Bütün tanecikler Tanrı Taneciği'dir

Bütün tanecikler Tanrı Taneciği'dir

“Tanrı Taneciği” tanımlaması ancak Âlemlerin Rabbi’nin ilk taneciği nasıl yarattığı kabul edilebilir

Hakan Yalman'ın yazısı:

Öncelikle netleştirilmesi gereken konu bilimin Yaratıcı’nın var ya da yok olduğuna dair bir sonuca ulaşmak konumunda ya da durumunda olmadığıdır. Maddenin ya da kâinatın varlığı Allah’ın varlığının en net delilidir. Varlıktaki intizam, bir maksada yönelik oluş, güzellik ve güzelleştirme iradesi gibi durumlar varlığın yaratılmış olduğunun en açık delilidir. Bilim ancak varlığın yaratılış tarzını anlamaya yönelik çıkarımlar ve çalışmalar yapabilir. Bu noktadan hareketle, “Tanrı Taneciği” ismine uygun olmayan hiçbir tanecik yoktur ve bütün tanecikler “Tanrı Taneciği”dir. O hâlde “Tanrı Taneciği” tanımlaması ancak Âlemlerin Rabbi’nin ilk taneciği nasıl yarattığı ve bundan sonra vücuda getirilen taneciklerin ne şekilde vücuda getirildiğini anlamaya yönelik bir çabanın ifadesi olarak kabul edilebilir.

CERN’de çok büyük yatırımlar ile hazırlanan devâsâ ivmelendiricide, kâinatın vücuda getirilişi ile en çok kabul gören Big Bang Teorisinin ve Standart Atom Modeli olarak kabul edilen merkezde proton ve nötron çevrede yörüngelerde elektronların döndüğü atom modelinin bir laboratuvar ortamında doğrulanması hedefleniyor.

Şu an yaygın olarak kabul gören görüşe göre varlığın ilk vücuda gelişi bir Büyük Patlama (Big Bang) ile oldu. Bu sonsuz yoğunlukta ve içerisine sonsuz ısı ve enerji sıkıştırılmış bir noktanın, belki de ilk atomun, bütün varlığın enerjisini açığa çıkaracak şekilde patlamasıydı. Bu patlamanın ardından şu anki teoriye göre çok kısa zamanda akıl almaz sayıda çok iş ve çok hızlı değişimler oldu. Görünen âlemde öncesinin yokluk olduğu kabul edilen sıfır noktasından itibaren kılı kırk yarmanın çok kaba kaldığı bir incelikte işler başlamış. Meselâ “1 saniye”, 10’un yanına 43 adet sıfır getirilerek elde edilen bir inceliğe ayrılmış ve bu incelikteki küçük zaman dilimlerinde işlerin plânlandığı ve çok hızla yürüdüğü bir “ilk an” yaşanmış. Bu “1 saniye” içerisinde kâinatın başından bu güne kadar yapılan işlerden milyarlarca kat fazlasının yapıldığı ayrı bir zaman ve işleyiş dönemi geçmiştir. Bunun daha inceliği varsa da şu an algılarımız ve teknik imkânlarımız ve maddî âlemin önümüze koyduğu sınırlılıkla buraya kadar varabiliyoruz. Bu esnada sıcaklık 10’un yanına 32 adet sıfır konularak elde edilen noktadadır ve bu sıcaklıkta katı durumda atomun bile mevcudiyet imkânı yoktur. Bu esnada sonsuz dediğimiz kâinatın çapı “1 metre”nin milyar kere trilyon kere trilyonda biri kadardır.  Henüz atomun vücuda getirilmediği kâinat, bir atom çekirdeğinden, 10’un yanına 20 sıfır getirilerek elde edilen rakama bölündüğünde elde edilen sonuç kadardır. Yani kâinatın tamamı aklımıza sığmayacak kadar küçüktür. Bu dönemde henüz farklı kuvvetler farklı partiküller yok ve her şey teklik hâlindedir.

İlk olarak “çekim kuvveti” zuhura gelir. Zaman, 1 saniye 10’un yanına 35 sıfır getirilerek elde edilen rakama bölündüğündeki âna ulaştığında kâinat 10’un yanına elli sıfır getirilerek elde edilen rakamla çarpılmış kadar büyür. Artık kâinat bir mandalina büyüklüğündedir. Bu esnada çekim kuvveti çok büyüktür. Atom çekirdeğindeki tanecikleri birbirine bağlayan güçlü “nükleer kuvvet” oluşur. Artık atom altı âlemin parçacıklarının oluşmaya başladığı dönemdir. 1 saniyeyi, 10’un yanına 32 sıfır getirilerek elde edilen rakama böldüğümüz ana gelindiğinde sıcaklık 10’un yanına 23 sıfır getirilerek elde edilen rakama inmiştir ve hâlâ kâinat çok sıcaktır, çapı yarım metre olmuştur. Artık çekim kuvveti, nükleer güçlü kuvvet oluşmuş, “elektro zayıf kuvvet” henüz oluşmaktadır. Sıcaklığın tekrar yükselmesi ile henüz bulamaç benzeri olan yapıdan iki tür parçacık meydana gelir: Güçlü kuvvetin etkisindeki “kuarklar” ve zayıf nükleer kuvvetin etkisindeki “leptonlar”. Artık 1 saniyeyi 10’un yanına 20 sıfır getirdiğimiz rakama böldüğümüz zamana geldiğimizde kâinatın çapı yaklaşık 100 kilometre olmuştur. Kuarklar zaman zaman antikuarklarla karşı karşıya geldiklerinden bir ortaya çıkıp bir kaybolurlar. 1 saniyeyi 10’un yanına 12 sıfır getirerek elde edilen rakama böldüğümüzde sıcaklık 10’un yanına 15 sıfır getirerek elde edilen rakama düşmüştür. Bu durumda kuarklar ve antikuarklar çarpışır, birbirlerini imha ederken aynı zamanda kuarklar ve leptonlar da çarpışır ve birbirlerine dönerler. Kuark ve antikuark üretecek yeterli miktarda enerji mevcuttur. Kâinat genişleyip ısı düştükçe bunların üretilmesi de durur. Kuarkların sayısı antikuarklardan fazla olduğu için kuarklar kalır, bu günkü standart atom modelini ve maddeyi oluşturur.

Sıcaklık biraz daha azalınca kuark ve lepton arasındaki dönüşümler de durur. Nükleer kuvvetin aracıları olan “W ve Z tanecikleri” de artık ortaya çıkmıştır. 1 saniyenin 100 milyonda biri olan zamana gelindiğinde elektro zayıf kuvvetten nükleer zayıf ve elektromanyetik kuvvetler oluşur. Artık sıcaklık 10’un yanına 14 sıfır koyduğumuz noktaya düşer. Elektromanyetik kuvvetin tanecikleri olan fotonların kütlesi yoktur, W ve Z parçacıklarının büyük kütlesi vardır. Artık kuarklar, elektronlar, fotonlar, nötrinolar ve bunların karşı parçacıkları vardır.           
Hafif lepton olarak adlandırılan bu tanecikler sürekli çarpışarak birbirini yok etmekte ve tekrar yaratılmaktadır.

1 saniyenin milyonda biri olan zaman geçtiğinde sıcaklık 10 trilyon dereceye inmiştir, artık kâinatın çapı 100.000 kilometredir. Antikuarkların kaybolduğu ve enerjinin azalmasından dolayı kuarkların üretiminin durduğu noktadır. Yüksek sıcaklıktan etkilenmeyen sıfır kütleli fotonların üretimi devam eder. Elektronlar sabitlenmiştir.
Saniyenin on binde biri kadar zaman geçtiğinde kâinat güneş sistemi kadar olmuştur. Sıcaklık bir trilyon dereceye düşmüştür. Artık kuarklar birbirlerini imha etmez. “Baryonlar” ortaya çıkmıştır ve geride kalan kuarklar birleşerek “hadronlar”ı teşkil ederler. Üçerli gruplar “proton ve nötronlar”ı, ikili gruplar “mesonlar”ı oluşturur. Kuarkların tek başına serbest olarak dolaşıp dolaşmadığına dair farklı düşünce ve yorumlar vardır.

Artık maddenin temel yapı taşı olarak kabul edilen Standart Atom Modelinin oluşmasında önemli dönüm noktasına gelinmiştir. Protonlar ve elektronlar birleşerek nötronların şekillenmesine vesile olurlar. Bu birleşmeden “nötrino” denen tanecikler açığa çıkar. Şu kâinatın genelinde çok sayıda nötrino bulunmaktadır. Nötronlar positronlarla çarpıştığında yeni “protonlar ve antinötrinolar” oluşur. Onların oluşması ortamda çok sayıda elektron ve pozitronun varlığı ile mümkün olabilirdi. Bunlar ise çiftler hâlinde çok yüksek enerjili fotonların imhası sırasında yaratılıyordu. Her protona karşılık bir milyar foton mevcuttu.
Birinci saniye, elektron ve pozitron üretiminin bittiği noktadır. Bu noktada proton ve nötronların sayısı dengelenir, ancak nötronların sayısı protonlardan biraz daha azdır. Nötron üretimi daha yüksek enerji ile olduğundan “bir nötrona altı proton” şeklinde bir oran oluşmuştu. Nötronlar bozunma eğilimindedir. Bu dönemden sonra protonlara ve iki lepton türü olan elektron ve nötrinoya bozunmaya başlarlar.

Şimdiye kadar sanki milyarlarca yıl içinde gerçekleşmiş olaylardan çok özet şekilde bahsettik. Oysa kâinat diye bir hakikatin ortaya çıkmasından itibaren sadece bir saniye geçti. Yani bizim ölçülerimizle bir “kün” deme süresi. Bu bir “ol” deme süresi içinde zaman katrilyonlara bölünerek milyarlarca asrın nasıl sığdırılabildiğinin varlıktaki en açık delili.

Birinci saniyenin sonunda zayıf nükleer kuvvet artık daha da zayıfladığı için artık nötrinoları bir arada tutamaz ve nötrinolar serbest olarak uçuşmaya başlarlar. Sıcaklık artık on milyar dereceye düşmüştür. Ancak, nötron ve protonların bir araya gelerek çekirdeği oluşturması için çok yüksek bir sıcaklıktır. Bu olay 14. saniyede bir proton ile bir nötronun bir araya gelerek, “nükleer füzyon” denen birleşme olayı ile ağır hidrojen çekirdeği olan “deteryum”un oluşumu ile başlar. Bazı deteryum çekirdeklerinin ikinci nötronu yakalaması ile daha ağır bir hidrojen çekirdeği olan “trityum” oluşur. Trityumun bir proton daha yakalamasıyla yeni bir element olan “helyum” vücuda gelir. Helyum çekirdeğinde iki proton ve iki nötron bulunur ve bu esnada bir helyuma karşılık on hidrojen vardır. Yine bu dönemde birleşme reaksiyonları ile iki proton ve bir nötronlu “helyum”, dört proton ve üç nötronlu “berilyum”, üç proton ve dört nötronlu “lityum” çekirdekleri oluşmuştur.

Bu reaksiyonlar 1. dakikada başlar ve 10.000’inci yıla kadar devam eder. Bu noktaya kadar kâinatın genelinde hidrojen, helyum gibi hafif çekirdekler ve elektronlar yer almaktadır. Sıcaklık bir milyar dereceye inmiştir. Bu esnada meydana gelen yüksek enerjili “gama ışınları,” deteryumun parçalanarak daha hafif çekirdekler oluşturmasıyla ortaya çıkan radyasyondur. Kâinat genişledikçe bu enerji azalır. Fotonlar henüz serbest değildir. Parçacıklar arasında gidip gelmektedirler. Çok sayıda foton mevcuttur. Kâinat genişledikçe fotonların enerjisi azalır. Bu anda fotonlar, nötrinolar, antinötrinolar, proton, nötron ve elektronlar dolaşır. Oluşmuş çekirdeklerin dörtte üçü hidrojen dörtte biri helyumdur.

Dakika dört ve artık kâinatın sıcaklığı üç yüz milyon derecedir. Elektron ve positronlar birbirlerini yok etmiş, geriye sadece proton sayısına eşit miktarda elektron kalmıştır. Kararsız olan şu anki atomların ataları oluşmuştur, ancak kararlı atom için sıcaklık henüz çok yüksektir.
Başlangıçtan itibaren 10.000 yıl geçtikten sonra parçacıkların kütlesi radyasyon etkisini aşmıştır. Bu dönemde her protona karşılık 10 milyar foton etrafta uçuşup atomları parçalamaya çalışır.

100.000 yıl geçtiğinde artık maddenin ortaya çıkış dönemidir. Yani madde devri başlamıştır. Artık hidrojen ve helyum çekirdekleri çevredeki elektronları yakalarlar. Standart Atom Modeline uygun birleşmelerin başladığı dönemdir. Başlangıç noktasından sonra 300.000 yıl geçtiğinde artık fotonların enerjisi iyice azalmıştır. Artık fotonlar oluşmakta olan atomları bozamaz. En aktif fotonda dahi bu kadar enerji kalmamıştır. Artık atomların kararlı ve rahat oldukları, atomların ve fotonların uyum içinde bir arada varlıklarının devam ettiği bir noktaya gelinmiştir. Artık maddenin radyasyondan ayrıştığı ve hayata zeminin hazır olduğu bir noktaya gelinmiştir. Serbest kalan fotonlarla kâinat görünür olma özelliği de oluşur, o dönemde bizim gözlerimize benzer şekilde görebilme kabiliyeti olan biri baksa muhtemelen 3000 derece sıcaklıkta kırmızımsı parlak bir yapı görecektir. Artık elektronlar çekirdeğe daha yakın hâle geldikçe daha kararlı olurlar ve daha dayanıklıdırlar. Artık fotonlardan yayılan radyasyonla kâinat aydınlanmış ve ışıkla dolmuş olmalıdır. Kâinat % 75 hidrojen ve % 25 helyumdan oluşan henüz basit bir yapı şeklindedir. Soğuma devam eder, fotonların enerjisi iyice düşer, dalga boyları büyür. Çevreyi kuşatan radyasyon bu enerji düşüşü ile mor ötesi ışın hâline gelir. Görme vasıtamız olan ışık ve kızıl ötesi ışınlar da oluşmuştur. Kâinat artık görülebilme özelliği olan kâinattır. Buraya kadar olan süreçte, kâinatın vücuda getirilmesini irade eden Kudretin onu görünür kılma arzusu çok net ortaya çıkmıştır. Vücut onu ortaya koyanın gösterme iradesini ve mukaddes arzusunu yine kendi lisânı ile ortaya koymaktadır.
1 milyon yıl geçtiğinde hareketlilik artmış ve farklı madde şekillerinin ortaya çıkış süreci daha belirgin gözlenir hâle gelmiştir. Sıcaklık bin dereceye düşmüş ve kararlı başka maddelerin var olabilmesine uygun bir zemin ve şartlar oluşmuştur.

30 milyon yıl geçince kâinatın çapı 1 trilyon metredir. Sıcaklık 100 derecenin altına indiği için artık gaz kütleleri çekim kuvvetinin etkisi ile yoğunlaşır ve sıkışır ardından oluşan kütleler ile de galaksiler oluşur.

Hikâyeye göre bu süreç devam edip gelmiştir ve 13.7 milyar yıl sonra şu satırları okuyabildiğimiz, hayatın beşiği olan dünyanın da içinde bulunduğu, çapı 10’un yanına 27 sıfır konduğunda elde edilen rakama ulaşmış pek çok galaksinin, sonsuza yakın yoğunlukta galaksilerin, daha gevşek gaz ve toz bulutlarının bulunduğu çok çeşitli varlık türlerinin zemini olmuştur. Sıcaklık artık eksilere inmiş ve -273 dereceye ulaşmıştır.(1)
Şu an çevremizde gördüğümüz her şey yıldızlar, gezegenler, galaksiler, 108 çeşit element, bunlarla şekillendirilmiş bütün varlıklar, yani ormanlardaki, okyanuslardaki her şey ve içinde yaşadığımız modern dünya bu serüvenin sonunda oluşmuştur. Bu bir yönüyle Einstein’ın tanımladığı her bir atom içinde sıkıştırılmış çok büyük enerjiyi ifade eden E=m.c2 formülüne geliş sürecidir. Yani enerjinin bir atom şeklinde sıkıştırılış serüvenidir ve aslında hayatın ve varlıkların atom düzeyinde ve en derin planda bu günlere geliş serüvenidir. Şu an önünüzde yürüyen bir güvercinin bu serüvenden sonra hayat ve vücut bulduğu bilgisi çok farklı duygular oluşturuyor.

Çok daha güçlü bir hayret ve dile getirmekte zorlandığımız bir takdir duygusu da, bu kuşun kanat çırpışının ilk patlama ânında planlanmasının gerekli olduğu bir varlık sistemini düşündüğümüzde ortaya çıkıyor. Şu an içinde bulunduğumuz hayat sürecinin, şehirlerin, devasa binaların, internet ağlarının, uydu sistemlerinin kısacası bütün yönleri ile modern dünyanın derin serüveni de bu. Üstelik senaryoda yer alan her şeyin bütün detayları ve en ince ayrıntısı ile ilk patlama ânında planlanmasını ve sürecin adım adım bu sonucu doğuracak şekilde işlemesini gerekli kılacak bir yapı önümüzde duruyor. “Nereden geldik?” sorusunun maddî plândaki bu karşılığında bile her varlığın nasıl bir geçmişten ve hangi akıl almaz serüvenlerin sonucunda vücuda geldiğini ortaya koyuyor. Her varlığın bu maddî tarihini bilerek bakmak güçlü bir “vahdet” duygusu oluşturuyor ve her nesneden onu Vücuda Getiren’e bir yol açıyor. Bu yol fark edildiğinde de varlığın vücuda getiriliş serüveni içinde açıkça ortaya konmuş olan “göstermek” iradesi karşılığını bulmuş oluyor.

ATOM İÇİ ÂLEMİN KEŞFİ

Daha önceleri sadece tahmini ve teorik olarak atom modelleri ortaya konmuştu. M.Ö. 500’lü yıllarda Leucippus, daha sonra Democritus ve Aristoteles maddenin atom denen küçük yapıtaşlarından oluştuğunu teorik olarak düşünmüşler. Daha sonra John Dalton bunu en ilmî şekli ile 1800’lü yıllarda ortaya koymuş ve 1911’de Rutherford radyoaktif maddelerden çıkan parçacıkları inceleyerek emarelerinden hareketle çekirdek ve etrafında elektronların olduğu atom modeline yakınlaşmış ve Bohr bu modeli tamamlamış. Bu dışa yansıyan belirtileri ile atom tanımının ilk olarak 1900’lerde başladığını ortaya koyuyor.

Daha sonraki dönemlerde atom içi âlemle ilgili bilgiler, içine girilemeyen karanlık odada nelerin var olduğunu anlamak için “farklı bölgelere taş atıp gelen seslerle ilgili yorum yapma” şeklinde bir işleme benzemiş. Karanlık bir oda düşünelim. İçine hiçbir şekilde giremiyoruz, ancak odada neler olduğunu çok merak ediyoruz. Bu durumda bir yöntem olarak elimize çok sayıda taş alıp odanın farklı yerlerine doğru fırlatarak gelen sesleri dinleyip odada bulunanlar hakkında önemli ölçüde fikir sahibi olabiliriz. Atom içi âlem de böyle ulaşılamayan bir oda gibi olduğu için 1900’lü yılların başından itibaren “ivmelendirici” denilen devasa cihazlarla taş atmaya benzer şekilde atomun çekirdeğine tanecikler fırlatılarak atom içi âlem hakkında fikir sahibi olma yolu takip edilmiş. Atom içi âlemde ses duyulamayacağı için de gelen ses yerine çıkan ışınların kaydı yapılıyor ve bu şekilde atom içi âlemin haritası çıkarılmaya çalışılıyor.

Hızlandırmada ise, bir otomobilin hangi maddeden yapıldığını bilmeyen ancak elinde de sadece otomobilleri hızlandırma imkânı ve ortaya çıkan ışınları kaydederek bu ışınların hangi maddeden kaynaklandığını tesbit imkânı bulunan bir duruma benziyor. İvmelendiricilerde yapılan çok hızla birbirlerine doğru uzaktan kumanda ile çarptırılan otomobillerin neden yapıldığını çıkan ışınlarla anlamaya benzer bir işlem... Eğer imkânınız olup otomobilleri ışık hızına yakın bir hıza getirebilsek, bu çarpışma ile otomobilleri Büyük Patlamanın hemen sonrasındaki hâline geri döndürmek gibi bir sonuç elde edebilirdik. İşte ivmelendiricilerde bu mantıkla küçük partiküller ışık hızına yakın noktalara kadar hızlandırılarak bu sonuç hedefleniyor.

Bütün bu çalışmalar sonucunda “atom içi âlem” diye bir alan tanımlanmış ve o âlemde bulunan partiküllerin bir haritası çıkarılmış. Bu haritanın çıkarılmasında 1900’de Max Planck’ın karanlık bir odada ısıtılan demir çubuğun önce kırmızılaşması ve ardından beyazlaşması ile bir renk spektrumu çıkardığını keşfetmesinin ardından bu ışınların devamlı olmayıp enerji paketleri şeklinde kesintili olduklarını keşfinin ardından bu paketlerin kesintilik miktarı “Planck Sabiti” şeklinde tanımlandı. Bu paketler atom âlemini oluşturan küçük parçacıklardı ve “siyah cisim” adı verildi. Bu anlamı ifade eden “kuanta” kelimesi ile ifade edildiler. Bu tezi Einstein’in fotoelektrik etkisi şeklinde ifade ettiği ışığın küçük enerji paketlerinden oluştuğu buluşu da desteklemişti. Yani atom içi âlem kuanta denilen küçük paketçiklerden oluşuyordu.

Risale-i Nur Enstitüsü