Mustafa ORAL
Çağın İbrahimleri, İsmailleri, Ömerleri Hendeklerde Kurban ediliyor
Aşk arzu, hırs, ihtiras ve saldırıdır. Çoğu kere hak etmediği şeyi Hak’tan değil, halktan talep etmektir. “Bu hayatı tatlı görüp, ahireti unutup, dünyaya talip, bedbaht nefsin” oyununa gelmektir. Âşık dünyaya taliptir. Ahiret çok sonra gelir. Sevgisine muhakkak karşılık ister. Karşılık görmediğinde aşkı da, aşkını da keser, atar.
Şefkat huzur, sükûn, teslimiyet, vazgeçiş, kabullenme, kısmetine razı olmaktır. Şefkatli insan “kalbin alakasına değmiyor” deyip dünya ile bağını keser, atar. Sevgisine karşılık beklemez. Bilir ki kalplere kendi sevgisini koyacak olan, kendi kalbine şefkati ve merhameti koyan Rabbidir. O halde sadece Rabbi sevmeli. Sevdikleri tarafından sevilmeyi de sadece Rabbinden istemeli.
Hz. Ömer, Müslüman olduktan sonra bir şeyi hatırladıkça güler; diğer bir şeyi hatırladıkça ağlardı. Güldüğü şey helvadan yaptıkları putları uzun ticari yolculuklarda acıkınca yemeleri; üzüldüğü şeyse bu günkü ifadeyle mahalle baskısından kurtulmak için cahiliye adetlerine göre kızını diri diri gömmek için toprağı kazarken, kızının babasının alnında biriken terleri silmesidir.
Cahiliye Ömer’i aşk makamındadır.
Bir yandan beşer imalatı helvadan yapma putlara ibadet etmektedir. Öte yandan acıktığı zaman hiçbir şeyi gözü görmemekte, az önce bin bir güzel cümle ile sena ettiği, öve öve bitiremediği aşkını/maşukunu/putunu yiyebilmektedir.
Aşklarını putlaştıran, tanrılaştıran cahilliye dönemi Ömer’in hali günümüz âşıklarının, bilhassa dünyaya âşıkların haline ne kadar da benzemektedir.
Sevdiği için canını vereceğini iddia eden âşık, canın tadına erince, can derdine düşünce yani acıkınca cananını yiyebilmektedir. Demek âşık, maşukunu yiyerek beslenen bir varlıktır. Maşuk işine geldiği zaman tanrı, işine gelmediği zaman kuldur, köledir. Maşuk âşığa gerekirse ibadet ve itaat edecektir.
Cahiliye Ömer’i sevmek ve sevilmek ister. Sevilmeyi istediği nazarların nefretinden korkar. Başkalarının ne diyeceği onun için çok önemlidir. Bu uğurda gerekirse en yakınlarına bile zarar verebilir. Nitekim mahalle baskısından kurtulmak için cahiliye adetlerine göre kızını diri diri gömmeyi bile göze alabilmiştir.
Âdete göre değil adalete göre hükmeden Hz. Ömer (ra)
Ömer’i aşk makamından şefkat makamına terakki ettiren şey İslam ile şereflenmesidir. Cahiliye adetlerine göre yaşayan Ömer İslam ile şefkat mertebesine çıkıp âdete göre değil adalete göre hükmeder hale gelmiştir. Kendi nefsi için karıncayı dahi incitemeyecek hale gelmiştir. Böylece âşık Hattap Oğlu Ömer, şefkat ile “Hazret” makamına, Hazret-i Ömer makamına yükselmiştir. Bu hal bilahare onu kâinatın halifesi haline getirecektir.
Aşk zayıfın güçlüye duyduğu şiddetli arzudur. Âşık kâh aşkın, kâh aşkının gücüne sığınmak ister. Kâh aşkın, kâh aşkının gücüne kendine katmak ister. Aşk ile gücüne güç katmak ister. Çocuk zayıftır. Âşıktır. Şefkatli babasının gücünden medet ister.
Şefkat güçlünün zayıfa duyduğu merhamettir. Güçlü kişi şefkat ettiği varlığa gücünden güç katmak ister. Baba gibi koruyup kollamak ister. Anne gibi sarıp sarmalamak ister. Şefkat ile melekleşir. Melekler gibi her yerde ona refakat etmek ister.
Ömer aşk makamındadır. Yüzü kabre değil dünyaya ve dünyalılara bakmaktadır. Başka kadınların ve erkekleri kaybetme korkusu, onu kendi dalında açan bir yaprak olan sevgili ve sevimli kızına karşı kör ve sağır etmiştir. Vicdanı sükût etmiştir. Fıtratını ezip geçmiş, üzerine ölü toprağı sermiştir. Gerçekte gömdüğü kızı değildir; vicdanıdır, kendisidir.
Aşka / mahalle baskısına yenik düşmek
Görünüşte âşık Ömer kuvvetlidir. Gerçekte ise aşkına, mahalle baskısına yenik düşmüştür. Bunun için kızını diri diri toprağa gömecektir. Ömer zalimce davranmaktadır.
Ömer’in kızı mazlumdur, masumdur, güçsüzdür, zayıftır. Ama her çocuk İslam fıtratı üzerine doğar, hadisi uyarınca şefkat makamında yaşamaktadır. Fıtratın sesi ve suretidir. Annelerden miras bir gönül ile kâinata nazar etmektedir. Ondan dolayı güçlüdür. Ancak annelerde rastlanabilecek bir şefkat ile babasına merhamet etmektedir. O şefkatle cellâdına bile merhamet eder. Kendisi için mezar kazan Ömer’in alnında biriken terleri siler.
Âşık sevdiğini kendine kurban eder
Şefkatli insan kendini sevdiğine kurban eder. Ömer’in kızı şefkat makamında yaşamaktadır. Babasını öyle sevmektedir ki kazılan mezarın kendisi için olduğunu bilse bile babasının cahil Mekkeliler arasındaki sözde itibarı ve şerefi için kendini feda edecektir. Babasının itibarının (!) sıfırlanmaması için kendini sıfırlamayı seçecektir. Mezara girecek, babası üzerine toprağı serpecek, böylece kendini sıfırlatacaktır. Geldiği yere, cennete göçecektir.
Küçük kızın bu halleri, Hz. İbrahim’in kurban etmeye çalıştığı oğlu Hz. İsmail’in teslimiyetini hatırlatır bize.
İsmailler İbrahimlere kurban
Rabbi, İbrahim’den İsmail’ini kendisi için kurban etmesini istemişti. Oysa İbrahim oğluna aşk derecesinde bağlıydı. 200 yıl İsmail’in dünyaya gelmesini beklemişti. O canından bir parçaydı. Zamanla İsmail can olmuş, hatta candan öte canan olmuştu. Şimdi kendine can veren, kendine İsmail gibi canan veren Rabbi, canını yani cananı kurban etmesini istiyordu.
İbrahim için imtihanların en büyüğüydü bu. O da biliyordu ki Hz. İbrahim olmak “sevgili” oğul İsmail’i kurban etmekten geçiyordu. Aşktan geçilmeden Peygamber mesleği şefkate ulaşılamıyordu. Mecazi ve dünyevi habiblerden (sevgili) geçilmeden, halil (dost) ve Halilullah (Allah dostu) olunamıyordu.
Hz. İsmail de Ömer’in kızı gibi, peygamber evladına yakışır şekilde şefkat ve merhamet ile teçhiz edilmişti. Kâinata bir Peygamber evladının penceresinden bakıyordu. Babasının ahiretini kendi dünya hayatından daha çok önemsiyordu. “Babamın imanını selamette görürsem cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım” der gibiydi. Bunun için Rabbinin katında itibarının sıfırlanmaması adına Rabbinin emrini yerine getirmesi için babasını cesaretlendirmişti. Babasının ahireti için kendini feda etmişti.
Hz. İbrahim ve Hz. Ömer’in yolunda Bediüzzaman
Bediüzzaman evliya mesleği olan aşk yerine enbiya ve sahabe mesleği olan şefkat üzerine dünyasını tesis etmiştir. Hz. İbrahim ve Hz. Ömer’i takip ederek acz, fakr, şefkat ve tefekkür yoluna girmiştir. “Mesleği haliliye, meşrebi hıllet olan” Bediüzzaman şefkat ve tefekkür dersini Hz. İbrahim’den, acz, fakr ve adalet dersini Hz. Ömer’den almıştır.
İnsanlığın iman selâmeti yolunda dünyasını da, âhiretini de feda etmiştir. “Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmi beş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur’ân’ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa, Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin imanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.” diyerek de asırlar ardından Hz. İbrahim’i selamlamıştır.
Bu değerleri yedeğine alarak insanı ve kâinatı okumuş; şefkat ve merhametle varlığa muamele etmiştir. Böylece bütün dünyada kabul edilebilir bir üslup ile içlerdeki imansızlık ateşlerini gül bahçesi eyleyecek şekilde, daha dünyadayken cennetin güzelliklerini hissettirecek bir güzellikle Risale-i Nur’ları telif ederek milyonlarca insanın imanın kurtarılmasına vesile olmuştur.
Günümüzün İbrahimleri, Ömerleri, Bediüzzamanları
Son günlerde Hz. İbrahim, Hz. Ömer ve Bediüzzaman günlerini hatırlatan ne kadar da çok şey yaşanıyor kıyametini bekleyen ihtiyar dünyamızda. Ne çok küçük kıyametler kopuyor kalplerde.
Dün Hz. İbrahim oğlunu kurban etmekten vazgeçmeye kalkınca ona ilk itiraz eden zahirde bundan en çok zarar gören oğlu İsmail idi. Bu günlerde bazılarımızın evlatlarını, akrabalarını, dostlarını hakikatin kılıcından kaçırmaya çalışmalarını olsa olsa dünya aşkıyla, dünyayı ahirete bilerek tercih etmekle açıklayabiliriz.
Bu gün Rabbinin emrini uygulamak için oğlunu kurban etmeyi göze alabilen İbrahimlere ve Rabbinin emrini yerine getirmesi için babasını bile karşısına almayı göze alabilen İsmaillere ne kadar da çok ihtiyaç var.
Oğlum paşa olsun, deyip evladını Kur’an okulundan alanların çoğaldığı bu günlerde evladının ahiretini dünyaya tercih eden İbrahimlere, o evlatları rahimlerinde taşıyacak Rahimelere ne çok ihtiyaç var.
Dün Ömer helvadan mamul putlara tapıyor, acıkınca da yiyordu. Bu gün şu üç günlük dünyaya, beş paralık hayata aşkla tapıp, servet, şehvet ve şöhret belasına kendini kaptırıp, dünyaya saldıranlar var. Komşusu barakalarda yastıksız, yorgansız yatarken, yalınayak yolları arşınlarken, köşklerle köşeye dönen, yatlarda yatan, katlarda kalkan ne çok mümin var. Gayb perdesi açılsa ağlanacak hallerine gülen ne çok insan var.
Dün Ömer “eller ne der; ben Mekkeli insanların nasıl yüzüne bakarım” diye masum, minicik kızını toprağa gömüyordu. Bu gün mahkemeye bile çıkarmadan, suçu sabit olmadan, olsa da tövbe ettiğini bile bilemeği mümin kardeşini canlı yayınlar eşliğinde yalanlarla, gıybetlerle, iftiralarla canlı canlı toprağa gömen ne çok insan (!) var.
Diyarbakır’da hendeklerde Ömer’in kız torunları diri diri gömülüyor
Dün, 1000 yıldır İslam’ın bayraktarlığını yapmış bu millete kılıç çekilmez, deyip her daim müsbet hareket eden Bediüzzamanlar vardı. Bu gün İbrahim Peygamberin yaşadığı ve Bediüzzaman’ın vefat ettiği Urfa’da İsmailler kılıçtan geçiriliyor, kurban ediliyor. Hz. Ömer’in arkadaşlarının ebedi uykuya daldığı Diyarbakır’da hendekler kazılıyor, iki ateş arasında Ömer’in kız torunları canlı canlı gömülüyor.
Dünyaya âşıkane bağlı, yakıp yıkarak, gönülleri kırıp dökerek dünyada yer etmeye çalışan insanlara karşı bu gün Hz. İbrahim gibi şefkatle ve Hz. Ömer gibi adaletle muamele edecek insanlara ne kadar çok ihtiyaç var.
Şefkat dini İslam’ın hatalı veya kasıtlı olarak yanlış yorumlanmasının sonucu olarak kanla, kılıçla, cihatla başkalarının hayatını katletmek, yalanla, iftirayla, gıybetle mümin kardeşini manen kurban etmek karşısında Bediüzzaman’ın kardeşliği önceleyen müspet hareket duruşuna ne kadar çok ihtiyaç var.
“İslam bu ise ben Müslüman değilim” diyenlerin hızla çoğaldığı bir ortamda Efendimizin (sav.) şefkat ve merhamet dolu sesine ne kadar da çok ihtiyaç var.
Bu günlerde “içindeki putları kır, İsmaillerini kurtar İbrahim”, “içindeki hendekleri doldur, kızlarını kurtar Ömer” diyecek dost seslere ne çok ihtiyaç var.
Bu günlerde Allah’ın halili (dostu) İbrahimlere, ismeti İsmaillere, adaleti Ömerlere, şefkati Bediüzzamanlara, en çok da Allah’ın Habibi (sevgilisi) Habibullah Muhammed Mustafa’ya (sav.) ne çok ihtiyaç var?
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.