Denizler 'bizi de oku' derler
Günün Risale-i Nur dersi...
Bismillahirrahmanirrahim
Sonra, o mütefekkir yolcu her sayfayı okudukça saadet anahtarı olan imanı kuvvetlenip ve mânevî terakkiyatın miftahı olan mârifeti ziyadeleşip ve bütün kemâlâtın esası ve madeni olan iman-ı billâh hakikatı bir derece daha inkişaf edip mânevî çok zevkleri ve lezzetleri verdikçe onun merakını şiddetle tahrik ettiğinden; semâ, cevv ve arzın mükemmel ve kat'î derslerini dinlediği halde, "Hel min mezîd" deyip dururken, denizlerin ve büyük nehirlerin cezbekârâne cûş u huruşla zikirlerini ve hazin ve leziz seslerini işitir. Lisan-ı hal ve lisan-ı kâl ile "Bize de bak, bizi de oku" derler. O da bakar, görür ki:
Hayattârâne mütemâdiyen çalkalanan ve dağılmak ve dökülmek ve istilâ etmek fıtratında olan denizler, arzı kuşatıp, arz ile beraber gayet sür'atli bir surette bir senede yirmi beş bin senelik bir dairede koşturulduğu halde, ne dağılırlar, ne dökülürler ve ne de komşularındaki toprağa tecavüz ederler. Demek gayet kudretli ve azametli bir Zâtın emriyle ve kuvvetiyle dururlar, gezerler, muhafaza olurlar.
Sonra denizlerin içlerine bakar, görür ki: Gayet güzel ve ziynetli ve muntazam cevherlerinden başka, binlerce çeşit hayvanatın iaşe ve idareleri ve tevellüdat ve vefiyatları o kadar muntazamdır; basit bir kum ve acı bir sudan verilen erzakları ve tayinatları o kadar mükemmeldir ki, bilbedahe bir Kadîr-i Zülcelâlin, bir Rahîm-i Zülcemâlin idare ve iaşesiyle olduğunu ispat eder.
Sonra o misafir, nehirlere bakar, görür ki: Menfaatleri ve vazifeleri ve varidat ve sarfiyatları o kadar hakîmâne ve rahîmânedir; bilbedahe ispat eder ki, bütün ırmaklar, pınarlar, çaylar, büyük nehirler, bir Rahmân-ı Zülcelâli ve'l-İkramın hazine-i rahmetinden çıkıyorlar ve akıyorlar. Hattâ o kadar fevkalâde iddihar ve sarf ediliyorlar ki, "Dört nehir Cennetten geliyorlar" diye rivâyet edilmiş. Yani, zâhirî esbabın pek fevkinde olduklarından, mânevî bir cennetin hazinesinden ve yalnız gaybî ve tükenmez bir menbaın feyzinden akıyorlar demektir. Meselâ, Mısır'ın kumistanını bir cennete çeviren Nil-i mübarek, cenup tarafından, Cebel-i Kamer denilen bir dağdan, mütemadiyen küçük bir deniz gibi tükenmeden akıyor.
Altı aydaki sarfiyatı dağ şeklinde toplansa ve buzlansa, o dağdan daha büyük olur. Halbuki o dağdan ona ayrılan yer ve mahzen, altı kısımdan bir kısım olmaz. Varidatı ise, o mıntıka-i hârrede pek az gelen ve susamış toprak çabuk yuttuğu için mahzene az giden yağmur, elbette o muvazene-i vâsiayı muhafaza edemediğinden, o Nil-i mübarek âdet-i arziye fevkinde bir gaybî cennetten çıkıyor diye rivayeti gayet manidar ve güzel bir hakikati ifade ediyor.
İşte, deniz ve nehirlerin denizler gibi hakikatlerinin ve şehadetlerinin binden birisini gördü. Ve umumu bil'icmâ denizlerin büyüklüğü nisbetinde bir kuvvetle Lâ ilâhe illâ Hû der ve bu şehadete denizler mahlûkatı adedince şahitler gösterir diye anladı. (Şualar, Ayet-ül Kübra)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
ÂDET-İ ARZIYE : Yeryüzünün coğrafi kanun ve âdeti.
BİL İCMA' : Topluca.
BİLBEDÂHE : Açıklıkla, açıktan, meydanda olarak, besbelli, ap açık bir şekilde.
CEBEL-İ KAMER : Kamer Dağı.
CENUB : Güney.
CEVHER : kıymetli taş.
CEVV : Yer ile gök arası, feza, atmosfer.
CEZBEKÂRANE : Cezbeye gelmişcesine.Coşkulu bir şekilde
CÛŞ U HURUŞ : Coşup taşma, neşe ve âhenk.
ERZAK : Rızıklar, nîmetler. Yiyecekler
ESBÂB : Sebepler.
FEVK : Üst, üzeri.
HAKÎMÂNE : Her şeyi belli bir gaye ve fayda gözeterek yaparak.
HAYATTARÂNE : Canlı bir şekilde.
HAZİN : Hüzün veren, acıklı, kederli.
HEL MİN MEZİD : Daha yok mu? Daha olmayacak mı? mânâlarında kullanılır.
İÂŞE : Geçindirmek, beslemek, yaşatmak.
İDDİHAR : Biriktimek, toplamak, depolamak.
İNKİŞÂF : Gelişme, açılma, keşfetme, meydana çıkma; terakkî etme.
KADÎR-İ ZÜLCELÂL : Büyüklük sahibi ve herşeye gücü yeten Allah.
KEMÂLÂT : Olgunluklar, mükemmellikler, faziletler.
LİSÂN-I HÂL : Birşeyin duruşu ve görünüşü ile bir mânâ ifâde etmesi.Vücut dili
LİSÂN-I KAL : Konuşma, anlatma dili.
MAHLÛKÁT : Yaratılmışlar. Varlıklar.
MAHZEN : Hazîne veya defîne gibi şeyleri koruyacak yer; erzak yeri; yer altı deposu.
MÂRİFET : Bilgi, bilme, tanıma, hüner, anlatma, övme.
MENBÂ : Kaynak, merkez.
MINTIKA-İ HÂRRE : Sıcak bölge.
MİFTÂH : Anahtar.
MUHÂFAZA : Korumak.
MUNTAZAM : Düzene girmiş, intizamlı.
MUVÂZENE-İ VÂSİA : Geniş denge.
MÜTEFEKKİR : İnsanlığın ve müslümanların problemlerini ve çârelerini çok düşünen, âlim kişi.
RAHÎMÂNE : Şefkat ve merhametli bir şekilde.
RAHÎM-İ ZÜLCEMÂL : İsim ve sıfatları çok güzel olan ve yaratıklarına karşı sonsuz şefkat sahibi Cenâb-ı Hak.
RAHMÂN-I RAHÎM-İ ZÜLCELÂL-İ VE'L-İKRAM : Sonsuz ikrâm, haşmet, şefkat, merhâmet sahibi ve bütün varlıkların rızkını veren Allah.
RİVÂYET : Peygamberimizden işittiklerini veya Sahabeden duyduklarını, birisinin başkasına anlatması.
SARF : Harcama, masraf, gider
SARFİYÂT : Sarfedilenler, masraflar.
TÂYİNAT : Günlük yeme içme ihtiyaçları
TECÂVÜZ : Haddini aşma
TERAKKİYÂT : Yükselişler, ilerlemeler.
TEVELLÜDÂT : Doğumlar.
VEFİYAT : Vefâtlar, ölümler.
ZÂHİRÎ : Görünüşte, dıştan, maddî yüze ait.
ZİYNET : Süs.