Hüseyin ÖZTÜRK
Çanakkale bir kader destanıdır
Çanakkale bütün İslâm dünyasının kader destanıydı. İmtihan Çanakkale’deydi. Mahşerin provasıydı. Kim kazanacak kim kaybedecek savaşıydı. Kim iman ediyor, kim etmiyor mücadelesiydi. Güçlü olan kimdi, zayıf olan kimdi. Silah mı kazanacaktı iman mı?
İşte bu soruların cevabı Çanakkale’de verildi. Çanakkale, bütün bir İslâm âleminin yeryüzünden silinmeme savaşıydı. Devlet-i Ali Osmani halife devletti ve Müslüman ülkeler bu halifenin gölgesi altındaydı.
Osmanlı’yı parçalamak kolay değildi. Bütünü bölmenin en iyi yolu, stratejik noktalardan tek tek gedik açmaktır. Osmanlı gedikler açıla açıla Çanakkale’ye kadar getirilmişti. Marmara’ya bir geminin ucu dahi girseydi, İstanbul başta olmak üzere, tüm İslâm coğrafyası, yeryüzünden silinmiş olacaktı. Onun için her İslâm toprağından Çanakkale’de yüzlerce şehit vardır.
Çanakkale geçilmeden batı yerinde rahat edemeyecekti. “Haç ve Hilal Kavgası” sürmeliydi. Sömürerek hayatını devam ettiren batı, altı yüz yıldır sömürmeden dünyaya hükmeden Osmanlı’yı ve bağlılarını yok etmeden, kendisine hayat hakkı tanımayacaktı.
Ne pahasına olursa olsun, Çanakkale geçilmeli, şarkın yer altı ve yer üstü kaynakları kullanılmalı, milletler de köleleştirilmeliydi. Batının arzusu ve isteği buydu. Bunun için de dönemin en güçlü silahlarıyla boğazın dibindeydiler.
Düşman kuvvetler, kendilerine göre dönüşü olmayan bir yola girmişlerdi. Savaş mutlak kazanılacaktı. Çanakkale’ye gelen ateşli silahların hiç birisi, Müslüman güçlerin elinde yoktu. Çoktan planlar yapılmış, İstanbul başta olmak üzere bütün bir İslâm coğrafyası paylaşılmış, bölüşme haritası savaş gemilerinin kaptan köşklerinde bekliyordu.
Daha savaşın dumanları tüterken, Gelibolu’nun tepelerinde oturulacak, savaşı kazananlar ve kaybedenler kendine gelmeden, harita gözden geçirilecek ve vakit kaybedilmeden, her ülke hakkına düşen bölgeye oradan hareket edecekti. Hazırlıklar tamamdı. Osmanlı mutlak kaybedecekti. Bu düşüncenin aksi akıldan dahi geçemezdi.
Düşman gemilerinden ve düşman komutanların gözünden bakılınca belki böyle görülüyordu ama Çanakkale eteklerinde, Gelibolu sırtlarında, onların gördüklerinin dışında göremedikleri başka güçler vardı. Düşman gemilerinin geçeceği noktaya mayınları döşettiren bir güç vardı ve bu gücü, mayını döşeyenden başka kimse bilmiyordu, görmüyordu.
Kabe-i Muazzama’nın efendisi biliyordu ki, Çanakkale’deki savaş, Mescidi Nebevi ve Kabe-i Muazzama başta olmak üzere, tüm İslâm âleminin, Kur’an’ın, Ezanın muhafazası içindi. Daha da önemlisi, Allah rızası ve şehitlik makamına ulaşmak içindi. Elbet böyle bir noktada, Efendiler Efendisi (s.a.v.) de orada olacaktı ve oradaydı.
İşte düşman cephesi bu görünmeyen kuvvetleri bilmiyor ve sezemiyordu. Gerçi sonra İngiliz savunma bakanı veya o dönemin Genelkurmay başkanı Churchill şöyle diyecekti: “Biz Çanakkale’de Türklerle savaşmadık, onların Allah’ı ile savaştık ve kaybettik.”
İslâm’ın zaferidir Çanakkale. O mahşer gününü bir de merhum Mehmet Akif’ten okuyalım. Sözün bittiği yer olan Çanakkale’yi Akif şöyle resmediyor.
“Şüheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Vakit
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.