Alaaddin BAŞAR
Çalışma hayatı ve ibadet
Dünya meşgalesinden dolayı namazı aksatmak olmaz. Çalışma şartlarından dolayı farzlardan taviz veremeyiz. Ancak nafile olan ibadetlerimiz yapamazsak, bundan dolayı bir mesuliyet olmasa da kardan zarar etmiş oluruz.
İnsan bütün programını önce ahiret hayatına göre planlamalıdır. Ahiret hayatını dünya hayatına göre planlamak olmaz. Bir insan gün içinde namazı, programının başına koymalıdır. Başka işler aksayabilir ancak namaz aksamayacak.
Allah Resulünden (asm) bir saadet formülü: “Dünyada ya garip bir insan ya da yolcu gibi ol...” (Tirmizi, Zühd, 25).
Bu hadis-i şerifte saadetin iki önemli kaynağına dikkat çekilmiş ve iki ayrı saadet reçetesi birlikte sunulmuştur:
Birinci Reçete: Bu dünyada garip olduğunu, bu gurbet ilinde, asıl yurdu olan cennet için bir şeyler kazanmağa geldiğini bilmek. Kendini böyle bilen ve dünyaya böyle bakan bir insan, bu fâni hayata gönül bağlamaz. Onun geçici problemlerine gereğinden fazla önem vermez. Bu gurbet diyarından bir gün göçeceğini bilir. Gözü hep o saadet yurdundadır.
“Sen burada misafirsin ve buradan da diğer bir yere gideceksin. Misafir olan kimse, beraberce getiremediği bir şeye kalbini bağlamaz.” (Mesnevî-i Nuriye, Habbe)
İkinci Reçete: “Yolcu olduğunu bilmek ve öylece yaşamak.” Böyle bir insanın bütün meselesi idealindeki şehre varmaktır; otobüste ön yahut arka koltuklarda oturması fazla önem taşımaz. Gazetelerde okuruz: Falan katil, filan ülkede yakalanmış ve uçakla Türkiye’ye getirilmiştir. Bu adamın uçakla gelmesi kendisini ne derece mesut edebilir ve ne ölçüde rahatlatır! Ama İstanbul’a ticaret için giden bir Anadolu esnafı, otobüsün en arkasında da otursa keyfine diyecek yoktur. Çünkü bu yolculuğun sonu, mal almak ve bu sıkıntıların neticesi zengin olmaktır.
Diğer taraftan, insan otobüs yolculuğunda evindeki imkânları aramazsa, o dar mekândan sıkılmaz ve rahatsız olmaz. Aksi halde, kendi huzursuzluğunu kendi eliyle hazırlamış olur. Risale-i Nur Külliyatı'nda birbirinden önemli ve değerli nice saadet reçeteleri mevcut:
“Sultan-ı Ezelî’ye iman ile intisab eden ve amel-i sâlih ile itaat eden bir insan, şu misafirhane-i dünya menzillerinden ve âlem-i berzah ve âlem-i mahşer dairelerinden ve hâkeza kabirden sonraki bütün âlemlerin geniş hududlarından berk ve burak sür’atinde geçer. Tâ saadet-i ebediyeyi bulur.” (Sözler, Otuz İkinci Söz)
İnsan, iman ile Rabbine intisap eder. Böylece, sahipsiz ve hamisiz olmamanın zevkini tadar. “Beni yapan, yaratan, her organımı yerli yerine koyan ve ruh dünyamı en güzel şekilde tanzim eden, hissiyatımın her birini ayrı bir vazifede çalıştıran bir Hâlıkım var. Kan deveranım O’nun rahmetiyle olduğu gibi, dünyamın dönmesi de O’nun kudretiyle. Öyleyse, ben başıboş değilim, kimsesiz değilim, sahipsiz değilim” der.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.