Cuma hutbesinin sonunda niye sürekli aynı ayet okunuyor?
Her Cuma hutbesinin sonunda sadece aynı ayetin okunmasının hikmeti nedir?
Bu ayet ilk defa Ömer bin Abdulaziz döneminde okunmaya başlanmış ve günümüze kadar bu şekilde okunmaya devam etmiştir.
"Allah başkalarına adaleti, hatta adaletten de fazla olarak ihsanı, en güzel davranışı ve muhtaç oldukları şeyleri yakınlara vermeyi emreder. Hayasızlığı, çirkin işleri, zulüm ve tecavüzü yasaklar. Düşünüp tutasınız diye size öğüt verir." (Nahl Sûresi 90. âyet)
Bu âyet, iyiliğin ve fenalığın çeşitli derecelerini göstererek sağlıklı bir toplumun başlıca dayanaklarını zihinlere yerleştirmektedir. Dolayısıyla cuma namazında hutbenin sonunda okunup bu esasların hatırlatılması pek isabetlidir.
Özellikle bu âyetteki adalet ve ihsan kelimelerine çeşitli anlamlar verilmiş olup başlıcaları şunlardır:
a) Adalet, kelime-i şehâdeti benimsemek, ihsan, Allah'ın buyruklarını yerine getirmek, Allah rızâsı için gerektiğinde çeşitli maddî ve manevî sıkıntılara katlanmak.
b) Adalet, insanın içiyle dışının bir olması, insan içinin dışından daha da temiz olması.
c) Adalet insaflı olmak, ihsan özveride bulunmak.
d) Adalet kişinin Allah'a ortak koşmaktan sakınması, ihsan Allah'ı görür gibi ibadet etmesi ve kendisi için istediği iyilikleri başkaları için de istemesi.
e) Adalet tevhid, ihsan tevhidde samimiyet.
Ancak hemen bütün tefsirlerde yer alan ve bu âyeti "Kur'an'ın en kapsamlı âyeti" olarak gösteren rivayetlerin de işaret ettiği gibi buradaki adalet ve ihsan kavramlarının, yukarıda sıralanan anlamların hepsini kuşattığı, bununla birlikte sosyal içeriklerinin daha da önemli olduğu anlaşılmaktadır. Rügıb el-İsfahânî'nin "Adalet, iyiliğe karşı iyilik, kötülüğe karşı kötülük olmak üzere yapılana denk bir şekilde karşılık vermektir; ihsan ise iyiliğe daha fazlasıyla, kötülüğe daha azıyla karşılık vermektir." şeklindeki tanımı İslâm âlimlerinin konuyla ilgili anlayışlarının bir özeti sayılabilir.
Sözlükte adalet, "Doğru hareket etmek, hakka ve hakikate göre hüküm vermek, eşit olmak, eşit kılmak" gibi mânalara gelen bir isim olup ahlâk ve hukuk terimi olarak "bireysel ve sosyal yapıda dirlik ve düzenliği, hakkaniyet ve eşitlik esaslarına uygun şekilde davranmayı sağlayan bir erdem veya hukuk ilkesi" anlamında kullanılır. Aynı kökten bir masdar-isim olan adi kelimesi, "adaletli" anlamında Allah'ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri olarak da kullanılmaktadır. Adalet Kur'ân-ı Kerîm ve hadislerde genellikle "düzen, denge, denklik, eşitlik, gerçeğe uygun hüküm verme, doğru yolu izleme, takvaya yönelme, dürüstlük, tarafsızlık" gibi mânalarda kullanılmıştır. Kur'ân-ı Kerîm'de kist kelimesi de yer yer adaletin eş anlamlısı olarak geçmektedir. Bununla birlikte adalet daha soyut bir kavram olarak kullanılırken kist genellikle uygulamada hakkaniyeti ifade eder.
İslâm düşünürleri, kâinatın her alanında var olduğunu kabul ettikleri ve zaman zaman adi (adalet) kavramıyla da ifade ettikleri mükemmel nizamı, gerek her bir bireyin ahlâkî kişiliğinde, gerekse tabiatı gereği medenî varlıklar sayılan insanların birbirleri arasındaki münasebetlerinde yani toplumsal ve siyasal hayatta da bulunması zorunlu bir ilke olarak görmüşlerdir. Ahlâk kitaplarında bireyin ahlâkî kişiliğinin gelişmesi için gerekli görülen dört temel erdemin sonuncusu adalettir; hatta adalet erdemi, hikmet, şecaat ve iffet şeklinde sıralanan diğer erdemleri de kuşatan bir fazilet olarak kabul edilir. Öte yandan, sosyal hayat, zorunlu olarak fertler arasında ortak münasebetler kurulmasıyla gerçekleşir. Ancak bu ilişkilerin, hem Allah'ın iradesine ve rızâsına hem de insanların iyiliğine uygun olarak sürdürülebilmesi için öngörülen şartların başında adalet gelir. Bu nedenle adalet, yalnız ahlâkî bir erdem değil, aynı zamanda hukukun da en temel ilkesi ve bütün yasalarda gözetilmesi gereken amaçtır.
Adalet kavramı, aynı zamanda "eşitlik ve denklik" anlamını da içermektedir. Nitekim İslâm kültüründe eşitlik ilkesi genellikle adalet kavramıyla ifade edilmiştir. Ancak eşitlikte her zaman adalet olmayabilir. Meselâ "Çocuklarınıza verdiklerinizde adaletli davranınız" anlamındaki hadiste adalet eşitliği ifade eder. Fakat genellikle sosyal adaleti emreden hükümlerde esas olan eşitlik değil dengedir. Çünkü insanlar gerek fiziksel gerekse zihinsel yetenekleri ve birikimleri bakımından farklı düzeylerde olduklarından böyle durumlarda eşitlikçi davranmak çok zaman haksızlık doğurur; hatta bazan eşitliğin ötesine geçmek (meselâ fedakârlık) adaletten de üstün bir erdem olabilir. Nitekim konumuz olan âyette adaletten sonra gelen ihsan kelimesi bunu açıkça göstermektedir.
Sözlükte "başkasına iyilik etmek" ve "yaptığını güzel yapmak" şeklinde kısmen iki farklı anlam taşıyan ihsan, dinî ve ahlâkî bir kavram olarak "hayırlı bir işi bilerek ve en iyi şekilde yapma, Allah'a ihlâsla ibadet etme, başkalarına hak ettiklerinden daha fazlasını verme" gibi anlamlarda kullanılır.
Kur'ân-ı Kerîm'de ve hadislerde ihsan kavramı hem Allah'a hem de insanlara nispet edilmektedir. Allah'a nispet edildiğinde O'nun kusursuz yaratıcılığını veya kullarına lütufkârlığını, cömertliğini ifade eder. Ancak Hz. Peygamber (asv)'in "Allahım! Yaratılışımı güzel yaptığın gibi ahlâkımı da güzel yap." anlamındaki duasında daha bariz olarak görüldüğü gibi, özellikle Allah için kullanıldığında bu iki anlam arasında kesin bir farktan söz edilemez. Çünkü Allah'ın fillerinin güzelliği ve mükemmelliği aynı zamanda O'nun lütufkârlığıdır.
İhsanın insana nispet edildiği âyet ve hadislerde bu kavram yine iki bağlamda kullanılır:
a) İhsan, kulun Allah'a karsı hissettiği derin saygı, bağlılık ve itaat ruhunu ve bu ruh halinin ürünü olan İyi davranışları kapsar. Hz. Peygamber (asv)'in, "Cibril hadisi" diye bilinen hadiste geçen "İhsan, Allah'ı görür gibi ibadet etmendir; çünkü sen O'nu görmesen de O seni görmektedir." şeklindeki meşhur açıklaması, bu bağlamdaki ihsanın en cüze! tanımı kabul edilmiştir. İhsanın bu kapsamı bilhassa takva terimiyle yakından ilgili görünmektedir. Nitekim çeşitli âyetlerde bu iki kavram semantik bir bağlantı içinde kullanılmıştır.
b) İkinci bağlamında ihsan, hilm erdeminden kaynaklanan bir anlayışla insanın, başta ana-babası olmak üzere başka insanlar karşısındaki sevgiye dayalı özverili tutumunu ifade eder. Nitekim çeşitli âyetlerde "muhsinler" nitelemesiyle anılan müminlerin hüm ruhunu yansıtan bazı seçkin özelliklerine değinilmiş ve bu suretle ihsan kavramının içeriğine giren erdemlere de işaret edilmiştir. Bu erdemlerin bazıları şunlardır: Öfkeye hâkim olma, affetme, hoşgörü, sabır işlerde aşırılıktan sakınma, kararlılık ve cesaret tok gözlülük ve cömertlik .
Bilhassa konumuz olan âyetin "Muhakkak ki Allah adaleti ve ihsanı emreder..." mealindeki bölümü münasebetiyle, tefsir kitaplarının yanında ahlâk ve tasavvuf kitaplarında da ihsan kavramı üzerinde önemle durulmuştur. Taberî adeti hilâfına, bu âyetteki adaleti "kelime-i tevhîd", ihsanı ise "Allah'ın emir ve yasaklarına uymak, zorluklara katlanmak hususunda gösterilen sabır" şeklindeki sınırlayıcı görüşü tercih eder görünmekle birlikte, onun da kaydettiği gibi bu âyetin "İyilik ve kötülük konusunda Kur'an'ın en kapsamlı âyeti" olduğu yönündeki görüş, ilk dönemlerden itibaren birçok müfessir ile diğer âlimler tarafından benimsenmiştir.
Sonuç olarak literatürde ihsan konusunda yapılan açıklamaları dikkate alarak bu terimi, "insanın, hem Allah'a hem de yakın ve uzak çevresine, bütün insanlara, hatta tabiata karşı yaklaşımında, tutum ve davranışlarında adalet ölçüsünün, farz ve vacip sınırlarının da ötesine geçerek imkân ve kabiliyetlerine göre kulluğun, özverinin ve erdemin nicelik ve nitelik olarak en yüksek seviyesine ulaşması" anlamına gelecek şekilde tanımlamak mümkündür. İhsan mutlak bir görev olmamakla birlikte adaletten de ileri bir erdemdir. Buna karşılık toplumsal hayatta adalet ihsandan daha önemli ve önceliklidir; çünkü İsiâm bilginlerinin sık sık tekrar ettiği gibi "yer ve göklerin düzeni adaletle kaimdir." Bu yüzden Hz. Peygamber (as), "Hüküm verirken adaletli olanlar, ailesine karşı ve yönetimi altında bulunanlar hakkında âdil davrananlar, kıyamet gününde nurdan minberler üzerindedirler." buyurarak, adaletin Allah nezdindeki değerine işaret etmiştir.
"Hayasızlık" diye çevirdiğimiz fahşâ kelimesi, aynı kökten gelen "fuhuş" kelimesiyle eş anlamlı olup çirkin sözler ve fiiller için kullanılır. Daha genel bir ifadeyle fahşâ, başta zina olmak üzere edep, haya ve iffete aykırı her türlü söz ve davranışı ifade eder. "Kötülük" diye çevirdiğimiz münker ise genellikle mâruf kavramının zıddı olarak "aklın ve sağ duyunun çirkin bulduğu, erdemli toplumun yadırgadığı tutum ve davranışlar" anlamına gelir.
Fahreddin er-Râzî'nin de ifade ettiği gibi "Bu âyette Allah Teâlâ yükümlülükle ilgili farz ve nafile mahiyetindeki ilkeleri; keza ahlâk ve âdaba dair genel ve özel konuları bir araya getirmiştir." Yine aynı müfessire göre bu âyet, Kur'an'ı "her konuda (yani insanlığın muhtaç olduğu ve ilâhî bir aydınlatma olmadan ulaşamayacağı helâl-haram, sevap-ceza konularında) açıklama getiren bir rehber" olarak tanıtan bir önceki âyetin tasdiki mahiyetindedir. Çünkü bu âyetin buyruğuna uyarak her durumda adaletli olan, gerektiğinde özveride bulunabilen, yakınlarına cömertçe iyilik eden; bunun yanında epesizlik ve hayâsızlıktan, kötülük ve çirkinliklerden, saldırgan davranışlardan uzak duran insan, aslında bu suretle ruhunun yükselişi için gerekli olan iyilikleri yapar ve kötülüklerden uzak durur hale gelmiş demektir.
Sorularla İslamiyet
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.