Dilini ve kalemini Kur'an davasına hasretti
Afyon'da yaptığı müdafaa ihtiyata aykırı gibi görünse de, hakikaten şaheserdir, onun engin imanını aksettiren hakikatin gür sesidir
İsmail Hakkı Zeyrek'in yazısı:
36. vefat yıldönümünde Ahmed Feyzi Kul
Günümüz İslam davasının büyük kahramanlarından olan, 1898'de dünyaya gelen Ahmed Feyzi Kul, 17.10.1972 günü her fâni gibi aramızdan ayrılmış ve dünyaya veda etmişti.
İslam dünyasının bu yılmaz mücahidinin aramızdan ayrılışı da bizi sonsuz teessürlere gark etti. Öyle sevilenlerin ayrılığından doğan üzüntü için "teessür, muhabbetin derecesi ile ölçülür" derler. Allah adına olan sevgiler ölçüye sığar mı? O, ne kadar mütevazı ve gönülsüz bir insandı. Kılık kıyafetinden tutunuz da, oturmasına kalkmasına, dava arkadaşları ile olan muamelelerine kadar her hareketinde örnek alınabilecek bir şahsiyetti. Hatta kendisinden yaşça küçük olanların yaptıkları latifeleri bile hoş karşılaması, onun ne derece bir mahviyet ve tevazu içinde olduğunun bariz misalini teşkil eder. O, kimseyi darıltmamak, kendisi haklı bile olsa hiç kimseye kin gütmemek gibi yüksek ahlakî meziyetlere sahipti. Bir davanın genişlemesi, mahiyetinin anlaşılması, ancak müdafilerindeki hoşgörü ve müsamaha ruhunun hâkim olması ile mümkündür. Çünkü insanların fıtratları farklıdır. Bir muamele tarzı, her yerde herkese tavsiye edilemez. İşte, Ahmed Feyzi böyle geniş müsamaha ruhuna sahip olan ve gönüllerimizi teshir edebilen müstesna insanlardandı.
Onun ilme karşı sonsuz sevgisi ve alakası vardı. Bunun yanında o, üstün zekâya, keskin nazara mâlikti. İslam dünyasındaki ilmî ve fikrî inkişafları merak ve ciddiyetle takip ederdi. Okuduğu kitapların lafzını anlamakla o kitapları anladığına kanaat getirmez, inceliklerine ve hakikatlerine nüfuz etmeye çalışırdı. Hele ayat-ı Kur'aniye ve hadis-i nebeviye üzerine çalışmaları dikkate şayandı. Çalışmaya başladığında onun gecesi gündüzü yoktu. Zihnine takılan bir mesele üzerinde kafasında hiçbir istifham kalmayacak kadar çalışmak, düşünmek ve gerçeği bulmak onun en büyük meselesi, zevki ve meşgalesi olurdu. Bir zaman yakınında bir müddet kalmış, bu hayretefza durumu bizzat müşahede etmiştim. Bu kadar halisane bir niyet ve çok ciddi bir inceleme neticesinde bir ayet-i kerime veya hadis-i şerifin esrarına vâkıf olmak, hiç şüphesiz binlerce dünyevî nimetlere kavuşmaktan veya yüzlerce keramete sahip olmaktan daha yüksek bir mazhariyettir.
Onun en bariz vasıflarından birisi de İslam davasındaki cansiperane mücadelesidir. O, dilini, kalemini ve topyekûn hayatını kudsî iman ve Kur'an davasına hasretmiş ve bu fani âlemden geçinceye kadar da hep öyle yaşamıştı. Hiçbir tehlike karşısında göz kırpmamış, inandığı hakikatlerden taviz vermemiş ve asla dönmemişti. Küfrün, nifakın amansız hücum ve savletlerine karşı bir bomba olup patlamış ve İslam'ın muazzez alemdârını şanına layık bir şekilde tavsif ve ilan etmişti. Denizli'de ve özellikle Afyon'da yaptığı müdafaalar biraz ihtiyata aykırı gibi görünse de, hakikaten şaheserdir, onun engin imanını aksettiren hakikatin gür sesidir.
Merhum, Afyon mahkemesinden önce telif etmiş olduğu "Maidet'ül Kur'an" adını verdiği eserinde görüldüğü gibi Bediüzzaman Hazretleri'nin esrar-ı Kur'aniye'ye dair Birinci Şûa ve benzeri eserlerine herkesten çok ilgi göstermiş ve hatta bu metotla Kur'an-ı Hakim'i baştan sona tetkik etme lüzumunu duymuş ve son senelerinde bu mevzuda bir hayli mesafe kat etmiş bulunuyordu. Cenab-ı Hakk'ın geniş ve payansız rahmetinden, nihayetsiz tevfik ve inayetinden bu hizmeti yapacak ve tamamlayacak olanları nasip etmesini niyaz ederek merhumun ruhuna bir Fatiha okunmasını diliyorum.
Zaman