Bu ülkede Hastalar Risalesi karaborsada

Bu ülkede Hastalar Risalesi karaborsada

Bu ülkede insanların en büyük ihtiyaçları arasında kitaplar var...

Kenya’ya Doğru Yolculuk Başlar

İki doktor bir sağlık memuru olarak Kenya’daki Somali’li göçmenlerin bulunduğu dünyanın en büyük kampına iki hafta sağlık hizmeti vermek üzere gönüllü olarak yola çıktık. Hemen Kenya’nın başkenti Nairobi’de bulunan Mevlüt abi ve İsmail abiyle temasa geçtik ve ihtiyaçlarını sorduk. Fazla miktarda her dilden kitap istediklerini söylediler.

Mersin’den bir doktor abinin himmetiyle İstanbul’daki Sözler Matbaasında 110 Kg. Kitabın hazır olduğu söylendi. Haftasonu olmasına rağmen orada görevli bir kardeş hususi olarak matbaayı açtı ve üçümüz kitapların tamamını paketledik. Bir kısmını kartonlara koyup paket makinasıyla güzelce paketledik. Bir kısmını da yanımızda götürdüğümüz küçük el valizlerine doldurduk.

Oradan hava limanına geçtik. Bir yolcunun en fazla 40 Kg taşıma kapasitesi olmasına rağmen kendi eşyalamızla beraber neredeyse 150 Kg eşyamız vardı. Ancak ekip yedi kişi olduğundan ve bazıları daha az yük aldığından dolayı 280 Kg lık kapasiteyi herkese yaydık. Buna rağmen limit doldu ve bir kısım eşyalarımızı yanımıza almak zorunda kaldık.

Altı saat sonra Nairobi’ye indikten sonra daha önce haber verdiğimiz abiler hazır beklemekteydiler. Gümrükten çıkışta sorun çıkarabilirler gerekirse 50-100 Dolar verin o zaman kitapları geçirebilirsiniz diye daha önce bu şekilde kitap götüren abiler bizi uyarmıştı. Neyse ki biraz mırım kırın etseler de hiç bir sorun olmadan kitapların tamamını geçirdik ve dışarıda beklemekte olan abilere teslim ettik.

Aslında gönlümüzden geçen abilerle dersaneye gitmek, orada bir kahvaltı yapıp, kitaplardan da biraz alıp yola öyle çıkmaktı. Ancak ne dersaneyi ziyaret edebildik ne de yanımıza bir tane kitap alabildik. Çünkü bizler bir vakıf vasıtasıyla sağlık hizmeti vermek üzere görevlendirilmiştik ve ekibimizde sorumlu olduğumuz hemşireler de vardı.

Hem onları bırakamazdık hem de yaklaşık 650 Km lik daha yolumuz vardı ve bu yolu gece olmadan bitirmek zorundaydık, zira 450 Km’den sonra asfalt yok, kumda jiplerle ilerliyorsunuz ve gece can güvenliği yok. Sabah biraz gecikmeli de olsa 7 kişi iki ayrı jiple yola çıktık.

Nerdeyse hiç virajı olmayan dümdüz yol ve sanki kafamıza değecek kadar alçak pamuk şekerine benzeyen bulutlar ve etrafta hiç bina olmadığı için gözümüzün görebildiği çok geniş bir alanda uçsuz bucaksız gökyüzü adeta saniye saniye değişen bir tablo gibiydi.

Hristiyan Köyündeki Cami İmamı Said Hoca

Garissa’ya yakın yol üzerindeki bir köyde bir camide ikindi namazını kılmak üzere durduk. Cami çok bakımsız, tuvaletler susuz ve gömleği biraz kirli, yüzü simsiyah ama gülünce gözlerinin içi gülen nur yüzlü bir zenci etrafımızda koşuşturmaya ve bize su bulmaya çalıştı.

Nitekim görüntüsü kirli bir kaç kap ile bize su getirdi. Biraz ondan biraz da yanımızda götürdüğümüz sularla abdestlerimizi alıp çok sade, tavanı akmış, bazı yerleri kırık ve sadece hasır serili ama dıştan görüntüsü güzel olan camide cemaat ile namazımızı eda ettik. Sonra imamla sohbet etmeye başladık.

Ama birden içimiz cız etti ve keşke yanımıza biraz kitap alsadık dedik. Çünkü camide Kur’an dahil bir tane bile kitap yoktu. Hoca bu köyün hıristiyan bir köy olduğunu, kendisi dahil sadece üç ailenin müslüman olduğunu ve onların da çok fakir olduklarını anlattı bize. Ancak hoca bizi görünce o kadar neşelenmişti ki, sanki içi cıvıl cıvıl olmuştu ve heyecanı yüzünden anlaşılıyordu.

Bize su vermek için koşuşturması ve bize hayran hayran bakması ve yanımızdan ayrılmaması çok dikkatimizi çekmişti. Hocaya içimiz ısındı. Sanırım beyaz oluşumuz ama buna rağmen namaz kılışımız onu çok şaşırtmıştı. Kendisine kitap vermeyi çok arzu ettiğimizi ve malesef yanımızda getiremediğimizi söyledik. Ben yarım ingilizcem ile kitaplar hakkında malumatlar vermeye başladım.

Kitapların müellifinin adının Bediüzzaman Said Nursi olduğunu söyleyince, ismini duyduğunu, kitaplarını merak ettiğini ve kendi adının da Said olduğunu söyledi. Bu durum bizi derinden etkiledi ve Nairobi’deki abilere vermek üzere telefon numarasını aldık ve yanımızda götürdüğümüz paralardan bir parça verip yolumuza devam ettik.

Garissa’ya vardığımızda akşam olmuştu. Doksan kilometre daha yolumuz vardı ve biz yola devam etmek istiyorduk. Bizi sıkı sıkı uyarmalarına rağmen biz yola devam etmek istedik çünkü özellikle müslüman ve Türklere kimsenin dokunmayacağını yolda sorduğumuz bütün insanlar söylediler. Biz de tevekkeltü Alallah diyerek yola devam ettik ve Dadaab’a vardık.

Orada yaklaşık on gün kaldık ve hergün 20 Km ilerideki Dagahley denen kampların olduğu bölgedeki sağlık çadırlarında poliklinik hizmetleri verdik.

Üstad’ı Anlatınca Bizi Dinleyen Malaylar

Gittiğimizde Türkiye’den giden ve gelen yardımları ve erzakları dağıtan gönüllüler ve Malezyadan gelen ve Kenya asıllı doktorlar oradaydılar. Yaklaşık bir hafta beraber çalıştık. Malezya’dan gelen doktorun iki arkadaşı vardı, biri gazeteci diğeri öğretmen. Hepsi de dindar ve namazlarını kılıyorlardı. Hepsiyle ingilizce iletişim kurduk ama Kenyalı doktor gayet güzel Türkçe konuşuyordu.

İçimiz bu sefer ikinci defa cız etti ve kitap getirmediğimize bin pişman olduk. Ama yine dilimizin döndüğü kadar da olsa risalelerden bahsetmeye çalıştık. Asıl dilim Almanca ve İngilizcem adeta Tarzanca olan ben yarım yamalak bir İngilizce ile üstadın hayatından ve risalelerden bahsetmeye başladım.

Ama ne gariptir ki normalde bizi anlamadıkları için hiç dinlemeyen ve kendilerine ait bir dünyada konuşup eğlenen, arada sırada bize selam veren ve namazlarda cemaate katılan bu kısa boylu, çekik gözlü ve sevimli adamlar, hiç nefes almadan beni dinliyorlardı. Onlar beni dinledikçe ben de adeta coşuyorum ve Emrah hocamın tabiriyle her şeyi özetlemiş ve anlatmışım.

Ya anlattığım her şeyi anladılar, ya da hiç bir şey anlamadılar ve ayıp olmasın diye beni dinlediler. Ama üç kişi yarım saat 45 dakika hiç bir şey anlamadan çıt bile çıkarmadan nasıl durabilirler. Sonra adı Ubeydullah ve mesleği öğretmen olan genç Malezyalı Malayca Risalelerden haberdar olduğunu ve kendisinin okuduğunu ifade etti. Ama doktor ve gazeteci de en kısa zamanda okumak istediklerini ifade ettiler ve bizleri Malezya’ya davet ettiler. Biz de onlara Malayca risale yollayacağımıza, inşallah fırsat bulursak da ziyaretlerine gideceğimize söz verdik.

Bir Tane Somali’linin Hıristiyan Olmamasıyla Övünen Somaliler

Üçüncü defa içimizin cız ettiği yer de Dagahley’di. Yani hastaların ve bizlere yardımcı olan Somali’li gençlerin olduğu kamp bölgesi. 3000 civarında hasta baktığımıza göre yarısı bebek olsa en az 1500 kitap dağıtabilirdik ama bir tane bile kitap dağıtamadık. Olsun dedik, nasıl olsa yer belli, insanlar belli nasıl olsa bunlara yollarız diyerek teselli bulduk ve onlara da kitaplar hakkında malumat verdik.

Hepsi de çok merak ettiler. Somali’lerin çok ilginç bir özellikleri var. Şimdiye kadar bir tane Somali’li bile hıristiyan olmamış ve bu özellikleriyle övünüyorlar. Çocuklar neredeyse konuşmaya başlar başlamaz Kur’an okumaya başlıyorlar. Çoğu hafız ve Kur’an öğrenme yöntemleri akıllara durgunluk verecek cinsten.

Duksi denen ve ağaç altlarında ya da derme çatma kulübelerde uzun tahtalara pilleri kırıp içinden çıkan kömürle yazıyorlar ve tekrar silerek yeniden yazarak Kur’an öğreniyorlar. Hattın güzelliğini görseniz silmeye kıyamazsınız. Bir milliyetlerini bir de dinlerini açlıktan ölseler de bırakmıyorlar. Osmanlı’dan en son ayrılmış, Türkleri çok seven bir millet.

Nairobi’deyken otelin önünde müslüman Kenya’lı esnaflar bizi görünce öyle içten selamladılar ve öyle sıcak karşıladılar ki tarif edemem. İçlerinden genç bir işadamının söyledikleri bizleri hayrete düşürdü. Sizler Osmanlı’nın devamısınız, şimdi de kalkıp bütün İslam alemini toparlamaya başladınız. Size her gün her namazda dua ediyoruz.

Türkiye’ye ve Türklere dua ediyoruz. Sizler güçlü olursanız biz zaten kurtuluruz, kendimize değil size dua ediyoruz. Halifeliğin merkezi orasıdır şeklinde ayak üstü bizlerle sohbet etti.

Ottoman Empire, Abdulhamid, İrdoğan

Bir de Dagahley yani kampa yakın yerde bir eczanede bir vatandaş, Türk olduğumuzu farketti ve Ottoman Empire, Abdulhamid, İrdogan demeye başladı. Sordum bu adam ne iş yapar diye, hamalların başı dediler. Kısacası yediden yetmişyediye herkeste bir umut ve bekleyiş var. Bunun da Türkiye eliyle olacağına inanıyorlar ve bizlere çok teveccüh gösteriyorlar. Allah-u Alem belki de bu durumlar risalelerin orada filizlenecek olmasının bir emaresidir. Belki de hem maddi hem de manevi inkişaf olacak ve belki de onların da umdukları ve dua ettikleri gibi Türkiye sayesinde olacak.

Papazlık Okulunu Bırakıp Müslüman Olan Genç

On günden sonra tekrar Nairobi’ye döndük. Bir gece dersanede kaldık ve biraz alışveriş yaptık. Sonra dersanede abilerin hatıralarını dinledik. O kadar çok inanılması zor ve hayret verici şey anlattılar ki aklımızda tutmamız imkansız. Sadece oradaki hatıralar ayrı bir mektup olur. Zaten kendilerinden mail atmalarını rica ettim, geldiği zaman sizlerle paylaşacağım. Ama en ilgimizi çeken derslere ve risalelere hıristiyanların aşırı teveccühü.

Derslere bile geliyolarmış. Hatta papaz olacakken, bütün arkadaşları papaz olduğu halde müslümanlığı tercih eden bir Kenya’lıyı ablası namaz kılarken görmüş ve laptop dahil bütün eşyalarını o yokken satmış. Parasızlıktan üniversite kaydını yenileyemeyen bu kardeşe oradaki abiler yardım etmişler. Ondan sonra dersaneden hiç çıkmaz olmuş. Bu sene de aynı sıkıntıyı yaşayan kardeşe bizler de elimizde kalan son paralarımızı verdik ve bu sene de üniversite kaydını yenileyebilecek inşallah.

Hastalar Risalesi Karaborsa’da

Hemen üniversitenin yanında olan dersaneye en çok tıpçılar ve eczacılar geliyormuş. Özellikle hastalar risalesi çok okunuyormuş, neredeyse hastalar risalesi karaborsaya düşmüş. Hastalar risalesi bulmak çok zormuş. Bir de kitap çok kıymetliymiş ve oranın insanları kitap okumayı çok seviyorlarmış. Hatta abiler orada bir matbaa kurulması veya bir matbaa ile anlaşma yapılması gerektiğini düşünüyorlar.

En büyük arzuları bu. Biz 50-60 Kg kitap götürmeyi düşünürken kitapların tamamının yani 110 kilosunun da suhuletle götürülebilmesinin ve bize bir kitap bile nasip olmamasının sırrını anladım gibi. Gerçi bizi getiren şoförden tercümanlara bir poşet kitap yolladık ama abiler zaten bizim görev yaptığımız yerleri çok iyi biliyorlar. Hem tercümanlara, hem halka hem de Said hocaya kitap verecekler inşallah.

Hatta oralarda ve Garissa’da Çare Derneğinin Bediüzzaman ve Abdulkadir Geylani isminde 2 kuyu açtığını ve açmaya devam ettiğini öğrendik ve çok memnun olduk. Oralarda kurbanla ilgili faaliyetlere de başlamışlar. Çok istedikleri bir diğer şey, yurt. Üniversitenin ve öğrencinin oldukça fazla olduğu Kenya’da yurt çok az ve kız erkek karışık. Esnaf abiler gelsin burada yurt açsın, işletsin para kazansın diyorlar. Bir de ilgilendikleri bir yetimhane var. Sadece kız çocuklarının olduğu yetimhaneye maddi yardımda bulunuyorlar, içler acızı durumda olduğu için.

Safari

Ertesi gün National Park’a safariye gittik. Aylarca orada olmalarına rağmen abiler de ilk defa gitmişler. Babası orada esnaf olan Hüseyin kardeş bileri arabasıyla parkta dolaştırdı ve çeşitli vahşi hayvanları görme fırsatı bulduk. Tatlı bir hatıra olarak hafızamıza yazıldı. Zebra, Antilop, Gergedan, Devekuşu, Timsah, Babun, Bizon ve bir çok kimseye nasip olmayan Arslan’ı doğal ortamlarında canlı olarak görme fırsatı bulduk.

Cuma namazına yetiştik ve Swailice Hutbe dinledik. Ben etrafı süzmek ve fotoğraf ve video çekmekle meşgul iken Emrah hocam hutbeyi dinlemiş ve neredeyse tamamını anlamış ve sonra bana anlattı. Fesübhanallah, İslamiyet ne güzel bir din ve birliği ne güzel sağlıyor?

Allah’a emanet olunuz.

Doktorlar / NurNet.Org