BT Bakanlığı'yla, inovatif kalkınma dönemine
Sizin ne yaptığınız değil ne işe yaradığı önemlidir. Uygulamaya dönüşmeyen bilginin önemi yoktur.
Osman Çakmak*'ın yazısı
Ülkede bilim rehber ve iktidar değil aksesuar durumdadır. Evet sizin ne yaptığınız değil ne işe yaradığı önemlidir. Uygulamaya dönüşmeyen bilginin önemi yoktur. Bilim, Teknoloji ve Sanayi Bakanlığı'nın önceliklerinden birisi bu olmalıdır.
4 sene önce bir önceki hükümetin kuruluş döneminde "Bilim ve Araştırma Bakanlığı kurulsun" başlıklı bir yazımızda şunları yazmıştık; "Türkiye'de bilim ve teknoloji potansiyelinin en büyük hendikapının şuurlu bir siyâsî irâde desteğinden mahrum olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Eğer bir Bilim ve Araştırma Bakanlığı kurulursa, bilim dünyamızın problemlerine sahip çıkılması ile üniversite-sanayi işbirliğinin oluşması için ülkemiz, kendi içindeki ve dünyadaki hedeflerini kısa, orta ve uzun vadeli olarak vakit geçirmeden ortaya koymaya başlayacaktır. Böylece, sanayicilerimiz hangi alana yatırım yapacakları konusunda belirsizlikten ve başıboşluktan kurtarılacak hem de üniversiteler 'amaçsız ve işe yaramayan araştırmalarla' uğraşmaktan vazgeçeceklerdir." (15 Ağustos 2007, Haber 7). Ülkenin bu acil ihtiyacının nihayet gerçekleştiğini görüyoruz. Üniversitelerimiz ve topyekün bilim dünyamız için hayırlı olsun.
Şimdi beklenen bakanlık Bilim Teknoloji ve Sanayi Bakanlığı adı ile hayata geçti. Hayırlı olsun. Temennimiz bu bakanlığın ülke bilim adamı ve araştırmacılarına ve bilim sorunlarına muhatap alacak bir makam halini alması. Bakanlık doğru bir misyon üstlenirse bir çok şeyin değişmesini yani ezberlerin bozulmasını bekleyebiliriz.. Bakanlık doğru hedefini bulursa, bilimin iktidarı ve rehberliğinde kalkınma dönemini başlatılabilir. Bunun bir anlamı şudur: İş dünyasında imalat-taklit ve kopya teknolojiler yerine artık buluş temelli, "inovasyona" dayalı kalkınma dönemine girilebilir.
BİLİMSEL YAYIN ÖNEMLİ AMA
Peki bakanlık beklenen dönüşümlerin başlatılabilmesi için işe nereden başlamalıdır? Sanırım bakanlık öncelikle üniversitelerin toplumsal kalkınmaya olan katkısını ve rolünü ele almakla işe başlayacak ve bu konuda hükmeden yanlışları gündeme getirecektir.
Peki üniversitelerimizin temel yanlışlığı ve eksikliği nedir? Proje seçiminde olsun akademik terfilerde olsun akademik değerlendirme kriterlerine bakınca gerek TÜBİTAK olsun ve gerekse de YÖK olsun, gerekse diğer bilim kurumları yayın ve makale yapılınca özellikle uluslar arası atıf dizinine –SCI- giren dergilerde her şey halloluyor havası veriliyor. Bu yüzden de ülkede bilimin uygulamaya dönüşme yetersizliği ortaya çıkmıştır. Türkiye yayın sayısı bakımından son yıllarda büyük gelişme göstermiştir, dünya sıralamasında iyi bir noktaya gelmiştir. Ama bilimin teknolojiye ve toplumsal yarara dönüşümüz bakımından üniversitelerin uygulama ile müthiş derecede bir kopukluk içinde. Bu verilen eğitimde olduğu gibi araştırmalarda da öyle.
Bilimin teknolojiye dönüşümünün bir göstergesi olan patent üretimine baktığımızda dünya sıralamasında Türkiye 80. sıralarda kalmaktadır. Bu gösterge resmen bilimin ülke kalkınma-gelişmesinde yer almadığının göstergesi olmaktadır. Ülkede bilim rehber ve iktidar değil aksesuar durumdadır. İthal ileri teknoloji ürünlerini kullanıyor olabilirsiniz. Ama lütfen şu gerçeğin farkında olalım. Bilimi-teknolojiyi üretmek ile kullanmak aynı şey değildir.
Üniversitelerimiz sadece yabancı dilde SCI denen bilimsel indekste yer alan dergilerde yayın yapmaya odaklanmış vaziyette. İlginçtir ki kimse şu soruyu sorma idraki ya da cesareti gösteremiyor: Yayın sayısı artınca acaba Türkiye gelişecek mi? Gelişmiş ülkeler gelişmişlik düzeyini SCI yayını ile değil yüksek teknoloji ürünlerinin satış rakamları ile ölçüyorlar. Bu ülkeler işe yararlı bir buluş yaptıklarında onu kesinlikle yayınlamıyorlar. Sonuç çıkarmadan, onu uygulamaya dönüştürmeden, daha gelişmişini bulmadan dışarıya duyurmuyorlar. Kendisi daha üst bir teknolojiye geçince de patent olarak yüklü para ile dışarıya satıyorlar. Evet, bir ülkenin kalkınmışlığı ve gelişmişliği bilimsel yayın sayısı ile değil, bilimin teknolojiye dönüşmesi ile ölçülür. Bir ülke insanı üniversiteleri ile yenilik ve patent üretebiliyor ve bunu fikri mülkiyet yönetimi ile ticarette kullanabiliyorsa o ülke kalkınabilmektedir.
ÖNCELİK BİLİM POLİTİKASINDA OLMALI
Görüldüğü gibi üniversitelerde her şey uygulamaya değil, bilimsel makale üretmeye odaklanınca- topluma ne verdiği sorusu sorulmayınca üniversiteler lisenin devamı ve öğrenciye sadece diploma veren kurumlar olarak addedilmeye başlanmıştır. Esnaflar ve piyasa üniversiteyi beyin takımının yer aldığı ve her türlü toplumsal sınai soruna çözüm bulduğu kurum yerine öğrencilerin alışverişleri ile piyasayı şenlendiren kurum olarak görmektedir sadece öğrenci sayısının artması ilgilendirmektedir. Siyasilerimizin anlayışı esnafın anlayışını desteklemektedir. Siyasetçi, zaten yenilik ve teknoloji lazım olunca parayı bastırınca teknolojiyi satın alırız düşüncesindedir.
İşte bilim toplumu olmamızın önündeki bu yanlış kanaatlerin giderilmesi yeni bakanlığın önündeki zihniyet sorunu olarak çözüm bekliyor. Bakanlık oluşturacağı yeni projelerle şunları anlatmalıdır: Teknoloji transferi ile lisans ve patent satın almakla yetinen ülkelerin bir adım bile ileri gidememektedir. Türkiye'yi teknoloji, askeri teçhizat ve sınai donanım konusunda başka devletlere bağımlı halden kurtarmanın yolunun ısrarla takip edilen ve doğru bir şekilde belirlenmiş bilim ve araştırma politikaları ile mümkün olabilir.
Doğru sonuçlara ulaşabilmek için doğru sorular gündeme getirmeliyiz. Yeni bakanlık şu temel soruları gündeme getirmelidir.
Bugün ülkede sanayi hangi tür araştırmalar yapılmalıdır? Hangi tür araştırmalara yönlenmelidir? Üniversitelerimiz ne tür yatırımlar yapmalıdır? Hangi tür konularda doktoralı bilim adamları yetiştirmeliyiz? Ülkemizin ulusal kaynaklarını bilim ve teknoloji açısından nasıl değerlendirmeliyiz? Sanayiyi nasıl motive etmeliyiz?
Öncelikle yapılması gereken, özel ve kamu kuruluşlarımızın katkıları ile bilim politikamızı ve araştırma hedeflerimizi ve eğitim stratejimizin oluşturulması, maddi ve manevi güçlerimizi harekete geçirilebilecek bilime dayalı kalkınma stratejilerinin başlatılmasıdır.. Üniversite – sanayi işbirliğinin kurulmasının önündeki engellerin kaldırılmasıdır. Ülkenin öncelikli ihtiyacı budur.
İSRAİL ÖRNEĞİNE BAKALIM
Kore'ye, Japonya gibi çok uzağa gitmeye gerek yok. Tank, uçak, helikopter ve füze teknolojisi; domates tohumu gibi biyoteknolojik ürünler için kapısını aşındırdığımız İsrail'e bakalım ve bu ülkenin bilgiyi uygulamaya nasıl dönüştürdüğüne bir göz atabiliriz. İsrail'in bilimsel yayın sayısı Türkiye'den daha geride olduğu halde patent üretiminde Türkiye'den 50 kat daha ileride bulunmaktadır. Nüfusu Türkiye'nin onda biri bulunan İsrail teknoloji üretebiliyor ve malum gücünü bilimden aldığı açık bir gerçek.
İsrail'in yapabildiğini biz neden yapamıyoruz? Bu soruya cevabı, sadece üniversite sistemine bakarak verebiliriz.
İsrail'de üniversitelerde ve enstitülerde de her iki yılda bir araştırmacı ve bilim adamları bilimsel çalışma kalitesi ve topluma sanayiye katkısı ile değerlendirilir. Çalışanla çalışmayanın aynı seviyede tutulduğu, ucuz kriterlerle doçent ve profesör olma anlayışı yoktur. Doktora ve yüksek lisans çalışmaları çoğu kere bizzat uygulamanın –sanayinin problemlerinden seçilir. Bir bilim adamı terfi ederken sadece yayın ve makale adedi kriter değildir. Bilim adamının, yetiştirdiği araştırmacı sayısı, İsrail endüstrisi için yaptığı katkılar (sinai/ekonomik/kültürel), birimine yaptıkları, ulusal komitelerdeki rolü ve diğer etkinlikler, hatta seminerler bile dikkate alınır. Bizde bakan ve bürokratların bilimsel toplantılarda boy göstermesi adetten değildir. İsrail'de katıldığım bir kimya kongresinde bakan ve yetkililerin de katıldığını görmüştüm. Sonra öğrendim ki bu mutat bir durum ve bilimsel kongreler ilgili bakanlık ve yetkililerce dikkatle izlenmekte, sonuçları değerlendirilmektedir.
Sonuç olarak üniversitelerimiz bilimsel yayın konusundaki yanlış politikalardan bir an evvel kurtarılmalıdır. Ülkemiz bilimsel yayın bakımından dünyada belli bir yere geldi. 2008 yılı itibarı ile Türkiye bir yılda 85 patente karşılık 18 bin bilimsel makale üretiyorsa Türkiye'de bir bilim araştırma potansiyeli var demektir. Bu potansiyel uygulamaya inovasyona ve teknolojiye niçin dönüşemiyor? Evet cevabını ısrarla arayacağımız soru bu olmalıdır.
Evet sizin ne yaptığınız değil ne işe yaradığı önemlidir. Uygulamaya dönüşmeyen bilginin önemi yoktur.
* Gaziosmanpaşa Üniversitesi Öğretim Üyesi
Yeni Şafak