Susmak nasıl günah olur? Doğru yerde doğru şekilde doğruyu konuşmayıp susmak günahtır. Nitekim Peygamberimiz (sav), "en büyük cihat zalim hükümdarın yüzüne hakkı söylemektir" buyurdu.

Bunu en güzel yapan iki imamdan biri İmam Azam (ra) diğeri İmam Bediüzzaman'dır (ra). Haksızlık karşısında dine, imana, kitaba, vatana, millete karşı yapılan saldırı ve hakaretler karşısında susmak müslümana günah olarak yeter. Kesin bir mecburiyet varsa konumuz dışındadır. Allah bu dili haksızlık karşısında susalım, konuşurken öter gibi şakıyalım diye vermedi.

"Tasavvuf herkesin yükünü çekmek ve kimseye kendi yükünü çektirmemektir."

-Tasavvufun böyle tanımı olabilir. Bunun tam açıklaması müminin derdiyle dertlenmek, çare olmaya çalışmaktır. Çünkü müminler bir vucudun azaları gibi buyurdu Allah Resulü. Bunu yaparken kimseye yük olmamak veya kendimizi aşırı bitkin düşürüp zayıflayarak başkalarına yük de olmamalıyız.

"Müslüman, paraların yanında Hakk’a teslim olandır."

-Müslüman para, makam, şöhret, kadın, tüm dünya ve içindekilere rağmen Hakka teslim olandır. Bu müslüman, müminliği zirveye çıkan müslümandır. Ancak kalbi iman eden, aklı ikna olan, vicdanı izan (tasdik) eden mümin ancak daima Hak ile beraberdir. Yoksa İslam'ın gücüne veya güzelliğine bakıp taraf olan değil. Böyle müslümanlar için ayette "İman ettik demeyin iman kalbinize henüz girmedi.Teslim (müslüman) olduk deyin" buyrulur. (Hucurat 14.)

"İnsanın nefsi ve benliğini yok etmesi lazımdır."

- İnsan nefsini ve benliğini yok edemez. Etse bile bunların görevini başka duygular üstlenir. Mesela nefsin yerini asab-sinirler alır. Esas olan nefis ve eneyi iki güçlü binek gibi kullanmaktır. Çünkü bunlar bizi taşıyıp yükseltmek için verilmiştir. Hz. Peygamberin (asm) daimi duası "Allah'ım beni bir an bile nefsimin eline bırakma" yakarışıdır. Hz. Yusuf (as) ise, "innen nefsi emmareti bisui İlla ma rahime rabbi" diyordu. (Yusuf suresi)

Peygamberler bile nefsinden Allah'a sığınıyorsa herkes nefis ve enaniyeti için Allah'a tazarru ve niyazda bulunur. Bu mesele tasavvufta tam anlaşılmadan karıştırılan bir meseledir.

"Kalbimizi nefis ve şeytana bırakmayalım. Düşman düşmana acımaz."

-Kalbimizi nefis ve şeytana bırakmayalım. Hergün imanımızı tefekkür ve marifetullah ile yenileyelim. Hergün takva zırhımızı güçlendirelim. Hergün salih amel ve hasanetımızı ihmal etmeyelim. Nihayet hergün tövbe istiğfarımızı yapalım. Hergün ümidimizi diri tutacak şeyleri görelim. Hergün ümit artırıcı bir şeyler yapalım.

"Karşınızdaki size ne kadar kızarsa kızsın siz yumuşak davranın. Kötü kelimelerle cevap vermeyin."

-Doğru. En güzeli bu. Ama çok zor tabii. Birgün Resulullah EbuBekir sıddık ile Mescidi Haram'da sohbet edyordu. Ebu Cehil gelip peygamberimize kötü söz söylemeye başladı. Biraz sonra Hz. Ebubekir'in kafası attı ve kötü sözlerle karşılık verdi. Peygamberimiz kalkıp gitti. Ebubekir de arkasından gitti. Kızdığını anlamıştı. Üzülüp telaşlandı. Allah'ın sevgilisi "Sen sabrederken Cebrail ona cevap veriyordu. Sen de kötü sözle cevaplayınca şeytan yanımızda hazır oldu. Ben lanet şeytanla bir arada bulunmam" dedi. Demek ki kötü söz ve öfkenin olduğu yerde lanet şeytan hazır oluyor.

"İnsanı Allah Teâlâ’nın af ve mağfiretine kavuşturacak işlerden biri de açları ve yoksulları doyurmaktır."

-Maun suresi bu işin önemi için yeter ve artar. Canı bile emanet olan kişi için malın sahipliği nedir ki? "Ahir zamandaki yoksul ümmetimin küfründen korkuyorum" buyurdu Allah resulü Muhammed (asv).

Aç, çıplak insan her tehlikeye açık, her saldırıya da hazırdır. Açlık ve yoksulluk küçük yaşta veya uzunca devam ederse benliğine yapışır kalır. Yoksulluk içine yerleşir. Sonra zengin ve hep tok olsa da artık o kimsenin 'yoksulluk içindedir.' Yoksulluk, çaresizlik ,ayrılık gayrılık, marifetsizlik eğitimsizlik müslümanın en büyük düşmanlarıdır dedi Üstad Said Nursi. ( Münazarat)

"Dünyada gönül zenginliği içinde bulun ki, Allah seni sevsin. Başkasının malına göz dikme ki insanlar tarafından sevilesin."

-Gönül zenginliği kolay değil. Bunun adı züht ve istiğnadır. Üst bir seviyedir. Bu makamda insanların elindekine göz dikmek değil elindekini de vermek vardır.

"İnsanların en hayırlısı uzun ömürlü olup amelleri en güzel olandır." (Hadis-i Şerif)

-Allah Resulü (asm) doğru ve hak buyurdu. Uzun ömrün hayrı, güzel amelle olursa güzeldir. Esas maksat da budur. Yani salih amel hasen işlerle geçen uzun ömür hayırlı ve güzeldir.

huseyin_cesitcioglu.jpg

(Üstad Said Nursi'nin Burdur'a sürülürken bir gece kaldığı; Antalya Tekeli Mehmed Paşa Camii. Solda Kırgız Ali, sağda Bişkekli Destan'la beraber-2018)

-"Mümin kardeşine tebessüm etmen sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yol göstermen sadakadır." Hadis-i Şerif

-Evet. Allah rızası için yapılan her mübah sıradan iş ve davranış sadakadır Sadakte ya Resulallah. 

"Allah’a hizmet etmekle mutlu olana bütün eşya hizmet etmekten mutluluk duyar."

-Allah'ın dinine hizmet edene Allah da yardım eder. "Kim benim dinime yardım ederse, O'nun eli, ayağı, gözü olurum" buyrulur bir kutsi hadiste. Haliyle Allah'ın kontrolünde olan herşey/eşyada muhlis mümine yardımcı olur.

Ancak mutlak bir beklenti içinde olamayız. Bu yine gizli şirke girebilir. Ummadığımız hatta düşünmediğimiz bir zamanda bu yardım gelebilir. Bekler de gelmezse hayal kırılığı ve ümitsizliğe düşeriz. Hem beklenti Allah ile pazarlık yapmaya da benzer. Haşa hiçbir mümin bu duruma düşmemeli.

"Nerede olursan ol, Allah’a karşı gelmekten sakın. Yaptığın kötülüğün arkasından bir iyilik yap ki bu onu yok etsin." Hadis-i Şerif

-Allah Resulü Muhammed Mustafa sallallahü aleyhi vesellem hak ve doğru söyler. Allah'a karşı gelmek demek, Allah'ın emrettiğini yapmamak, yasakladığını yapmak demek. Katip/kameracı melek devamlı çekimimizi yaptığı için, meleklerden gizli bir yer olamaz. Nerde olursan ol demek çok zor şartları da içine alır. Mesela, askerlik ortamı Allah'ın istediğini yapma, istemediğini yapmama açısından çok zor bir ortamdır. Burada, üstad Bediüzzaman'ın formülünü uygulamak lazım. Hal tavır ve sözlerimizle iman ve İslam'ın aslını, özünü yapıp yaşamalıyız. Esastan taviz vermemeli, ayrıntıya fazla önem vermemeliyiz.

"Biz öyle zatlara yetiştik ki onlar dağlar kadar hayır amel işleseler ona bakıp aldanmazlardı." Bişr-i Hâfî (k.s)

-Tarih boyunca dağlar kadar hayır hasenat işliyen insanlar pek çoktur. Ama esas olan amelde çokluk değil niteliktir. Yani ihlas seviyesi, ihlas katsayısıdır. Buna keyfiyet/kalite denir.

Bazı zor şartlarda bir gram salih amel bin kilo amelden daha önde olabilir. Mesela, düşman karşısında bir saat nöbet, yıllarca işlenen nafile sevaplardan üstün olabilir. Ya da, dağ başında bir saat tefekkür/ tezekkür aylarca yapılan bir sevabın önüne geçebilir. Zor ve korku ortamında hak ve hakikatı haykırmak pekçok sevabı geri bırakabilir.
Kısaca sevabın, amelin sayısı değil ihlaslı oluşu çok önemlidir. Ayrıca dünya kadar da olsa, amele/ sevaba güvenmek ucubtur. Bu ise dalalettir. Çünkü sevapta niyet edip ilk adımı atmaktan başka bir şey yapamayız. Bu ise o işin olması için onlarca şarttan ancak bir ikisidir. O güzel işi onaylayan ve her sebebi halkeden/yaratan Cenabı Hak'tır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.