Cemaatlere, tarikatlara, Risale-i Nur ve Said Nursi'ye iftira atan raporu kim hazırladı?
Prof. Ahmet Akgündüz, basın toplantısında ayrıntıları açıkladı
Risale Haber-Haber Merkezi
Prof. Dr. Ahmed Akgündüz, “Risale-i Nur’a İtirazlar ve Cevapları: Derin Diyanet Raporuna Reddiye” adlı son çalışmasını düzenlediği basın toplantısı ile tanıttı.
Bir süredir sosyal medya üzerinden dolaşıma sokulan rapora cevap veren Akgündüz’ün basın toplantısındaki açıklaması şöyle:
CEMAATLERDEN UZAKLAŞTIRILAN GENÇLER KONTROL EDİLMEYEN YURTLARA YÖNLENDİRİLDİLER
Keşke böyle bir rapor akademik bir manada hazırlansaydı. Yani bütün cemaatleri tarif eden… Ama hedef şu: Bütün cemaatleri gözden düşürmek. Birkaç gün önce çok önemli bir cemaatin ileri gelen ismiyle görüştüm. Aynen şöyle söyledi: “Cemaatlerden uzaklaştırılan gençler maalesef kızlarla beraber her türlü gayr-ı meşru şeyi yapabilecekleri, gece ne zaman gelecekleri bile kontrol edilmeyen yurtlara yönlendirildiler.” Şu anda Nur cemaatinin medreseleri dahil, bütün cemaatlerin yurtlarında ciddi bir talebe azalması var. Yani acıdır ki bu rapor gayesine ulaştı. Bunu da özellikle söyleyeyim. Çok üzücü bir şey bu.
Gelelim bir diğer önemli noktaya. Bir defa bu kitapta biz neyi anlattık? Raporda İslamiyet nokta-i nazarından Risale-i Nurlar’da 18 tane problem var demişler. Teker teker saymışlar. Problem ne demek? 18 noktadan şeriata aykırı demek. Biz bunu daha önce de Abdülaziz Bayındır gibi, İsyanoğlu gibi insanların dilinden duyuyorduk. 18 tane problem (!) Ben üçünü misal vereceğim. Merak edenler devamını bu kitaptan okuyabilirler. Problem var dedikleri noktalara akademik olarak, teker teker İslamî kaynaklardan, ehl-i sünnetin kelam ve akaid prensipleri açısından cevap verdim. İlmî bir cevaptır. Kimseyi siyasî vs. manada itham etmedim.
MEHDİLİK YOKTUR DİYORLAR, İNKAR EDİYORLAR
Adamlar mesela mehdilik yoktur diyorlar, inkar ediyorlar. Yani iş’arî tefsir yoktur diyorlar. İlhamı reddediyorlar. İlhamın İslam hukukunda ve İslam’da yerinin ne olduğunu acaba Kur’an, Sünnet, İcma ve Kıyasla kıyaslandığında onlar gibi aynı güçte mi değil mi? Bütün bunları usul-ü fıkıh ve kelam nokta-i nazarından tahlil ettim. Yani bütün bunları bilmenizi istedim. Sonra dört tane Nur cemaati arasında, şunu da söyleyeyim bir defa bu raporda Nur cemaatinin meslek ve meşrepleri sayılırken de hata yapılmıştır. Yani adamlar Nur cemaatini tanımıyor bir defa. Ben onları da açıkladım.
Daha sonra bu rapor, yine üzülerek ifade edeyim ki. “Dört noktada Nur cemaati problem ve ihtilaf içindedir” demiş. Mesela bunlardan bir tanesi sadeleştirme meselesi. Uzun uzun anlattım, cevaplarını verdim. Üstad’ın kendisinin ve talebelerinin izahlarını verdim. Bir diğeri mesela “Risale-i Nurlar tahrif edilmiştir” diyorlar. Bunu söyleyenler Kürtçüler ve Üstad’ı da Kürtçülüğe alet etmek isteyenler. Halbuki eğer bir eserin aslı varsa o tahrif edildi denilmez. Kaldı ki Üstad’ın eski eserlerini biz 1950’li yıllarda bizzat eliyle işaret ederek “şuralar terk edilecek, mesela Said-i Kürdî yerine Said-i Nursî ifadesi olacak, Kürdistan kelimesi Vilayât-ı Şarkiyye olacak” diye Üstad’ın tashihi doğrultusunda yapıldığını anlattım. Bir de Risale-i Nur’un Latin harfleriyle basılması problemi var. Bu da bugün problem olmaktan çıkmış.
BU KİTAP RİSALE-İ NUR’UN MÜDAFAANAMESİDİR
Ayrıca bunun yanında Risale-i Nur acaba bir cemaat mi, cemiyet mi, tarikat mı? Bu sorulara cevap verdim. Tabi daha önce kitap olarak neşrettiğimiz Bediüzzaman ve Abdülhamid meselesi, en önemlisi sanki Bediüzzaman, Sultan Reşad’dan 20 bin altın almış gibi bir iddia -yani bunu merhum Kadir Mısıroğlu ağabey maalesef naklediyordu- ayrıca Kürt Teali Cemiyeti meselesi, Şeyh Said meselesi. Bediüzzaman’ın bunlarla ilgisi nedir? Bunları da özetleyerek koydum kitaba. Yani netice itibariyle bu kitap Risale-i Nur’un müdafaanamesidir. Ve öyle zannediyorum Üstad’ın müdafaanamelerinden sonra talebelerinin ve Bekir Berk ağabeyin de müdafaanameleri dahil hiçbir zaman bu muhtevada bir müdafaaname henüz yazılmamıştır. Çünkü akademik manada kaleme aldık. İslamî kaynaklara dayalı olarak yazdık.
Mesela cifir meselesi. Bediüzzaman hazretleri de cifirin bir bıçak gibi olduğunu hem hayırda hem şerde kullanılabileceğini ama İmam-ı Şafiî gibi İmam-ı Gazalî gibi ve Muhyiddin-i Arabî gibi zatların müsbet manada kullandıklarını ama menfî kullananların da olduğunu… Bediüzzaman tutmuş da cifir ilmine sarılmış değil. Çok ciddi bir şekilde ilmî olarak bu konuyu da bu kitapta açıkladık.
Bu mukaddimeleri yaptıktan sonra sizinle paylaşmak istediğim birkaç tane önemli nokta var. Ben bunları, hani “Risale-i Nur on sekiz noktada İslamî akide açısından problem teşkil ediyor” diyenlerin hepsine cevap verdim. Ama burada anlatmak üzere bazılarını seçtim. Fakat vereceğim misaller o kadar güzel ki buradan hareket ederek diğer on sekiz iddianın da ne kadar İslamî ilimlere aykırı, ehl-i sünnetin görüşlerine muhalif, ne kadar asılsız olduğunu anlayacaksınız.
ABDÜLKADİR-İ GEYLANÎ, İMAM-I RABBANÎ, ŞAH-I NAKŞİBEND İÇİN NE DİYECEĞİZ?
Bakın ne deniliyor? “Risale-i Nur’un, Kur’anın mucize-i maneviyesi olduğu iddia ediliyor. Bu ifade İslam’a aykırıdır, İslam kelamına ve akaidine aykırıdır” deniliyor. Maalesef kelam ilminden haberi olmayanlar bunu konuşuyor. Bütün ehl-i sünnet âlimleri, Peygamberlerin bize gelen harikulade hallerine mucize diyorlar. Allah düşmanlarının olağanüstü başarılarına istidrac diyorlar. Kur’an-ı Kerim’de de geçiyor bu. Yani Üstad bunu 5. Şua’da kullanıyor. Yani mealen “Biz, İslam düşmanlarına da olağanüstü başarı veririz.” O ayrı bir sohbet mevzusu. Peygamberimizden (sav) sonra Peygamber gelmeyecek. Dolayısıyla istidrac devam edecek. Ama mucize devam etmeyecek. Peki, Abdülkadir-i Geylanî, İmam-ı Rabbanî, Şah-ı Nakşibend gibi büyük zatların harikulade halleri meydana gelirse adına ne diyeceğiz? İslam âlimleri diyor ki “keramet diyeceğiz.” Veya Bediüzzaman’ın ifadesiyle ikram-ı ilahî diyeceğiz.
KELAMI BİLMEZSEN BEDİÜZZAMAN’IN KULLANDIĞI İFADESİNE CAHİLCE İTİRAZ EDERSİN
Bizim özellikle Maturidiyye mezhebinde en temel akaid kitabımız Nesefî akaididir. Onun belki de onlarca şerhleri vardır. Orada aynen şöyle diyor: “Ümmetin fertlerinden biri olan, velî bir zattan zahir olan kerametler ve harika haller Hz. Resullulah’ın (sav) veya Kur’an’ın manevî mucizesidirler.” Tabi kelamı bilmezsen Bediüzzaman’ın kullandığı Kur’an’ın mucize-i maneviyesi ifadesine cahilce itiraz edersin. Yine devam ediyor: “Zira keramet denilen bu harika haller, Resulullah’ın (sav) şerefiyle Allah tarafından ümmetinin bazı fertlerine ihsan olunmuştur. O halde bir veliye ait harikulade bir fiil ve keramet, Hz. Resulullah’a (sav) nisbetle manevî bir mucize; ama o veli zata nispetle keramet veya ikramdır. Bunu Mevakıf’ta da, Makasıd’da da görebilirsiniz. Bütün kelam ve akaid kitaplarında bu yazar. Kaldı ki Bediüzzaman Hazretleri keramet kelimesini de kullanmamış. Genellikle ikram kelimesini kullanmış. Bunu da özellikle ifade edeyim. Ama raporu hazırlayanların ve itiraz edenlerin İslamî ilimlerden ne kadar uzak olduklarının da delili bu durum.
Çokça tartışılan ve raporda da yer alan bir diğer konu da işarî izahlar ve manalar konusudur. Hatta bu konuda bazı siyasîlerin de işarî tefsire itiraz babında Bediüzzaman Hazretlerinin Sikke-i Tasdik-i Gaybî’ye dil uzattıklarını işittim. Buna siyasilerin itirazı normal. Ama en çok zorumuza giden ilahiyatçıların ve bazı âlimlerin de bu iddiaları dile getirmeleri. Neden? İlahiyat fakültelerinde işarî tefsirle alakalı doktora tezleri yapılıyor. İmam-ı Kuşeyrî’nin tefsiri tamamen işarî tefsir. Alusî’nin Ruhu’l Meanî’si işarî tefsirdir. İsmail Hakkı Bursevî’nin Ruhu’l Beyan tefsiri işarî tefsirdir. Yani Muhyiddin-i Arabî hazretlerinin bütün tefsirleri işarîdir.
BU KUR’AN AYETİ O MÜMİNE VE TÜM MÜMİNLERE DE İŞARET EDİYOR
Peki işarî tefsir ne demek? Mesela:
“Elif, lâm, mim: Bu şifre.
Zâlikel kitâbu lâ reybe fîh (fîhi): Bu Kur’an var ya, kendisinde şüphe olmayan kitaptır.
huden lil muttekîn (muttekîne)”: Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için mutlak hidayet rehberidir.
Şimdi bu son kısımdaki muttakiler ifadesi kimin hakkında? Birinci derecede sahabeler hakkında. Öyle değil mi? Müşrikler buna dahil değil. Yahudiler buna dahil değil. Namaz kılan, oruç tutan, zina etmeyen bir mümin düşünün o zaman bu mümin de bu ayette işaret edilen Allah’a karşı gelmekten sakınan müttakilere dahildir. Ama açıktan değil. Üstad bunu Muhakemat’ta açıklıyor. Yani bu Kur’an ayeti o mümine ve tüm müminlere de işaret ediyor. Ama işarî manayla. Yani Üstad hazretleri burada bütün tefsirlerin naklettiği meşhur hadis-i şerifi naklediyor. Yani Kur’an’ın her bir ayetinin kökleri var, gövdesi var, dalı var, budağı var, çiçeği var. Bakınız “Allâhu nûrus semâvâti vel ard(ardı)” Bediüzzaman hazretleri bu ayetin meali için diyor ki bunun sarih manası Allah’ın kendisi zaten. Göklerin ve yerin nuru Allah’tır. Münevvir manasına da ifade ediyorlar. İkinci derecede Kur’an’ı tefsir ediyorlar. Peygamberimiz’e (sav) işaret edenler var. Tamam bunlar doğru. Ama Bediüzzaman Hazretleri diyor ki, “Bu, ayetin küllî manasıdır. Kur’an’dan ders alıp da Kur’an’ın nurunu nakleden her eser ve kelimeye Kur’an’ın bu ayeti işaret ediyor” diyor. Demiyor ki Kur’an’ın bu ayeti bu kitap, bu eser hakkındadır. Şimdi işarî manayı anladık mı?
BAZILARI BU ESERİ YAZMAKLA SANKİ DİYANET’E TAVIR KOYMUŞUM GİBİ İFADE EDİYOR
Bir konuya daha dikkat çekip daha sonra Diyanet’in Risale-i Nur’a olan yaklaşımı konusuna değineceğim. Bazıları bu eseri yazmakla sanki Diyanet İşleri Başkanlığına tavır koymuşum gibi ifade ediyorlar. Haşa. Diyanet İşleri Başkanlığının ehemmiyetini idrak edenlerdenim. Ben de bu kurumun mensubuyum. İmamlık yaptım, vaizlik yaptım. Nasıl o kuruma karşı olabilirim? Ama biz kime karşıyız? Diyaneti temsil ediyorum diyerek sahtekarlık yapan, ehl-i sünnete muhalif giden aklı eksiklere karşıyız. Yoksa biz asla Diyanete karşı değiliz. Diyanet bizim için en hayati müessesedir. Bu kitap onun için yazılmamıştır. Bu kitap Risale-i Nur’un bir müdafaanamesidir.
“BANA YAZDIRILDI, KALBİME İHTAR EDİLDİ, İLHAM EDİLDİ”
“Bana yazdırıldı, kalbime ihtar edildi, ilham edildi” gibi ifadeler üzerinden modernist ve reformist bir yaklaşımla ilhamı ve keşfi inkar ediyorlar. Yahu ben İslam Hukuku Profesörüyüm. Mir’âtü’l-Usûl kitabını ders okutmayı Allah bana nasip etmiş. Akgündüz hoca veya hiçbir Nur talebesi veya Bediüzzaman hiçbir yerde ilham ve sünûhat, tıpkı Kur’an, Sünnet, İcma ve Kıyas gibi kesin hüküm ifade eder demiyor ki. Peki ne diyor? Bu da Allah’ın lütfuyla vahy-i gayr-ı metluvdur diyor. Nahl Sûresinde mealen “Rabbin bal arısına vahyetti” deniliyor burada vahiy ilham manasındadır. Aynen öyle de büyük zatlar böyle yaşamış.
“Gelelim kalbime ihtar edildi, sünûhat, yazdırıldı” ifadelerine… Hey gidi cahiller. Herhalde siz İmam Serahsî gibi Karahanlı hukukçusunun 30 cilt olarak kaleme aldığı el-Mebsut isimli İslam Hukuku kitabını duymadınız. Serahsî bu eseri zindanda yazmış. Hem de kuyu tarzındaki bir zindanda. Talebeleri o zindanın başında durmuş ve yanında hiçbir eser olmadan aşağıda yukarıdaki talebelerine “bana bu meselede yazdırılan şu ki…” diye eserini yazdırıyor. Bediüzzaman’a itiraz eden İlahiyatçılar! Açın bütün İslam âlimlerinin eserlerini, mesela açın İbn-i Abidin’in Reddü’l Muhtar adlı eserini okuyun. Bütün tartışmalı meselelerde, kendi görüşünü beyan ediyor sonunda da “Rabbimin sünûhatından gelen anlayışım budur” diyor. Demiyor ki bu kesin Kur’an, Sünnet, Kıyas, İcma gibi kesin hükümdür. Ama benim Rabbimin ihsan ettiği mana budur diyor. İşte bu tarz iddiaların hepsini bu eserde cevaplandırdım.
DİYANET’İN RİSALE-İ NUR’A YAKLAŞIMI
Diyanet İşleri Başkanlığının Risale-i Nur’a yaklaşımının tarihçesini özetlemem lazım.
Öncelikle idam ve sürgün dönemini hatırlayın. Takrir-i Sükûn’u hatırlayın. Gönenli Mehmed Efendiler, Ali Haydar Efendiler hepsi Ankara’ya yakalanarak getirilmişler. Böyle bir dönemde en büyük hedef Bediüzzaman’dır. Hem M. Kemal’in, hem meşhur İstiklal Mahkemelerinin, hem savcıların, hem hâkimlerin en büyük hedefi Bediüzzaman’dır. Ama Bediüzzaman, 1924’ün sonuna doğru Van’a ulaşmıştır. Bunun üzerine M. Kemal önce İbrahim Rıfat Börekçi’ye soruyor. Maksat Bediüzzaman’ı Van’dan getirtip içeri almak. İkinci olarak Şark Jandarma Komutanına soruyor. Üçüncü olarak Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’daki 17 valiye soruyor. Allah bin kere rahmet etsin 1941 yılına kadar yanlış hatırlamıyorsam Diyanet İşleri Başkanlığında oturan İbrahim Rıfat Börekçi’nin Bediüzzaman hakkında verdiği rapor hiçbir âlime nasip olmayacak bir rapordur. Bu raporun orijinalini de kitabımızın kapağında görsel olarak kullandık. Diyor ki “Çok sayıda milletvekilinin de gelip bize anlattığı gibi Bediüzzaman ilga edilen Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiyye’nin geçmiş azalarındandır. İlim ve millî ahlak konusunda gayretleri herkesçe malumdur. Birinci Dünya Harbinde talebeleriyle bizzat katılarak netice itibariyle yaralı bir şekilde esir düşmüştür. Kurtulduktan sonra İngilizlerle onu destekleyenler aleyhinde Risaleler ve de hutbeler neşretmiştir. Ve aynı zamanda helal bir şekilde gayret ederek geçimini sağlamaktan da mahrum bir vaziyettedir. Bu sebeple hemen vaizlik vesikasının verilmesi ve maaşının ödenmesi…”
İSMET İNÖNÜ’NÜN EN ÇOK KORKTUĞU ADAM: SAİD NURSİ
İsmet İnönü de bütün Cumhuriyet kaidelerini ihlal ederek, Kemalistlerin ifadesiyle M. Kemal’in “mirasına da hıyanet ederek” kendisini Cumhurbaşkanı seçtirmiştir. Ve ilk seyahatini de Kastamonu’ya yapmıştır. Çünkü onun en büyük muhalifi ve korktuğu adam: Said Nursi. İnönü’nün burada yaptığı çok zulümler var. Mesela oradaki vali. Hüsnü Bayram ağabeyden sorarsanız o daha iyi anlatacaktır. Çocukların dahi Üstad’ı ziyaret etmesine izin vermemişlerdir. Hüsnü ağabeyin ve babasının hatıraları, Üstad’a yapılan zulümleri çok iyi anlatmaktadır.
Üstad’ı Kastamonu’ya sürgün ediyorlar. Ancak 1935 tarihinde Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi karar vermeden sürgün ediyor. Yani daha mahkeme kararını beklemeden sürgün ediyorlar. Cumhurbaşkanı olarak M. Kemal’in imzası var o ilk sürgün kararnamesinde başbakan olarak da İnönü var. Hemen Diyanet’e yazı yazıyorlar. Allah rahmet eylesin Ahmed Hamdi Akseki, Hüsnü Erdem, Yusuf Ziya Bey’den oluşan 1947 tarihindeki Risale-i Nurların basımıyla ilgili alınan rapor. Ama rapor Risale-i Nurların Kur’an, ilim ve İslamiyet’in bir iftihar vesilesi olduğu, Kur’anî ve İslamî ilimlere ait güvenilecek kitaplar olduğunu açıkça beyan ediyor.
DİYANET İŞLERİ BAŞKANI AHMED HAMDİ AKSEKİ: BU ESERİN ASLA İSLAM’A AYKIRI BİR TARAFI YOKTUR
Diyanet İşleri Başkanı Ahmed Hamdi Akseki, 8 Ocak 1948 tarihinde bir Risale ile ilgili bizzat görüş beyan ediyor. Diyor ki: “Bu eserin asla İslam’a aykırı bir tarafı yoktur. Ve çok kıymetli Kur’anî tefsir manasında bir eserdir.”
Ancak ne acıdır ki 2 Ekim 1948 tarihinde, Afyon davasında İsmet İnönü tarafından tayin edilen özel bir savcı vardır. Hâkim özeldir. Ankara’da maalesef Din İşleri Yüksek Kurulunca Ayetü’l Kübra, Siracünnur, Zülfikar ve Sikke-i Tasdik-i Gaybî’nin bir kısım İslamî meselelere bugünkü raporda itiraz edilen noktalar… Biri cifir, biri işarî tefsir, biri ilham, biri mehdilik meselesi. Buna Ahmed Feyzi abi cevap vermiş. Üstad’ın da bizzat cevabı var. Yani Afyon ehl-i vukufuna verdiği cevaplar var. Onlar ilk defa aleyhte karar veriyorlar. İlk aleyhte karar 2 Ekim 1948. Yani Diyanetin hazırladığı, ilahiyatçılarla hazırlanan ilk aleyhteki rapor.
RİSALE-İ NURLAR, KUR’AN VE İSLAM’A MUHALİF OLMAYAN İSLAMÎ ESERLERDİR
Ondan sonra maalesef ya da maaliftihar Menderes dönemi geliyor. Menderes önce yiğit bir İslam kahramanı; ancak sonradan çekingen ve çaresiz bir hale bürünüyor. Bu durumdan istifade eden İnönü açıkça “sen Said Nursî’yi destekliyorsun” diye müthiş hücumlarda bulunuyor. Bunun üzerine Adnan Menderes, Diyanet İşleri Başkanına Risale-i Nurlarla ilgili rapor istediği bir yazı yazıyor. Hasan Hüsnü Erdem, Fehmi Başoğlu ve Şehit Oral diye üç kişi –Allah rahmet eylesin- diyorlar ki: “Asla! Risale-i Nurlar, Kur’an ve İslam’a muhalif olmayan İslamî eserlerdir.” Menderes de konuşmalarında bu raporu kullanmıştır.
“RİSALE-İ NUR ALEYHİNE MENFÎ RAPOR VERMEM” DİYEN İKİ DİYANET BAŞKANI
Bunun arkasından ne oldu? 27 Mayıs 1960 İhtilali oluyor. Maalesef bu ihtilalden sonra bütün dindarlara üç kollu hücum başlıyor. Özellikle Risale-i Nur talebelerine ve Bediüzzaman’a. Bunlardan birinci kol adlî soruşturmalar. İkincisi idarî soruşturmalar. Bu idarî soruşturmalarına dair bir misal vermek istiyorum. Zannedersem 1956 yılında, Menderes döneminde Matbuat Umum Müdürlüğü veya İçişleri Bakanlığı Risale-i Nurların asla yasak eser olmadığına dair bütün Adalet Komisyonu başkanlarına ve bütün valiliklere bir yazı gönderiyor. Altmış ihtilalinin yaptığı ilk şey, bu yazıyı iptal edip Risale-i Nur’un yasak olduğunu ispat etmek. Ama bir türlü bunu beceremiyorlar. Niye? Allah bin kere rahmet eylesin Hasan Hüsnü Erdem, Ömer Nasuhi Bilmen gibi iki başkan da “Risale-i Nur aleyhine menfî rapor vermem” diyerek vazifeden çekiliyorlar.
Arkasından Tevfik Gerçeker denen kişi, askeriyeden gelme olup âlim filan olmayan, Diyanet İşleri Başkanı tayin ediliyor. Bu adamın özel arşivine ulaştım. 250 evraklık bir arşiv. Bunu bilmiyordum. Diyanet’te Risale-i Nur ile ilgili aleyhte bir rapor hazırlanmış. Bugünkü rapor gibi “Diyanet hazırlamamıştır” deniliyor; ancak bunu Gerçeker itiraf ediyor. “Ben hazırlattım” diyor. Yine aynı dönemde Mustafa Sabri Efendi adına da sahte bir Risale hazırlanmış. Peki Risale-i Nur adına verilen menfî raporu kim hazırlamış? Neşet Çağatay…
Nihayet 1965 yılında Diyanet’teki menfî isimlerin hazırladığı bu rapora dayanarak Yargıtay Ceza Genel Kurulu, Risale-i Nur’un ve Nurculuğun 163. Maddeye dahil olduğunu ve Ağır Ceza ile yargılanmasını karara bağlamıştır. Ta ki rahmetli Turgut Özal bu 163. Maddeyi kaldırıncaya kadar.
RİSALE-İ NUR’A VE BEDİÜZZAMAN’A GELEN MAKSATLI İTHAMLARA BELGELERİYLE CEVAP VEREN İLMÎ BİR ÇALIŞMA
Netice itibariyle hazırladığımız bu kitabın ehemmiyeti şuradan geliyor. Burada yer alan itirazlarda bir kurum ya da kişi hedef alınmamıştır. Gerek Diyanet içerisinde yer alan menfî gruplara gerekse farklı cenahlardan Risale-i Nur’a ve Bediüzzaman’a gelen maksatlı yaklaşımlara ve ithamlara delilleriyle, belgeleriyle cevap veren ilmî bir çalışmadır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.