Cami erkekler kadar kadınlara da açık olmalı

Cami erkekler kadar kadınlara da açık olmalı

Hocaefendi, camilerin kadın, erkek, çocuk herkese açık bir hale getirilmesinin ve bu arayışın önemine değiniyor

Fethullah Gülen Hocaefendi, herkul.org sitesinde yayınlanan, mescidin fonksiyonlarını anlattığı sohbetinde camilerimizin mimarisinin yeniden ele alınması gerektiğini söylüyor. Hocaefendi, camilerin kadın, erkek, çocuk herkese açık bir hale getirilmesinin ve bu arayışın önemine değiniyor.

Camilere, "bir araya getiren, cem eden" mânâsındaki "câmi" ifadesini kullandığımız gibi, "secde edilen yer, secdegâh" mânâsındaki "mescit" kelimesini de kullanırız. Mescide, rükû edilen yer mânâsında "merka" veya ayakta durulan yer mânâsında "makam" denilmemiştir. Çünkü bu iki husus, her ne kadar namazın çok önemli iki rüknü olsa da, bunlardan hiçbiri insanın Allah'a o en yakın hâlini ifade eden secde hâliyle mukayese edilemez. Resûl-i Ekrem Efendimiz (aleyhissalâtü vesselâm) bu yakınlığı ifade etme adına, "Kulun Rabb'isine en yakın olduğu an, secde hâlidir." (Müslim, Salât 215; Ebû Davud, Salât) buyurur. Zira secdede, Allah'ın büyüklüğünü ifadenin yanında insanın kendi küçüklüğünü ortaya koyma gibi iki mülâhaza bir araya gelir; gelir ve bu iki mülâhaza bir araya gelip örtüşünce Allah'a en yakın olma hâli zuhur eder.

ASR-I SAADET'TE KADINA DA AÇIKTI

İnsanların bir araya gelip toplanmasını sadece cemaatle namaz eda etme şeklinde anlamak meseleyi daraltma olur. Caminin bu cem etme özelliğini daha geniş çerçevede ele almalıyız. Tabiî, onun bu özellik ve fonksiyonlarını en güzel şekilde anlayabilmek için de öncelikle devr-i risalet-penahiye bakmamız gerekir. İşte bu açıdan o altın çağa baktığımızda, Resûl-i Ekrem Efendimiz'in (aleyhissalâtu vesselâm) mesajını sunma, bazı meseleleri istişare etme, aldığı kararları infaz etme, bir problem karşısında alternatif çözümler üretme gibi değişik maksatlarla sahabe-i kiramı mescitte topladığını görüyoruz. Dolayısıyla caminin, namaz için insanları cem eden bir yer olmasının yanı başında, aynı zamanda Müslümanlığa ait pek çok meselenin halledildiği bir mekân olduğu anlaşılmaktadır. Evet, o kutlu mekân, yerine göre bir mektep, yerine göre bir medrese, yerine göre bir tekye, yerine göre de bir ibadethane vazifesi görür. Ayrıca cami, insanların bir araya gelerek itikâf yaptıkları, nefsaniyet ve cismaniyetten tecerrüt ettikleri, Hz. Pîr'in enfes ifadesiyle hayvaniyetten çıkıp cismaniyeti bıraktıkları, kalb ve ruhun derece-i hayatına yükselip seyahatlerini o yörüngede sürdürdükleri mübarek mekânın adıdır. Bu yönüyle o, sadece erkeklere mahsus bir mekân da değildir. Usûl ve şartlarına riayet edildiği, genel hava bozulmadığı sürece camiler, kadınlar için de bir araya gelip ibadet edecekleri kutlu mekânlardır. Çünkü Asr-ı Saadet'te mescit, erkeğe açık olduğu gibi kadına da açıktı.

Camiler çoluk çocuk, kadın erkeğin ibadetgâhı olmalı

Ben şahsen ecdadımızın yaptığı her şeyi takdir ve tebcille karşılarım. Onlar çağlar boyu İslâm ve Müslümanlar için çok güzel hizmetler yapmışlardır. Fakat camileri, çoluk çocuk, kadın erkek herkesin rahatlıkla içine girip her türlü ibadetlerini yapabilecekleri bir mimarî felsefeye tâbi tutmamalarını bir eksiklik olarak görüyorum. Neden bizim camilerimizde, sırf kadınlar için, erkeklerin müşâhedesi altında ezilmeden, harama girme durumuna düşmeden, rahat hareket edebilecekleri, kendi mahremiyetlerine muvafık bir kısım ihtiyaç yerleri düşünülmemiştir? Neden o camilerin bir kenarında mahremiyetle muhat, kadınların da itikâf yapabilecekleri, hususi bir kısım itikâfhaneler inşa edilmemiştir? Evet, bu ve benzeri imkânlardan kadınlar niçin mahrum bırakılmıştır? Devr-i risalet-penahide kadınlar erkeklerin arkasında namaza duruyorlardı. Zannediyorum, hiçbirimiz dini yaşama mevzuunda o nezihlerden nezih Asr-ı Saadet insanlarından daha hassas ve daha titiz olduğumuz iddiasında değiliz. Çünkü levsiyat akan sokak ve çarşılarımız ve buralarda kirlenen, kararan kalb ve ruh dünyamız bizim nasıl bir hâlde olduğumuzu göstermeye yeter.

Evet, kadınlara yönelik ihtiyaçların bütün yönleriyle ele alınmamasını, caminin tamamiyeti adına bir eksiklik ve gedik olarak görüyorum. Bu sebeple, camilerimizin kendine has o büyüleyen güzellikleri, yabancılar da dâhil, herkesin temaşasına açık hâle getirilmelidir. Evet, herkes, o kutlu mekânların maddî-mânevî baş döndüren güzelliklerini, estetik yönünü, mimarî fevkaladeliğini temaşa edebilmelidir. Bu maksadın tahakkuku için de camilerimizin hangi mimarî felsefenin tesirinde kalınarak inşa edildiğinin, kubbelerin, mukarnasların, nakış ve çizgilerin hangi mânâya geldiğinin düşünülüp müzakere edilebileceği zemin ve ortam oluşturulmalıdır. (Fethullah Gülen Hocaefendi'nin herkul.org sitesindeki konuşmasından özetlenerek alınmıştır.)

Necranlı Hıristiyanlar Mescid-i Nebevî'de günlerce kaldı

Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Medine'yi harem bölgesi ilan etmiş olmasına rağmen, orada yabancı elçi ve heyetleri de kabul ediyordu. En sahih hadis kaynaklarında geçtiği üzere Efendimiz (aleyhi ekmelüttehâyâ) Necran Hıristiyanlarını Mescid-i Nebevî'de kabul etmiş ve onlar orada günlerce kalmıştı. Evet, Necran Hıristiyanları Mescid-i Nebevî'de yiyip içmişler, orada yatıp kalkmış, aynı zamanda orada kendi ibadetlerini yapmışlardı. Böylece o Zat'ın (aleyhissalâtü vesselâm), gece ve gündüzünü okuma ve O'nu (sallallâhu aleyhi ve sellem) daha iyi tanıma imkânını bulmuşlardı. Hazreti Ruh-u Seyyidi'l-Enâm bu imkânı çok iyi değerlendirmiş, onların gönüllerine girmesini bilmiş ve İslâm'a karşı belli ölçüde kalblerinin yumuşamasını temin etmişti.

Zaman