Abdurrahman İRAZ
Cezayir izlenimleri-3
Başkent Cezayir’den gelen kardeşlerimiz Mustafa Gazi ve Nurullah Durmaz’la camiden çıkıp yemeğe gittik. Yemekte hocalarla verimli bir sohbet gerçekleştirdik. Nurullah kardeşimiz hem 10 senedir Cezayir’de yaşayıp hem de hafızı Kur’an olduğundan ve dahi Cezayir’den evli olduğundan, sadece Arapçanın değil, aynı zamanda Kuzey Afrika’nın yerel lehçesi olan Darıca dilinin de bütün inceliklerine vakıf olmuş. Dolayısıyla hocalarla hususan Tunus, Fas ve Cezayirli hocalarla çok çabuk hemhal olup risaleleri anlatabiliyor. Yemekten sonra Nurullah kardeşimiz bizi sabah 7’de alacağını söyleyerek bir arkadaşının evine gitti biz de otelimize gittik.
Sabah saat 7’de ben ve Mustafa kardeş otelin lobisinde idik. Nurullah’ı beklerken Mustafa Gazi bana şöyle bir olay anlattı: “Ağabey biz burada Cezayirli kardeşlerle bir zaman için sözleştiğimizde şöyle diyoruz. Bu Türk sözü mü Cezayir sözü mü? Yani burada insanların verdikleri söz kendi kafalarında her an değişebilir.” Aslında sabah 7’de hazır olun diyen kardeşimiz bir Türktü fakat hanım köylü sayılıyordu artık. Her neyse tam 1 saatlik gecikmenin sonunda Nurullah kardeş geldi.
(Cezayir fotoğrafları için TIKLAYINIZ)
Arabaya binip yola çıktık. Sekikde’den Konstantin’e gidiyoruz. Yaklaşık 3 saatlik bir yol. Ben Nurullah kardeşe Cezayir’e nasıl geldiğini, hikayesini sordum; “boşver ağabey anlatmayayım” dediğinde, adeta “ısrar et ağabey anlatmaya ihtiyacım var” der gibiydi. En azından ben öyle sezdim. Ben de ısrar edince yaklaşık 3 saatlik yolda dinlediğimiz hazin hikaye gözyaşlarımızın pınar kuvvetinde akmasına sebep odu.
Bir ara arabayı sağa çekip duruyor ve “bakın ağabey buralar ne kadar yeşil ve güzel” dedi. Evet gerçekten de öyle tablodan fışkırmış gibi fakat gerçekten bu kadar mükemmel yaratılmış güzelliği ancak dönüşte seyredebiliyoruz. Zira Nurullah’ın hikayesi bizim bütün duygularımıza işlemişti. 2-2.5 saat kadar sonra bir sanayi bölgesine giriyoruz arabamız geniş fakat bakımsız yollarda yavaş yavaş ilerlerken bize çok tanıdık gelen “Bifa” markasına rastlıyoruz. Büyük bir arazinin üstüne kurulmuş “Bifa Bisküvi” fabrikasının kapısına dayanıyoruz. Kapıdakiler Nurullah kardeşi tanıyorlar, içeri giriyoruz çok büyük bir alan sol tarafımızda fabrika, sağ tarafımızda lojmanlar ve karşımızda yönetim binası var.
Kapıda bizi karşılıyorlar. Yukarı çıkıyoruz. Fabrikanın genel müdürü Nuh Güleç bizi karşılıyor. Biraz soluklandıktan sonra bizi eve kahvaltıya davet ediyor. Üç gündür kahvaltı yapmamıştık. Peyniri, zeytini, hele hele çayı çok özlemiştik. Eve geçtiğimizde karşılama heyecanı bizi duygulandırmıştı. Evin delikanlıları Emre ve Alperen Türkiye’den gelen misafirlere hizmet etmenin heyecanını yaşıyorlardı. Hele Mehtap hanım kardeşimiz, hem misafirperverliği hem de asil duruşu ile bir Türk hanımefendisini temsil bilinci içinde adeta. Mükemmel bir kahvaltı ve üç günlük Risale Haber’i görme hasretini giderdikten sonra fotoğraflar çekiliyor ve selamlar gönderiliyor. Bizim için mutlu ve fakat orda kalanlar için hüzünlü ayrılıkla eller sallanıyor.
Bifa Bisküvi’nin Cezayir’in en büyük 2. markası olduğunu bilmenin gururu ile Konstantin şehrine devam ediyoruz. Şehir merkezi 20-25 kilometre ilerde fakat o da ne İstanbul’daki trafiğin bir benzerine rastlıyoruz. Konstantin çevreden çok turist çektiği için kalabalık, yollar ise dar çünkü fotoğraflarda gördüğünüz gibi dağlar delinmiş, doğal tüneller oluşmuş. Cezayir’in rakımı en yüksek noktasına bu yollardan gidilmekte. Tabiat harikası büyük büyük kanyon ve dağlar, mağara ve kraterler… İki dağ üzerine kurulmuş şehirde ulaşım 7 köprü ve teleferik üzerinden gerçekleşiyor.
Şehir içindeki en büyük caddede yürürken tam yanınızdaki uçurumun üzerinden karşıya geçen teleferiğin başınızın üzerinde sallandığına şahit oluyorsunuz. İstanbul’daki asma köprünün bir misali Musağğarı iki büyük dağ üzerine kurulmuş Konstantin şehrini birleştiriyor. Tarihi ve eserleri ile hele Osmanlıdan kalan yapıtları ile bir Anadolu şehrinden çok fazla bir farkını göremiyorsunuz şehrin. Cezayir’in en büyük camii Emir Abdulkadir camii... Aynı zamanda ilahiyat fakültesi cami içinde… İslami ilimler sohbeti yapan cemaate “resim çekebilir miyiz” diye sorunca “siz Türksünüz hem resmimizi çekiniz hem de Tayyip Erdoğan’a selam söyleyiniz” diyorlar.
Türk olduğumuzu öğrenen herkes bizimle konuşmak ve bir şeyler yapmak telaşına giriyor. Köprüler şehrinden akşam namazını Sekikde’de kılmak üzere ayrılıyoruz. Yolda yeşilliği tarla ve bağları hatta yer yer küçük ormanları görünce çok büyük zenginliğin bile tembellikle nasıl fukaralığa dönüşebildiğine şahit olduk. Harika ve çok verimli araziler işlenmiyor. Yapılabilecek en güzel şey çiftçilik ve hayvancılık, fakat ikisi de hakkıyla yapılmıyor. Cezayir’in biraz daha Türke ihtiyacı var. Evet bir çok Türkün de Cezayir’e ihtiyacı olduğu gibi.
Yarın inşallah Cezayir’deki Risale-i Nur hizmetlerini ve Cezayir’deki son iki günümüzü anlatan son yazıyı okuyacaksınız. Saadet ve muhabbetle kalınız.
Cezayir fotoğrafları için TIKLAYINIZ
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.