Dile müdahaleye 'dur' demek zorundayız
Risale-i Nur'un sadeleştirilme tartışmaları gündemdeyken Erdoğan'ın Türkçe'nin korunması beyanatları da devam ediyor
Risale Haber-Haber Merkezi
Risale-i Nur'un sadeleştirilme tartışmaları gündemdeyken Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Türkçe'nin korunması yönündeki beyanatları da devam ediyor. Başbakan Erdoğan, Türkçe üzerinde yapılan operasyonların tarihle bugün arasındaki en önemli irtibatı, en önemli köprüyü yani kuşaklar arasındaki dil birliğini ortadan kaldırdığını belirterek, ''Adeta bizim şah damarımızı kestiler'' dedi.
Erdoğan'ın dilin değiştirilmesine verdiği örnek kelimeler de dikkat çekici. Erdoğan, "Muhayyile, tasavvur, inkişaf, mücerret, müşahhas, aklıselim gibi kelimeleri farklı dillerden Türkçeye geçti diye ayıklamak, bunların yerine kelime ikame etmek aynı anlamı, aynı manayı asla ve asla karşılamayacaktır'' şeklinde konuştu.
Başbakan Erdoğan, Türkiye Yazarlar Birliği, Türk Dil ve Edebiyatı Derneği, Türk Dil Kurumu ve Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen ''Anayasanın Dili'' Sempozyumunda yaptığı konuşmada, böyle anlamlı bir sempozyumu düzenledikleri için emeği geçenlere teşekkür etti.
Filozof ve dilbilimci Wittgenstein'in ''Dilimin sınırları dünyanın sınırlarıdır'' sözünü hatırlatan Başbakan Erdoğan, bilim adamlarının, bebeklik ve çocukluk yıllarında yaşananların büyük bölümünün hatırlanmamasını dil kullanılmadığı için o dönemde hafızanın kaydetmemesine bağladıklarını anlattı. Bebek ve çocukların, ''dilleri olmadığı için dünyalarının da sınırlı olduğu'' yorumunun yapıldığını dile getiren Erdoğan, aynı durumun yetişkinler için de söz konusu olduğunu, hayatı boyunca dağarcığındaki 450-500 kelimeyle iletişim kuran bir kişinin edebi eser üretmesinin beklenemeyeceğini ifade etti.
Dünyadaki her dilin aslında zengin ve edebi eser üretmeye, bilim dili kurmaya, kanun dili oluşturmaya müsait olduğunu vurgulayan Başbakan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Türkçe'nin kısırlaştırılmasına yönelik olarak çok acıklı, çok acımasız girişimler tarihimizde maalesef oldu. Bunu da biliyoruz. Türkçe tabii mecrasından çıkarıldı ve bir kalıba sokulmak istendi. Dünyadaki her dil başka dillerden ödünç kelimeler alırken, bu son derece tabii bir şeyken, Türkçedeki tüm yabancı kelimeleri ayıklamaya yönelik tasarruflarda bulunuldu.
"Örneğin merhum Nihat Sami Banarlı'nın çok güzel bir tespiti vardır bu konuda, gençlik yıllarımızda bir sohbetinde kendisini dinlediğimizde onu söylüyordu, hatta Türkçe'nin Sırları kitabında da ona bir atıfta bulunur, 'Ketebe, yektübü Arap'ındır, kitap, katip benimdir' diye bir yaklaşımı vardır. Gerçekten çok farklı bir tespit ve yaklaşım... Nitekim kitabı, katibi dışlayanlar, örneğin katibin yerine sekreteri getirenler sanki Türkçeden bir kelime ürettiler, hiç alakası yok. İthal bir kelime. Katibe acaba niyeydi bu düşmanlık diye baktığınız zaman, aslı belli oluyor zaten. Bu tabii olmayan ideolojik girişimler ne yazık ki Türkçeyi ciddi manada kısırlaştırdı. Türkçe'nin sağladığı o engin muhayyileyi de ciddi manada köreltti. En önemlisi de Türkçe üzerinde yapılan operasyonlar tarihimizle bugün arasındaki en önemli irtibatı, en önemli köprüyü yani kuşaklar arasındaki dil birliğini ortadan kaldırdı. Adeta bizim şah damarımızı kestiler. Bu çok önemli. Muhayyile kelimesini, tasavvur kelimesini, inkişaf, mücerret, müşahhas, aklıselim gibi kelimeleri farklı dillerden Türkçeye geçti diye ayıklamak, bunların yerine kelime ikame etmek aynı anlamı, aynı manayı asla ve asla karşılamayacaktır.''
Aşk kelimesinin kökeni farklı olduğu için Türkçeden çıkarılmasının ''dili katletmek'' olacağını söyleyen Başbakan Erdoğan, ''Zira bu kelimenin yerine geçecek hiçbir kelime yoktur. Sevgi kelimesi, aşk kelimesindeki manayı, ruhu, musikiyi asla ve asla yansıtmayacaktır. Dili doğal mecrasında, tabii akışı içinde bırakmak, dil üzerindeki mühendislik faaliyetlerine mutlaka ve mutlaka 'dur' demek zorundayız. Zira dil üzerinde mühendislik yapmak, dünyanın sınırları üzerinde mühendislik yapmaktır. Dile müdahale etmek düşünceye müdahale etmektir. Kelimeler arasında ayrım yapmak, kelimeleri yasaklamak, sınırlandırmak hiç kuşkusuz düşünceyi sınırlandırmaktır'' diye konuştu.
Dili hem korumak hem de yaşatıp geliştirmek gibi bir sorumluluklarının bulunduğunu vurgulayan Erdoğan, bu sorumluluğun dili kullanan herkes, kanun yapanlar, yazanlar, toplum karşısında konuşan siyasetçiler ve sanatçılar tarafından taşınması gerektiğini ifade etti. ''Medyada da sanatçılarda da buna hassasiyetin olmadığını görüyoruz. Özellikle de bu işin banisi edebiyatçılardır'' diyen Erdoğan, dili korumak, yaşatmak ve yabancı kültürlerin saldırılarından korumak için büyük bir hassasiyet içinde olunmasını istedi.
“DİLİMİZ AÇIKÇA İSTİLA ALTINDA”
Tüm bu kesimlerle esnafın, yatırımcının ve girişimcinin de bu sorumluluğu taşımasının önemine dikkati çeken Başbakan Erdoğan, şunları kaydetti:
''Geçenlerde İstanbul'da bir açılışta ifade ettim; son dönemde başta İstanbul olmak üzere şehirlerimizdeki yatırımlara yabancı isimlerin verildiğini çok ama çok fazlasıyla görüyoruz. Caddelere çıktığınız zaman yabancı isimlerle dolu tabelalardan gözünüzü alamıyorsunuz. Türkçe'de çok güzel karşılıkları olduğu halde maalesef, tower, mall, rent a car, check-up, check-in, okay, computer gibi birçok yabancı kelimelerle donatılmış caddeleri görüyoruz.
Dilimiz açıkça bir istila altında. Bu istilayı Karamanoğlu Mehmet Bey'in fermanı gibi ya da yakın tarihte dile yapılan müdahaleler gibi girişimlerle engelleyemeyiz. Dil yasayla korunmaz. Yasayla dil korunamasa da yasayı yazanların gayretleriyle dil korunabilir. Edebiyatçıların, yatırımcıların, medya mensuplarının, siyasetçilerin, bilim adamlarının gayretleriyle dil korunabilir. Yeni bir anayasa yapılması için toplumun her kesimi tarafından yürütülen gayretlerde anayasanın dilinin de gündeme getirilmesini son derece isabetli bulduğumu ifade etmek durumundayım. İnşallah dilimizin yaşatılması, dilimizin kazanımlarının muhafaza edilip daha da geliştirilmesi noktasında da yeni anayasa toplum için yol gösterici olacaktır diye düşünüyorum.''