Biz hatasız mıyız?

Üstadımız “ben hatadan hali değilim, layuhti değilim” diyor. Biz talebeleri de hali haliyle hatasız olamayız. Hatamızı bilmek ve itiraf etmekle affa müstehak oluruz. Aksi halde kusurunu bilmemek ve kendini hatasız kabul etmek o kusurdan daha büyük bir kusur ve hatadır. Hem hatamız devam ederse tokadın devamına fetva vermiş oluruz.
Evet, Üstadın beyanıyla “Musibet hatanın neticesi mükâfatın mukaddimesidir.” Lemaattaki hakikatleri bir hatırlayalım.
“Hangi ef'âlinizle kazaya, hem kadere şöyle fetvâ verdiniz ki, kazâ-i İlâhî musibetle hükmetti, sizleri hırpaladı?
Hata-yı ekseriyet olur sebep daima musibet-i âmmeye. “

Şimdi başta Van ve civarındaki ehl-i imanın ve sonrada bütün Anadolu’daki Nur talebelerinin bir nefis mürakabesi ve muhasebesi yapması lazım.
İnsan hatadan hali olmadığını göre, bizler ne hatalar işledik, nerede yanlış yaptık ve bu şefkatli tokada müstahak olduk, deyip taharri etmeliyiz.

Evvela; Ümmeti Muhammedi (ASM) sahili selamete çıkaran bir sefine-i Rabbaniye’de çalışan hademeler olan Nur talebeleri acaba şimdi bu serbesti ve fanteziliğin hükümran olduğu zamanda ihsanı ilahi tarafından omuzlarına yüklenen ulvi ve Kutsi vazifelerimizi bi hakkın yerine getiriyor muyuz?
Yeknesaklık ve ülfet perdesi altında rehavete kapılıp tembellik döşeğine mi yaslanmışız acaba?
Nurları ilk tanıdığımız zamanlarda ki gibi risaleleri okuma ve mütalaa etmede aldığımız zevk ve şevk ve lezzeti şimdi aynen alabiliyor muyuz?
İmanımızı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve ahl-i imanın imanına kuvvet vermek ve Kur’an’a hizmette ilk zamanlarımızda olduğu gibi, siyasi olayların havasına ve dünyevi şeylerin heyecanına kapılmadan devam ettiğimiz gibi devam ediyor muyuz?
Cebimizde, arabamızda, otobüste, trende, dairede, çalışma masamızda fazladan bulundurduğumuz bir risaleyi ihtiyaç sahibi birine ulaştırmada azami gayret gösterip eskide olduğu gibi bunun harika heyecanını ve lezzetini duyuyor muyuz?

Nur talebesinin virdi ve zikri olan günlük evrat ve nurların mütalaasında, ülfete girip şevk ve heyecan duymayarak kitap seçerek işte iş olsun diye elimize rastgele risaleyi alıp şöyle bir evirip çevirip, aklı işte gözü dervişte misali bir iki sahife okur hale mi geldik?
Yoksa basit ve zail ve faydasız bir futbol maçını veya gafleti idame ettiren bir televizyon dizisini veya filmini derse gitmeye tercih ile cam parçalarını elmasa tercih ediyor hale düşüyor muyuz?

Yoksa Nur ahiret kardeşlerin arasında ceviz kabuğunu doldurmayan meselelerden bir çekinmeklik, bir kırgınlık bir dargınlıkları mı var? Yani gönül faylarında bir kırıklık bir diğer gamlık bir çatışma mı var? Yer altındaki fayları gönül faylarındaki çatlaklıklar etkiliyor olmasın.?

Hapis yok, işten ve aştan olma endişesi yok, aşağılanma, ötelenme yok, maddi sıkıntı ve imkânsızlıklar yok,ve ne yapalım denilecek hiçbir mazeret yok, böyle maddi imkanlarımız bollaşmış ve çoğalmış.

Kur’anımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa cenneti de istemem diyen bir koca Üstad’ın talebeleri olarak var kuvvetimizle bu necip milletin imanını kurtaracak ve kuvvetlendirecek çareler için çırpınmak lazım iken bir elimiz yağda bir elimiz balda, keyfini ve menfaatini düşünen hodgam insanlara mı gittikçe benziyoruz?
Bir kilo pirinçle üç ay idare eden Aziz Üstadımızın o muktesit ve fakirül hal hayatını unuttukta en küçük mahalli sohbetlerde dahi kuzu kavurmalı bol çeşitli yemeklerin düşük çeneliğini yapıp bol ziyafetlerin çarelerini konuşur şikemperver hale mi geldi geldik.?
Daha fazla bilmem uzatmaya gerek var mı?

“Çünkü zelzele ve harp gibi belâların ref'ine bir sebep Risale-i Nur'dur. Onun tatili belâları celb eder diye bir gizli îma olabilir” diyor Bediüzzaman.

Bu musibetimizden kaçmak ve kurtulmak, iki cihetle kabil değildi:
Birincisi: Kader-i İlâhi kısmetin bir kısmını çadırlarda, konteynırlarda ve sair şehirlerde Nur talebelerine ve sair insanlara yedirmek için herhalde bir kısmı değişik yerlere yerleşecekti.
İkincisi: Bu musibete kardeşlerin hatalarını bir sebep görüp onlardan gücenmek ve Risale-i Nur'dan çekilmek. Bu ise, maddî musibetten daha büyük bir mânevî musibettir.
Bazıların hataları yüzünden gelen musibeti bahane edip kardeşler ile uhuvveti zedelemek, onlara gücenmek öyle bir zarardır ki tarif edilmez. Depremden daha yıkıcısı olanı budur bence.

Yıkılan evleri binaları yenilersiniz, daha iyisini yaparsınız, fakat kırılan kalpleri tamir etmek zordur, kalpleri yapabiliyor musunuz, muhabbet kuleleri inşa edebiliyor musunuz?
Resul-i Ekrem (ASM) Uhut’un nihayetinde 70 sahabenin şehadeti nedeniyle ashabına hiddet göstermediğini ve bazı ağabeylerin ihtiyatsızlıkları neticesindeki hapis musibetine neden olanlara Üstadımızın serzenişte bulunmadıklarını ve Kader’e teslim olduklarını görüyoruz.
Demek rehber edinmemiz gereken büyük şahsiyetler musibet ve belalarda etrafındakilere böyle bir tavır almışlar. Belki daha ziyade şefkat ve merhametle etrafındakileri kucaklamışlar.

Asıl hüner böyle fena zamanlarda kardeşlerine merdane ve fedakarane vaziyetleri takınmaktır. Yoksa kırk yıllık hukuklar kırk paralık şeylere feda ediliyorsa asıl ağlanacak hazin tablo budur. Dostu ağyar etmek hüner değil. Düşmanı dost edebiliyor musun?
Üstadımız,” tam bir sabır ve şükür ve tahammülle musibet halimden memnunum. Musibete şükür ise, musibetteki sevap ve uhrevî ve dünyevî faydaları içindir.”diye mukabelede bulunuyor.

Madem o geçici deprem musibeti daimi ve baki nimetlere inkılâp etmiş, yok’tan elem almayarak Rahmet ve Kader-i İlahiye teslim olmak, merak etmemek ve musibeti merakla iki misline çıkarmak hatasını işlememek, her şeyin güzel cihetine bakmak, Rahmetin cilvelerini görmek, Sani-i Hâkimin Kudret ve Hikmet ve Adaletine itimad etmek, Kudsi hizmeti Kur’aniyemizi düşünüp fani zahmetlere ehemmiyet vermemekle mükellefiz.
Şimdiye kadar Risale-i Nur'un hizmetinde inayet-i Rabbâniyenin tecellîsini inkâr edilmeyecek derecede hepimiz az çok görmüşüz hissetmişiz.Bunu etrafımıza günlerce anlatmışız.

Madem elimizden kazâya rıza ve kadere teslim ve hizmet-i imaniye ve Kur'âniye ve nuriyenin verdikleri büyük ve kudsî teselliden başka bir şey gelmiyor.
Elbette bize en elzem iş, telâş etmemek ve meyus olmamak ve birbirinin kuvve-i mâneviyesini takviye etmek ve korkmamak ve tevekkülle bu musibeti karşılamak ve habbeyi kubbe yapmamak lazımdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum