Çöplükten ekmek toplayan Nur talebesi
Özcan, 176 Risale-i Nur hizmetkârının hayatını ve hatıralarını tarihe kaydetmiş oldu
Ahmet Doğru'nun haberi:
Ömer Özcan’ın Risale-i Nur’a hizmet eden, hal-i hayatında Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin yanında bulunmuş ya da bir şekilde onunla görüşme imkânı bulmuş iman ve Kur’an hizmetkârlarını anlattığı “Ağabeyler Anlatıyor” serisi beşinci kitabına ulaştı. Serinin son kitabındaki 30 isimle birlikte Özcan, 176 Risale-i Nur hizmetkârının hayatını ve hatıralarını tarihe kaydetmiş oldu.
İzmir’de ikamet eden emekli öğretmen Ömer Özcan, Risale-i Nur’la 1968 yılında öğrenciyken tanışır. Bu tarihten itibaren de görüştüğü Risale-i Nur hadimlerinin sohbetlerini kaydeder, kasete alır, resimlerini biriktirir, belgeler toplar. Zamanla hazine kıymetinde geniş bir arşiv oluşur. 2000’li yıllarda bu hazine kitaplaşmaya, yazılanlar okurla buluşmaya başlar.
Kayda geçen hatıralar
“Kâğıda geçmeyen her ilim zayi olmuştur.” derler. Şahısların kendilerini alâkadar eden, aşikâr olmasında fayda bulunmayan hususlar istisna edilirse, en büyük eksiklerimizden biri de bu hükme göre amel etmememiz. Yazılmayanlar unutuluyor, unutulanlar istifade edilmekten mahrum kalıyor. Birkaç nesil unutmadan şifahi olarak aktarsa bile pek çok bilgi değişikliğe uğruyor. Üstad’ın yakınında bulunmuş, Risale-i Nur’ların yazılmasına, iman ve Kur’an hizmetlerinin tohumlarının atılmasına şahit olmuş isimlerin hatıralarını kayda geçirmek de bu açıdan bakıldığında önemli, o nispette zor bir iş. Hizmet kahramanlarını tek tek tespit etmek, yaşadıkları yerlerde arayıp bulmak, tevazuyu şiar edinen ağabeyleri konuşmaya ikna etmek, fotoğraflarını çekmek, yapılan görüşmeleri yazıya dökmek, sözlü anlatımları kaynaklarla karşılaştırıp hafızalardaki yanılmaları tespit etmek elbette kolay değil.
Önemli bir hizmet; baharda gelenlerin, içinde bulundukları nimetin kıymetini bilmeleri, mirasyedi konumuna düşmemeleri, kış mevsiminde neler çekildiğini iyi bilmeleri gerekiyor. Mesela şu hatıra serinin son kitabından: İstanbul’da Risale-i Nur hizmetini ilk başlatanlardan Abdülkâfi Talu’ya ait. Talu, Mehmet Emin Birinci ile bir gün Süleymaniye’de oturan ve Risale-i Nur’un teksir işini yapmakta olan Halil Yürür’ün yanına gider. Kendi tabiriyle “garibanlık var ya”, çayı kaynatıp kaynatıp içmektedirler. Biraz sonra acıkırlar. “Yiyecek bir şeyin yok mu Halil? Acıktık biz.” diye sorarlar. Talu anlatıyor: “Var ama siz yiyemezsiniz onları, diye mırıldanmaya başladı. ‘Yeriz canım, ekmek değil mi bu?’ dedik. Meğer çöpten topluyormuş ekmekleri mübarek. Halbuki Halil ticarî kabiliyeti olan bir adamdır; çalışsa iyi kazanırdı. Ama hizmetten çalışmaya fırsat bulamıyordu. Ekmekleri getirdi ama yere düşüp kalktığı belli. ‘Bunlar var. Ben sürekli teksir yapıyorum. Hizmeti bırakamadığım için bir yerde çalışamıyorum.’ dedi mahcup bir şekilde. Ağzımız açık kaldı. İçimiz çekmese de yedik artık.”
Çekilen sıkıntılarla ilgili bir başka hatıra ise Vanlı Fahreddin Sayı’ya ait. Askerliği İzmir’e çıkınca “Sakın görmeye çalışma! Alıp götürürler seni.” ikazlarına rağmen Isparta’ya gidip Bediüzzaman ile görüşen Sayı, Ceylan Çalışkan’a Üstad’ın gözlerinin neden çapaklı olduğunu sorar. “Gözlerinin kör olması için iğne vurdular. İnşallah geçer.” cevabını alır.
“Ağabeyler Anlatıyor” serisinin beşinci kitabında daha önce yayımlanmayan bilgi ve belgelere ağırlık verilmeye çalışılmış. Anlatılan isimlerin çoğu kamuoyunda pek tanınmayan şahsiyetler. Kitabı okudukça insan bazen hüzünleniyor, bazen tebessüm ediyor. Satır aralarındaki bilgiler risalelerdeki bazı kapalı ifadelere de ışık tutuyor. Mesela Emirdağ Lâhikası’ndaki “buranın korkak müftüsü” ibaresinin arka planı anlatılıyor kitapta.
Eserin en önemli özelliği, hatıraların birinci elden derlenmiş olması. Ömer Özcan, hatıraları anlatmaya geçmeden önce bahse konu olan ‘ağabey’ hakkında bilgiler veriyor, görüşmeleri sırasında geçen olayları naklederek okuyucuyu da sohbete dâhil ediyor. Kitapta bahsedilen son isim ise bir ‘ağabey’ değil; Bediüzzaman’ın hanım talebelerinden Zehra Dülek.
Kitap Zamanı