Misafir Kalem
Diyalog mu ittifak mı?
Papa 1. Franciscus’un Türkiye ziyaretiyle birlikte diyalog ve hoşgörü gibi kavramlar yeniden tartışılmaya başlandı dünyada.
Tam da bu noktada, diyalog kavramının günümüz meselelerini çözmede ne kadar yetersiz olduğunu fark etmiş oluyoruz aslında.
Çünkü Müslümanlar için açık bir cezaevine dönüşen bu seküler dünyanın bizatihi kendisi, diyalog kavramının dünya Müslümanlarının umumi huzuru açısından etkisiz bir eleman olduğunu ispatlıyor.
Diyalog, “karşılıklı konuşma, söyleşme” anlamına geliyor bildiğiniz gibi. Neredeyse bin yıldan beri aralarında komşuluk, hatta vatandaşlık ilişkileri bulunan Kitap ehli ve Müslümanlar, karşılıklı konuşup duruyorlar her platformda.
Ancak karşılıklı konuşmanın, kendi başına sonuca ulaştıran bir eylem olmadığı herkes tarafından biliniyor artık.
Öyle ki, ölümle ve yaralanmayla sonuçlanan pek çok kavganın öncesinde bile hararetli “diyaloglar” kurulabilir karşılıklı olarak. Ama sonuç felaket olacaktır yine de.
O halde diyalog sürecinin bizatihi kendisini amaç edinmesi, yani “ne için Hıristiyan-Yahudi din adamlarıyla diyalog kurmalıyız?” sorusuna “elbette diyalog için…” cevabını vermemiz, bu diyalog sürecinin bizatihi kendisini amaçsız, dolayısıyla anlamsız kırıyor.
Wittgenstein’ın Tractatus’unda ortaya koyduğu gibi, totoloji ve çelişme anlamsızdır. “Diyalog için diyalog” örneği tam bir “totoloji” (yineleme) örneğidir ve anlamsızdır.
Ehl-i kitapla İslami bir diyalog kurulacaksa bunun ancak “tebliğ” gibi geçerli bir sebebi olmak zorundadır.
Çünkü “en güzel örnek” olan Hz. Muhammed’in ehl-i kitapla diyaloğu ancak bu amaca yöneliktir. Zaten Kur’ân da böyle bir “tebliğ” diyaloğunu emretmektedir.
Hatta Müslüman erkeklerin Hıristiyan ya da Yahudi bayanlarla evlenebilmesine verilen izin, evlenilen bayanın zamanla İslam dinini kabul etmesi neticesini elde etmeye yönelik bir izin olmalıdır. Yani bu eylemin de zımni amacı, yine tebliğdir.
Eğer bu gibi evliliklere verilen izindeki hikmet, tebliğ değil de başlı başına “diyalogun kendisi” olmuş olsaydı, bu hikmet için Müslüman hanımların Hıristiyan-Yahudi erkeklerle evlenmelerine de izin verilmeliydi ki, bilindiği üzere böyle bir ilâhi izin yoktur.
İslam böylelikle Müslüman neslin din değiştirmesini önlemiş olmakla birlikte, ehl-i kitap bayanın İslam’ı kabul etmesi için de gerekli bütün şartları oluşturmaktadır.
Yüklemi ve gayeyi “diyalog kurmak” olarak seçtiğimizde, Kur’an’ın temel prensipleriyle de çelişmiş olmaktayız. Çünkü Kur’ân’a göre bir Müslüman sadece diyalog kurmuş olmak için bir Hıristiyan ya da Yahudi’yle diyalog kurmaz.
Karşılıklı iletişim kanallarının özel bir çeşidi olan konuşma, belli bir “mesajı” muhataba iletmek ve muhataptan da belli bir icabeti (dönütü) almak üzere gerçekleştirilir.
Müslümanca diyaloğun iletisi diyaloğun kendisi değil; ya tebliğ içeren ifadeler, ya da ehl-i kitaba önerilecek bir siyasi antlaşmanın maddeleri olabilir. O halde diyalog belli bir ulvi amaca ulaşmak için kullanılacak araçtan başka bir öneme hâiz değildir.
Bugün sonuçsuzluk çıkmaz sokağında volta atıp duran “diyalog” faaliyetleri, bizim ulvi gayemize ulaşmamızı engellemekten gayri bir amaca hizmet etmiyor artık.
Üstelik birbirinden uzak coğrafyalarda milyonlarca Müslüman işkenceye uğrayıp, uzak diyarlara sürülüp katledilirken, anti- İslamist propagandalar her geçen gün artarken, ümmetin çocukları maddeci eğitim sistemleri yoluyla inançlarından uzaklaştırılırken ve dahi Müslümanlar Müslümanlarla doğru dürüst diyalog kuramazken, hangi dış diyalogdan bahsedebiliriz ki?
Hücreleri kanser virüsüyle paramparça olmuş birinin, gösterişli elbiseler giymesi, pahalı restoranlarda yemekler yemesi, güzel arabalara binmesi onun iyileşmesi anlamına gelmeyecektir.
İçeriden hastalanmış, hücrelerinden bölük pörçük olmuş bir İslam vücudu da, öncelikle içeriden iyileşmeye, içeriden birlik olmaya ihtiyaç duymakta değil midir?
İslam dünyasını içine düştüğü bugünkü kaos durumundan kurtarmak için Bediüzzaman’ın da söylediği gibi ehl-i kitapla salt diyaloğa değil, önce içeride ittihada ardından da dışarıdan ciddi bir ittifak kurmaya ihtiyacımız var:
“O zatın üçüncü vazifesi, hilâfet-i İslâmiyeyi ittihad-ı İslâma bina ederek, İsevî ruhanîleriyle ittifak edip din-i İslâma hizmet etmektir.” (Sikke-yi Tasdik-i Gaybi)
İttifak dediğimizde karşılıklı manevi ya da maddi çıkarları, ortak bir düşman karşısında korumaya dönük işbirliğini (cooperation) anlıyoruz daha çok.
Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim’de müşriklerle ve ehl-i kitapla “ittifak antlaşması” yapılabileceğini pek çok ayette buyurmaktadır:
“Mescid-i Haram'ın yanında kendileriyle antlaşma yaptıklarınızın dışında müşriklerin Allah ve Resulü yanında nasıl bir ahdi olabilir? Onlar size karşı dürüst davrandıkları müddetçe siz de onlara dürüst davranın. Çünkü Allah (ahdi bozmaktan)sakınanları sever.” (Tevbe 7)
“Ancak sizinle aralarında antlaşma olan bir topluma sığınanlarla, kendi toplumlarıyla yahut sizinle savaşma konusunda yürekleri yetersiz kalıp da size gelenlere dokunmayın.” (Nisa 90)
Hatta antlaşma o kadar önemlidir ki, kendisiyle ittifak anlaşması imzalanan bir kavmin aleyhine olacak şekilde Müslüman bir topluluğa bile yardım edilmeyecektir:
“Eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, sizinle aralarında antlaşma bulunan bir kavim aleyhine olmaksızın, onlara yardım etmek üzerinize borçtur. Allah yapacaklarınızı hakkıyla görmektedir.” (Enfal 72)
Kendileriyle ittifak antlaşması yapılan müşrik de olsalar, eğer antlaşmalarına sadık kalıyorlarsa ittifak belirlenen süreye kadar devam ettirilecektir:
“Antlaşma yapmış olduğunuz müşriklerden size karşı bir eksiklik sergilemeyen ve aleyhinizde başka birine yardım etmeyenler müstesnadır. Artık, onlara verdiğiniz sözü belirlenen süreye kadar tam bir şekilde koruyun. Şu bir gerçek ki Allah, sakınanları sever.” (Tevbe 4)
İslam’ın olanca üstünlüğüne rağmen Müslümanların bugünkü zayıf durumu küresel manada böyle bir siyasi ittifakı zorunlu kılmaktadır. Bahsettiğimiz stratejik bir ittifaktır ve hoşgörü ya da diyalog kavramlarıyla alakası yoktur.
Peygamberimizin uygulamalarında da gerektiğinde, ortak bir düşmana karşı ehl-i kitapla ittifak kurulabileceğinin delillerini bulmaktayız. Medine Vesikasında, ortak düşmanlara karşı Yahudilerle birlikte hareket edileceği açıkça belirtilir.
Bu antlaşmaya göre; Müslüman ve Yahudi topluluklar barış içerisinde yaşayacaklar, şehrin dışından gelen saldırılara karşı birlik olunacak ve şehir savunması birlikte yapılacaktır.
Mesela sözleşmenin 29 ve 36. Maddeleri şöyledir:
“Hiç kimse müttefiklerine karşı bir cürüm işleyemez. Zulmedilene mutlaka yardım edilecektir.”
“Müslümanlar ve Yahudiler arasında Medine’ye saldıracaklara karşı yardımlaşma yapılacaktır.”
Yine Peygamberimiz Necran Papazlarını diyaloğa değil, siyasi ve askeri alanda ittifaka çağırmıştır:
“Muhammed’den Necran papazlarına; İbrahim, İshak ve Yakub’un Allah’ının adıyla! Gerçekten de ben sizi yaratıklara tapmaktan, Allah’ın kulluk ve ibadetine davet ediyorum ve sizi yaratıklarla yapılmış olan ittifak anlaşmalarının ötesinde, Allah ile ittifak anlaşması yapmaya çağırıyorum. Bu duruma göre şayet reddedecek olursanız, cizye gelir; şayet cizyeyi de reddederseniz size harp açarım v’es-selam...”
(Hamidullah, I/619; el-Cevziyye, IV/180; Fayda, s. 25-26 )
Rivayetlerden anlıyoruz ki, bu süreçte Peygamberimiz Necran papazlarına İslam’ın hakikatlerini ısrarla tebliğ etmiştir.
Necran Papazları tarafından da kabul edilen antlaşma maddeleri, Peygamberimizin bu antlaşmayı İslam’ın mevcut siyasi-ekonomik konumunu güçlendirmek adına imzaladığını göstermektedir:
“Necrân halkı, her yıl cizye olarak iki bin elbise ödeyecekler. Bununla birlikte, tayin edilen sabit orana uygun olarak her çeşit meyve, tahıl ve hayvandan cizye ödeme yükümlülüğündedirler.
Ayrıca onlardan zırh, deve, at veya eşya cinsinden her ne olursa, tespit edilen nispette alınacaktır. Yemen’le Müslümanlar arasında savaş halinde Necrân halkı belirlenen oranlarda zırh, at ve deve vereceklerdir.
Onlardan ödünç alınan şeylerden meydana gelebilecek herhangi bir kayıp, İslâm Devleti tarafından tazmin edilecektir. Necrân halkının ve mahiyetinde bulunanların canları, malları ve inançları Allah’ın Resûlü’nün himayesi altındadır.
İbadet yerleri ve dini özgürlükleri muhafaza edilecektir. Piskoposlardan, rahiplerden ve savaş kaçkınlarından hiç kimsenin yeri değiştirilmeyecektir. Mülkiyetleri her türlü gelişmeye karşı değiştirilmeyecektir.
Faiz alıp vermeye ve kan davaları gütmeye hakları yoktur. Necrân halkından birisinin hak talebinde bulunması halinde, mesele aralarında adaletle çözümlenir. Ne zulüm yapmalarına ne de zulme uğramalarına müsaade edilmez. Antlaşmanın yürürlüğe girmesinden sonra, faiz (riba) yiyenden zimmet (koruma ve himaye) kalkar, başkasının zulmü sebebiyle kimse yakalanmaz. Ve tüm yazılanlar, Allah’ın ve Resûlü’nün koruma ve himayesi altındadır.”
Hamidullah, el-Vesâiku’s-Siyâsiyye (Hz. Peygamber Döneminin Siyasi=İdarî Belgeleri, 194-198; krş.Rahman, Sîret Ansiklopedisi, I, 443-444.
Peygamberimizin Hıristiyan piskoposlarına gönderdiği emannâmede de yükümlülüklerin yerine getirildiği bir “ittifak”ın vurgusunu açıkça görüyoruz:
“Peygamber Muhammed’den piskopos Ebû’l-Hâris’e ve Necran piskoposuna, kâhinlerine, onlara tabi olanlara ve ruhbanlarına:
Ellerinin altındaki az ya da çok malları, kiliseleri, manastırları, ruhbanlık merkezleri Allah’ın ve elçisinin zimmetindedir (korumasındadır). Hiçbir piskopos, rahip ve kâhin değiştirilmez. Hiçbir hakları, yetkileri ve bulundukları durumları değiştirilmez. Borçlarını yerine getirdikleri, haksızlık yapmadıkları ve zâlim olmadıkları sürece (bu konuda) ebediyen Allah’ın elçisinin zimmeti (koruması) vardır.”
Hamidullah, el-Vesâiku’s-Siyâsiyye (Hz. Peygamber Döneminin Siyasi=İdarî Belgeleri, 198-199.
Bu arada diyalog mevzuu söz konusu olduğunda Bediüzzaman’ın 1950 yılında dönemin Papa’sına gönderdiği Zülfikar mecmuası gündeme getirilmektedir hemen.
Halbuki 3 makam bir hâtimeden oluşan bu mecmu’anın içeriği bile, onun diyalog amacıyla değil de öncelikle tebliğ gayesiyle Papa 12. Pius’a gönderildiğini anlatmaya yeter:
1. Makam: Mu’cizât-ı Kur’âniye (25. Söz) (Kur’ân’ın en büyük mu’cize olduğu bu eserde ispat ediliyor.)
2. Makam: Mu’cizât-ı Ahmediye (19. Mektub): (Peygamber Efendimiz’in (asm) çok sayıda mu'cizesine yer verilen bu eserde, Peygamber Efendimiz’in (asm) peygamberliği ispat ediliyor.)
3. Makam: Haşir Risâlesi (10. Söz): (Mahşer gününün, sıratın, cennetin, ebedi saadetin ve cehennemin hak olduğunun ve bütün insanlığı bekleyen bir gelecek olduğunun ispat edildiği eserdir.)
Geldiğimiz bu noktada, içi boşaltılmış, kudsiyeti zedelenmiş, bizi hiçbir sonuca ulaştırmayacak sonuçsuz oyalamalar yerine, derinliği ve delilleri Kur’ân’ın ayetlerine, sünnetin menbaına dayanan, dünya Müslümanlarını müreffeh kılacak onurlu bir “ittifak” duruşuna ihtiyacımız var.
Evet biz Müslümanlar değerlerimizden hiçbir taviz vermeden, Peygamberimizin yaptığı gibi müşriklerle ve ehl-i kitapla ittifak yapabiliriz.
Bu ittifak, itikadi bir ittifak olmaktan öte siyasi bir ittifaktır ve küresel arenada Müslümanlar lehine etkili sonuçlar almaya dönük bir antlaşma (muahede) ile gerçekleşebilir ancak.
Ve dinsizlik, terör, ahlak anarşisi, cehalet, İslam nefreti gibi düşmanları bertaraf edecek böyle bir küresel ittifakın gerçekleşebilmesinin öncelikli şartı, Müslümanların “ittihadı” olacaktır.
Filistin, Mısır, Suriye, Arakan, Türkiye ve değersizleştirilen dünya Müslümanlarının dertleriyle dertlenmek, onlarla birlik olmak yerine; seküler menbalı küresel güç odaklarının savunuculuğuna soyunmanın İslam Birliği (ittihad) idealiyle hiçbir alakasının olmadığı açıktır.
Kalpleri birbirine yaklaştıran, siyasetten uzak bir iman hizmetinin neticesi olarak Müslümanlar, kendi aralarında siyasi bir birlik inşa edecek, sonra bu birliği yöneten küresel şûranın nurani lideri; bütün Müslümanlar namına ehl-i kitapla siyasi bir ittifak kurabilecektir.
Bize düşen, kaynağını Kur’an’dan alan gerçek adalet prensiplerinin bütün dünyayı huzurla dolduracağı o kutlu günlere bizleri bir an önce eriştirmesini Rabbimizden niyaz etmektir. (OD)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.