Bu, Allah’ın sînelerinizde olanı denemesi, hem kalblerinizde olanı temizlemesi içindir

Bu, Allah’ın sînelerinizde olanı denemesi, hem kalblerinizde olanı temizlemesi içindir

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Âl-i İmrân Suresi 152-155. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

152 . Ve and olsun ki Allah, (siz) izni ile onları öldürürken, size olan va‘dini yerine getirmiştir; tâ ki (Allah) arzu ediyor olduğunuz (zafer)i size gösterdikten sonra, zaafa düşüp (peygamberin geçidi tutan okçulara verdiği) emir husûsunda ihtilâfa düşerek isyân ettiğiniz zamâna kadar! İçinizden dünyayı (ganîmeti) isteyen de vardı, (ve yine) içinizden âhireti isteyen de vardı. Sonra (Allah) sizi imtihân etmek için, sizi onlardan (onları mağlûb etmekten) alıkoydu. Bununla berâber muhakkak ki (O) sizi affetti. Hem Allah, mü’minlere karşı (pek büyük) ihsan sâhibidir.

153 . O zaman (siz harb sâhasından) uzaklaşıyor ve kimseye dönüp bakmıyordunuz, peygamber ise arkanızdan sizi çağırıyordu; böylece (Allah) sizi, keder üstüne kederle cezâlandırdı. Tâ ki ne elinizden gidene, ne de başınıza gelene üzülesiniz! (1) Çünki Allah, yapmakta olduklarınızdan hakkıyla haberdardır.

154 . Sonra o kederin ardından (Allah) üzerinize bir emniyet, bir uyku indirdi ki, (o hâl) içinizden bir tâifeyi (samîmî mü’minleri) bürüyordu; (münâfıklardan) bir tâife de vardı ki, doğrusu nefisleri, kendilerini derde düşürmüş, Allah hakkında haksız yere, câhiliye zannıyla zanda bulunuyorlardı. “Bu işten (zafer ve gālibiyet va‘dinden) bize bir şey var mı?” diyorlardı. (Ey Resûlüm!) De ki: “Şübhesiz iştamâmıyla Allah’a âiddir!”(2) Sana açıklayamayacaklarını içlerinde gizliyorlar. (Birbirlerine:) “Eğer (Muhammed’in dediği gibi) bu işten bize bir şey olsaydı, burada öldürülmezdik” diyorlardı. De ki: “Evlerinizde bile bulunsaydınız, üzerlerine ölüm yazılmış olanlar, (öldürülerek) yatacakları yerlere mutlakā çıkıp giderlerdi!” Artık (bu, birçok hikmetler ve) Allah’ın sînelerinizde olanı denemesi, hem kalblerinizde olanı temizlemesi içindir. Çünki Allah, sînelerin içinde olanı hakkıyla bilendir.

155 . Şübhesiz ki (Uhud’da) iki ordu karşılaştığı gün, içinizden geri dönüp gidenler yok mu, şeytan ancak, yaptıkları bazı şeyler (hatâlar) yüzünden onları(n ayaklarını îmandan) kaydırmak istemişti. Buna rağmen and olsun ki Allah onları affetti. Muhakkak ki Allah, Gafûr (çok bağışlayan)dır, Halîm (azabda hiç acele etmeyen)dir.

1- Burada zikredilen “keder üstüne keder”, Resûl-i Ekrem (ASM)’ın ölüm haberinin yayılması, yaralanmalar, öldürülmeler, müşriklerin muvaffakıyeti, ganîmetin elden gitmesi ve Allah’ın yardımından mahrum kalmaları gibi, harb esnâsında sahâbelerin çektikleri çok büyük sıkıntılardır. (Nesefî, c. 1, 282)

“Aklı başında olan insan, ne dünya umûrundan (işlerinden) kazandığına mesrûr olur (sevinir) ve ne de kaybettiği şeye mahzûn olur. Zîrâ dünya durmuyor, gidiyor. İnsan da berâber gidiyor. Sen de yolcusun. Sen de gidiyorsun. Bak, ihtiyarlık şafağı kulakların üstünde tulû‘ etmiştir (doğmuştur). Başın yarısından fazlası beyaz kefene sarılmış. Vücûdunda tavattun etmeğe (yerleşmeye) niyet eden hastalıklar, ölümün keşif kollarıdır. Maahâzâ (bununla berâber), ebedî ömrün önündedir. O ömürde, bâkîde göreceğin rahat ve lezzet, ancak bu fânî ömürde sa‘y ve çalışmalarına bağlıdır. Senin o ömr-i bâkîden hiç haberin yok! Seni ölüm sekerâtı uyandırmadan evvel uyan!” (Mesnevî-i Nûriye, Habbe, 115)

2- “Eğer denilse: Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm mâdem Habîb-i Rabbü’l-Âlemîn’dir (âlemlerin Rabbinin sevgilisidir). Hem elindeki hak ve lisânındaki hakîkattır. Ve ordusundaki askerlerin bir kısmı melâikedir! Ve bir avuç su ile bir orduyu sular! Ve dört avuç buğday ve bir oğlağın etiyle bin adamı doyuracak bir ziyâfet verir! Ve küffar ordusunun gözlerine bir avuç toprak atmakla o bir avuç topraktan her küffârın gözüne bir avuç toprak girmesiyle onları kaçırır. Ve daha bunlar gibi bin mu‘cizât sâhibi olan bir Kumandan-ı Rabbânî, nasıl oluyor, Uhud’un nihâyetinde (sonunda) ve Huneyn’in bidâyetinde (başında) mağlûb oluyor?

El-cevab: Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, nev‘-i beşere (tüm insanlığa) muktedâ (uyulacak kişi) ve imam ve rehber olarak gönderilmiştir. Tâ ki o nev‘-i insânî, hayât-ı ictimâiye ve şahsiyedeki düsturları ondan öğrensinler ve Hakîm-i zü’l-Kemâl’in kavânîn-i meşîetine (irâdesinin kānunlarına) itâata alışsınlar ve desâtîr-i hikmetine (hikmetinin düsturlarına) tevfîk-ı hareket etsinler (uygun davransınlar). Eğer Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, hayât-ı ictimâiye ve şahsiyesinde dâimâ hârikulâdelere ve mu‘cizelere istinâd etse (dayansa) idi, o vakit imâm-ı mutlak ve rehber-i ekber (en büyük rehber) olamazdı.” (Lem‘alar, 13. Lem‘a, 82-83)