Cenab-ı Hak her zamanın ihtiyacına göre Müceddid gönderdi
Cenab-ı Hak bu tehlikelere karşı durabilmesi için Bediüzzaman'a çok büyük kabiliyetler verdi. Üstün zekâ verdi. Üstün hafıza verdi. Üstün cesaret verdi. Üstün zühd verdi.
Muhammed Salih Ekinci Hocaefendi ile Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin tecdidi, getirdiği yeni kelam anlayışı ve üstün şahsiyeti hakkında yaptığımız röportajın 2. bölümü.
Salih Okur/cevaplar.org
CENAB-I HAK HER ZAMANIN İHTİYACINA GÖRE İSLAM ÂLİMLERİ YETİŞTİRDİ
Her asırda bidatlar, hurafeler veya İslam’a hücumlar, tenkitler, tahrif ve çürütme gayretleri olmuştur. Ama bazı zamanlar bunlar daha güçlü ve düzenli olmuştur. Her zamanın ihtiyacı ne ise, Cenab-ı Hak o zamana göre İslam âlimleri yetiştirmiştir.
Bahusus akide (inanç) ile ilgili böyle bir hücum olduğu zaman Cenab-ı Hak bir takım âlimleri hazırlayıp, bu hücumların karşısına çıkarıyor. Onlara üstün bir kabiliyet, bir ahlak, bir ilim öğrenme gayreti veriyor ve bu hizmetler için hazırlıyor.
İslam tarihi böyle mübarek zatlarla doludur. Bir örnek vermek gerekirse İmam Ebul Hasan Eş’ari’yi verebiliriz. Cenabı Hak onu nasıl yetiştirmiştir? Hangi dönemde yetiştirmiştir? Öyle bir dönem ve devirde yetiştirmiştir ki, o zaman İslam âlemi yanlış itikad ve düşüncelerle dolmuş idi. Birçok fırka ve akımlar kendilerine has fikirlerle piyasayı doldurmuşlardı. Hepsi, insanları kendi düşünce ve fikriyatlarına davet ediyor, bu yolda gayret gösteriyor, çalışıyordu.
Mutezile mezhebi bu akımlardan biri idi. Bu mezhebin salikleri aklı ön plana çıkarmışlar, aklı şer’i nasslardan daha üstün tutmuşlar ve şer’i akla uydurmaya çalışmışlardı. Ayetleri inkâr edemeyeceklerinden, mezheblerinin kurallarına ters gelen ayetleri tevil etmişlerdi. Kendi görüşlerine ters olan hadisleri ise red etmekten çekinmiyorlardı.
Bir diğer taraftan Şiiler ve Rafızîler meydan almışlardı. Bunlar içinde sahabeye hakaret eden, üç halifeye dil uzatan, başka sahabeleri red eden bir anlayış hâkimdi.
Bir diğer taraftan akide konusunda İslam’ı nass’ın zahirine bağlayan insanlar vardı. Bunlar da akla ehemmiyet vermemişler ve dini meselelerin anlaşılmasında aklı kullanmayı yanlış saymışlardı. Bu da İslam’a ters bir görüştü.
Zira İslam bize nass yoluyla gelmiştir. Bahusus akide bize nass yoluyla ulaşmıştır. Ama her dilde değişik üsluplar vardır. Hakikat üslubu var, mecaz üslubu var, kinaiyat üslubu var. Mesela akide ile ilgili nassların bir kısmı hakikat üslubu üzerine gelmiştir. Bir kısmı mecaz, bir kısmı ise kinaiyat üslubu üzerine gelmiştir.
Bu gurup ise, her şeyi hakikat üslubuna hasr etmişlerdir. Nasıl ki Mutezileler birçok nassı akıl yoluyla tevil etmeye gayret göstermişler, bu şekilde büyük hataya düşmüşlerse, bu grup da, nassların tümünü hakikat üslubu üzerine haml etmeleriyle, hem İslam’a, hem de lügate ters düşmüşler, teşbih ve tecsime girmişlerdir.
SAHABE VE İLK TABİİN DÖNEMLERİNDE AKİDE ETRAFINDA TARTIŞMALAR, İHTİLAFLAR YOKTU
Sahabe ve ilk tabiin dönemlerinde akide etrafında tartışmalar, ihtilaflar yoktu. Çünkü onlar henüz bozulmamış Arap dilinin asaleti üzerindeydiler. Şer’i nasslarının hakikatini hakikat anlıyorlardı, mecazını mecaz anlıyorlardı, kinaiyatını da kinaiyat olarak anlıyorlardı. Sormaya ihtiyaç dahi hissetmiyorlardı. Sonradan fetihlerle birlikte acem lügatleri (Arapça haricindeki diller) Arapça’ya girdi ve Arap dili zayıfladı.
Bir de bidatlar, yanlış düşünce ve fırkalar işin içerisine girince, akidede “ihtilaf” meselesi ortaya çıktı. Bahusus “Cenab-ı Hakk’ın sıfatları” meselesinde ihtilaf ondan sonra ortaya çıktı.
İşte İmam Ebul Hasan el-Eşari böyle bir ortamda neşet etti. Tabii aslı Ehl-i Sünnet, babası ehl-i sünnet. İlk ders aldığı hocalar da ehl-i sünnet, ehl-i hadisti.
Daha çocukken babası vefat etti. Annesi, o zaman Mutezile mezhebinin en büyük imamlarından sayılan Ebu Ali Cübbai ile evlendi. Böylece Ebu’l Hasan, üvey babasının fikirleriyle tanıştı ve onun talebelerinden oldu.
Tabii Mutezile mensupları gerçekten akliyatta dâhi insanlardı. O zaman, İslam’ı İslam dışından gelebilecek tehditlere karşı savunacak insanlar genel olarak onlar vardı. Çünkü o akımlara karşı akılla karşı konabilir ve onlara cevaplar verilebilir.
İMAM EŞ’ARİ “ARTIK YETER” DEDİ
-Çünkü karşı taraf nassı kabul etmiyor..
-Evet, nassı kabul etmiyor. Muhaddislerin çoğu ise akli ilimlerde zayıf idiler. Müdafaa mevkiinde genelde Mutezileler vardı. Ve bu konuda gerçekten de büyük rolleri olmuştur. Çok büyük, önemli kitaplar yazmışlardır. O akımlara karşı koyanlar genelde Mutezili idiler. Ama onlar da yeterli olmuyordu.
Nassı olduğu gibi anlayacak, aklı da onu desteklemekte kullanacak ve yanlış düşünceleri -ister İslam içinden, ister İslam dışından gelsin- akli ve nakli delillerle çürütecek bir insana ihtiyaç belirmişti. Bu ihtiyacı karşılamak için kaderin vazifelendirdiği insan, Ebul Hasan El Eş’ari idi.
Cenab-ı Hak bu büyük insanı önce Mutezile’nin en büyük bir adamının elinde yetiştirdi. İmam Eş’ari, onun etkisinde kalarak Mutezili oldu. İtizalde çok önemli seviyelere geldi. Çok üstünlük kazandı ve imamet seviyesine ulaştı. İtizal düşüncesiyle bazı kitaplar da yazdı. Hatta diyor ki; “Ben bir kitap yazdım. Onlar (Mutezile) için böyle bir kitap yazılmamıştır.”
Cenab-ı Hak onu böyle yetiştirmeseydi, yani istidlal-i akli (akli deliller getirme) metotlarını öğretmeseydi, o da muhaddislerin durumunda olacaktı, büyük bir rolü olmayacaktı.
Tabii kendisinin ehl-i sünnet bir temeli vardı ve çok zeki bir insandı. Mutezile mezhebi ise birçok konuda İslami nasslara uymuyordu.
Zamanla, imamın kafasında Mutezile’ye karşı şüpheler, tereddütler oluşmaya başladı. En son, bir meselede Ebu Ali Cübbai ile tartıştı. Tartışmada Cübbai ona cevap veremedi. Bunun üzerine İmam Eş’ari “artık yeter” dedi ve halvete girdi.
MUTEZİLE’NİN METOTLARIYLA YİNE MUTEZİLE’Yİ MAĞLUP ETTİ
Halvette hem Ehl-i Sünnet ile Mutezile arasındaki ihtilaflı meseleleri enine boyuna değerlendirdi, hem de Cenab-ı Hak’tan kendisine Hak yolunu göstermesini istedi. Bu sırada bir takım sadık rüyalar da gördüğünü hakkında yazılan kitaplar kaydetmişlerdir. Kendisi ifade ediyor ki; o halvette Resulullah (Aleyhissalatu vesselam) kendisine rüyada görüldü ve “benim sünnetimi destekle” buyurdu. Hatta Ramazan’da üç defa Resul-i Ekrem’i (Sallalahu aleyhi ve sellem) gördüğünü söylüyor.
Halvetin sonunda bir gün camiye gitti, minbere çıktı ve “Beni bilen bilir. Bilmeyenler de bilsin ki, ben falan oğlu filanım. Şimdiye kadar ben Mutezili idim. Ben Mutezile’yi bıraktım. Şu elbiseyi nasıl söküp atıyorsam, onu da öylece söküp attım” dedi ve üzerindeki dış elbisesini çıkartıp attı.
Ve bu olaydan sonra, nassın geldiği manaya riayet ederek, akli metodlarla, Mutezile’den öğrendiği metotlarla selef akidesini destekledi. Mutezile’nin metotlarıyla yine Mutezile’yi mağlup etti. O zamanın ihtiyacı ne ise, hangi metotlar lazım ise, onunla Ehl-i Sünnet akidesini teyid edip, imametini isbat etti.
İMAM GAZALİ’NİN TECDİDİ
Hakeza, İmam Gazali’nin tecdidi de böyle olmuştur. Felsefeden gelen şüphelerin insanların akidelerini sarstığı bir sırada Cenab-ı Hak onu gönderdi. O konuda onu yetiştirdi. İmam Gazali önce Felsefe’yi derinlemesine öğrendi. Bu konuda “Makasıd’ul Felasife” (Felsefenin Maksatları) adlı eserini yazarak ehliyetini isbat etti. Sonra Felsefenin hatalı taraflarını çürütmek için, bu konuda en önemli kitap olan Tehafüt’ül Felasife (Felsefenin Tutarsızlıkları) adlı eserini yazdı. Bu eseriyle batıl felsefeye öldürücü darbeyi vuran da kendisi oldu. Ondan sonra felsefenin batıl kısmının insanlar üzerinde bir tesiri kalmadı.
Yine o zaman tasavvufa bir sürü bidatlar, hurafeler yanlışlar girmişti. İmam Gazali onları da ıslah etti.
Sonra gelen Seyyid Abdülkadir Geylani, Seyyid Ahmed Rufai gibi birçok büyük zatlar bu tecdid görevini yerine getirdiler.
BEDİÜZZAMAN'IN DURUMU
Şimdi bu mukaddimeyi söyledik ki, Bediüzzaman’ın durumunu ele alabilelim. Cenab-ı Hak bu büyük insanı öyle bir zamanda gönderdi ki, o dönem İslam dinine ve akidesine yönelik çok büyük planlar, birçok hücumlar ve tenkitler hazırlandığı çok tehlikeli bir dönemdi.
Cenab-ı Hak bu tehlikelere karşı durabilmesi için Bediüzzaman'a çok büyük kabiliyetler verdi. Üstün zekâ verdi. Üstün hafıza verdi. Üstün cesaret verdi. Üstün zühd verdi. Çünkü büyük bir işi yapacak insanın öyle olması lazım. Cenab-ı Hak büyük göreve hazırladığı kişileri bu şekilde yaratıp, yetiştiriyor. Zira böyle âlimler Peygamberlerin hakiki varisleridir.
Peygamberlerin sıfatları nelerdir? Fetanettir, zekâdır, emanettir, sıdktır, tebliğdir. İşte Cenab-ı Hak İslam’ı müdafaa için hazırladığı zatları bu sıfatlarla teçhiz etmektedir.
İşte bu zatı da Cenab-ı Hakk asrımızda bu sıfatlarla gönderdi ve irade etti ki, bu insanın İslam tarihinde büyük bir rolü olsun.
“Asrında İslam’ı sadece o müdafaa etmiştir” demiyoruz. Ama onun zamanında İslam’a en tehlikeli akımlar dünya üzerinde Türkiye’de vardı. İlhadın (dinsizlik, ateizm) büyük dalgası vardı Türkiye’de. Bu ilhad dalgasını kırmak için onun gibi bir zat lazımdı ve Cenab-ı Hak bu iş için onu hazırladı. Ki, o insan da tek başına o dalgayı kırdı. Cesaretiyle, zekâsıyla, hafızasıyla, zühdüyle, Allahu Teâlâ’ya tevekkül etmesiyle, Allah korkusuyla, en son olarak da büyük gayretiyle ve hazırladığı eserlerle Cenab-ı Hak ona bu dalgayı kırdırdı.
Başta dediğimiz gibi, Bediüzzaman İslam âleminde müceddidlerden birisidir. Tek müceddid değildir. Aynı dönemde başka memleketlerde onun gibi büyük gayret gösteren insanlar vardı.
BEDİÜZZAMAN ASRIN BÜYÜK MÜCEDDİDLERİNDEN BİRİSİDİR
-Mesela Mısır’da Hasan el Benna gibi..
-Evet.. Mesela Mısır’da böyle bir ilhad dalgası fazla yoktu. Ama davette hikmetli ve nebevi metodu ortaya koyacak insanlara ihtiyaç vardı. Orası da davet konusunda Hasan el Benna’yı yetiştirdi. Öyleyse şöyle söyleyebiliriz; Mısır’da davet konusunda Hasan el Benna imam ve müceddid olduğu gibi, Türkiye’de de Bediüzzaman akide konusunda imam ve müceddiddir.
Hindistan’da da birçok âlimler çıkmış, değişik alanlarda tecdid vazifesini ifa etmişlerdir. Şibli Numani, Seyyid Süleyman Nedvi, Eşref Ali Tehanevi, Muhammed Enver el-Keşmiri, davet konusunda Mevdudi, Muhammed İlyas Kandehlevi gibi kimseler bu vazifeyi ifa ettiler. Böylece, her yörenin ihtiyacına göre Cenab-ı Hak bazı insanları ikame etmiştir.
Bediüzzaman da asrın büyük müceddidlerinden birisidir ve yaptığı tecdid akide alanındadır ki, İslam’ın temeli odur.
Devam edecek
İslam'da niye Müceddid var? Muhammed Salih Ekinci Hocaefendi cevaplıyor
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.