Abdurrahman İRAZ
Cübbe meselesi
Son bir haftada sosyal medyada yayınlanan bazı haberlerle ilgili gün geçmiyorki 15-20 telefon, mesaj veya e-mail gelmesin... Bahse konu haber şöyle; "Bediüzzaman Hazretlerinin, Mevlana halid-i Bağdadi'den kendisine ulaştırılan cübbesini o da talebelerinden Tahiri ağabey vasıtasıyla, yine Üstadımızın telif edip gayrı münteşir eski eserlerini Hulusi ağabey vasıtasıyla Fethullah Gülen'e ulaştırılmıştır." Aslında ben bu iki konuyu da biliyordum fakat tartışmalara katılmak istemiyordum. Önemsemiyordum. Gerçi Risale Haber'de konuyla ilgili haber yayınlandı ama dostlardan biraz fazla ikaz gelince yazmak mecburiyetinde kaldım.
Açıkçası son iki senedir olayları kahırla seyrederken kardeşlerimize bu vatanın birlik ve selameti için dua etmelerini tavsiye ettik. Aslında Risale-i Nur tahrif ve tahrib edilmeye başlandığı zaman Üstadımızın talebeleri büyük bir belanın geleceğini söyleyip herkesten dua etmesini istemişlerdi. Hatta bu tahrif ve tahribi yapanlar Bediüzzaman'ın yaşayan vekil, varis ve talebelerinin feryatlarını duymazlıktan gelip, tahribatlarına hız vermişlerdi. Gelinen noktada Türkiye'nin 11 senede elde ettiği maddi ve manevi tarakkiyatı az da olsa hızını kesmiş, kalkınma rakamları küçülmüş iktisadi hamleler yavaşlamış, demokratikleşme çabaları da maalesef ağırlaşmıştır. Bütün bunlara sebep kimdir? Onun üzerinde konuşacak değilim. Çünkü o konu siyasetçilerin işidir. Nitekim Türkiye şimdilerde bu meseleleri tartışıyor maalesef. Fakat sebep nedir diye sorarsanız ona cevabım hazır. Kur'anın hakiki bir tefsiri olan, tamamen kalbe gelen hutur ve ilhamla yazılan Risalelerin genleri ile oynamak gazab-ı ilahiyi celb etmiştir. (Anlaşılıyor ki; bu bahar fırtınasinda iki harici, iki dahili dört cereyan, herbiri bir maksada göre ve Nurcuların şevkine ve sa'ylerine ilişmek ve yüzlerini dünyaya ve siyasete çevirmek istemelerinden kuraklık başladı, inşaallah yakinda ref' olur. Emirdağ Lahikası. 212) Türkiye'nin yaşadığı bu kuraklığın acaba gerçek sebebini risaleleri bozanlar hiç düşünmediler mı?
Risalelerle oynamak nur talebelerinin haremi isimetine bir taarruz, bir saldırıdır. Bana göre en büyük gaflet de bunun farkında olmamaktır. Şimdi bu konuyu başka bir zamana bırakıp asıl mevzumuza geri dönelim.
Önceki gün bir kardeşim beni arayıp "ağabey bu işin aslı neyse yazın" deyince ben de saatin geç olmasına aldırmadan Abdulkadir Badıllı ağabeyi aradım. Mevlana Halid'in Cübbesi nerede diye sordum. Tabi ki "bende" dedi ve kendisine nasıl ulaştırıldığını tek tek anlattı. Fakat bununla da yetinmedim hadisenin şahidini aradım.
Anjiyo olmuş da hastanede yatıyordu. Rahatsız etmek istemiyordum fakat başkaca bir çarem de yoktu. Çünkü o cübbe ile ilgili her gelişmeyi kulakları ile işitmiş, gözleri ile görmüştü. Ve o Üstadımızın vasiyet ettiği yaşayan son vekili mutlaktı. Dün onu ziyaret ettim. Hastane odasında iki saatten fazla sohbet ettik. Hüsnü Bayramoğlu ağabeyden bahsettiğimi anlamışsınızdır. Kendisine sordum o da cevap verdi. Şimdi virgülüne dokunmadan onun sözlerini naklediyorum:
"1951 yılıydı. Urfa'dan Emirdağ'a Vahdet Gayberi gelmişti. Üstadımız ona dedi ki 'kardeşim ben ahir ömrümü Urfa'da geçirmek istiyorum onun için benim şahsi eşyalarım ile birlikte Mevlana Halidden gelen cübbemi de Urfa'ya göndermek istiyorum onları muhafaza edin.' Biz de Vahdettin Gayberi'nin adresini aldık. O gittikten sonra biz Ceylan ağabeyle birlikte Üstadın eşyalarını topladık. İki sandık olmuştu onlarla birikte bir otobüse binerek Eskişehir'e gittik, orada Yıldız Oteline yerleştik. Sonra bana dediki 'hemen git albay Reşat beyi çağır.' Ben de gittim Albay Reşat beyi çağırdım. Birkaç dakika sonra geldi ve 'Emret Üstadım' dedi. Üstad ona 'kardeşim ben Urfa'ya gideceğim ama benden önce eşyalarının gitmesini istiyorum. Bak hangi araçla göndermek emniyetliyse gönderelim' deyince; Albay Reşat bey 'Üstadım anbarla gönderelim emniyetlidir' dedi. Üstadımız hemen ona 'keçeli mesleğimiz tahkik istiyor git tahkik et gel' deyince o da 'başüstüne Üstadım' diyerek çıktı. Bir saat sonra geldi ve şöyle dediğini hala unutmadım: 'Üstadım tahkik ettim en emniyetlisi trendir çünkü eşyaları anbara verirsek Eskişehir'den önce İstanbul'a götürüyorlar. İstanbul'da indirip tekrar bindiriyorlar. O zaman da eşyalar zarar görme veya zayi olma ihtimali var. Ama trene ver derseniz ben Eskişehir'de eşyaları kendi ellerimle trene vereceğim. Urfa'da da Vahdettin Gayberi alır' dedi.
"Bunun üzerine o iki sandığı trene verip Urfa'ya gönderdik. Urfa'da cemaat eşyaları Hulusi ağabey nezaretinde karşıladılar. Cemaat o eşyalara sahip çıktı. Şimdi ismini hatırlamadığım bir hamamcının yanında emanette kaldı. Sonra Abdullah ağabey gitti daha sonra ben gittim. Her giden eşyalara nezaret ediyordu ama o eşyalar Üstadın vefatına kadar o emanette kaldı. Üstad vefat ettikten sonra Abdulkadir Badıllı ağabey kendisi gidip Üstadın o eşyalarını emanetten alıyor. Yoksa Tahiri ağabeyin bu işte hiçbir ilgisi yok, zinhar yalandır. Üstadımızın neşrolmamış eserleri ise Hulusi ağabeyin vefatından sonra Said Özdemir ağabey Elaziz'den Muhammed Orakçı'dan istedi o da getirdi verdi. Said ağabey hepsinin fotokopisini çekerek Orakçı'ya verdi. Asılları kendinde tuttu. Hepsi bundan ibarettir bunun haricindeki bilumum bilgiler külliyen yalandır, iftiradır."
Sevgili dostlar bundan sonra hem Muhammed Orakçı ile hem de Şerif Bayram ile görüştüm. Aslında bir düzine olay öğrendim. Fakat en azından şimdilik yayınlamamı istemediler. Ben de bu ağabeylerin istekleri paralelinde davranıyor ve gerçekten mahrem fakat çok önemli o meseleleri -şimdilik- yazmıyorum.
Değerli dostlar. 10 Şubat pazartesi günü inşaallah İşaratü'l İ'caz ile ilgili bazı tespitler ve bazı enstantaneleri sizinle paylaşacağım. Ve aynı gün Bediüzzaman Camii ile ilgili Afrikaya, Burkina Faso'ya gideceğim. Dualarınızı bekliyorum. SAADET VE MUHABBETLE KALINIZ.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.