Diyanet trajikomediden kurtulmalı
Bu ülkede öyle bir Diyanet işleri kurulmuştur ki; eli kolu bağlı, bir çok konuda fikri bile alınmayan göstermelik bir kurumdur
Star Gazetesi yazarlarından Elif Çakır "Burası Türkiye Hepimiz haklıyız" başlıklı yazısında Diyanet İşleri Başkanlığı'nın özerkleştirilmesi konusuna değindi. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kuruluşundan başlayarak, daha sonraki tarihlerde de yapılan icraatlarda hiç söz hakkı tanınmayan kuruma artık özerkliğinin kazandırılması gerektiğini belirtti. Yazının ilgili kısımlarında Çakır şunları kaydetti:
"Cumhuriyet tarihinde ne hazindir ki, Genelkurmay’la aynı tarihlerde kurulmuş olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görevleri ve yetersizliği en güzel CHP 1947 Kurultayı’nda tartışılmıştır.
ÇORUM MİLLETVEKİLİ ABDÜLKADİR GÜNEY: “Evet bugün için bir Diyanet İşleri Reisi mevcuttur. Diyanet İşleri Dairesinin yetişecek olan nesile din öğretmek hususunda bir teşkilatı yoktur. Yalnız inhilal eden müftilik ve imamlıklara eskiden kalmış mahdut kimseleri tayin etmekten başka da vazife ifa etmemektedir.”
SEYHAN MİLLETVEKİLİ SİNAN TEKELİOĞLU: “(gayrimüslim cemaatlerin) evkafı idarelerini kendilerine vermişiz. İslam dinine mensup olan cemaatin başına “Diyanet İşleri Reisi” diye birisini oturtmuşuz. Fakat hiçbir iş yapmayarak, kolları bağlı olarak bırakmışız, boyuna tespih çekmesine müsaade etmişiz.”
Hatta hatta, meseleyi Diyanet’in kuruluş kanununa kadar götürebiliriz:
3 Mart 1924 tarih ve 429 sayılı kanunun birinci maddesi şöyledir:
“Türkiye Cumhuriyetinde muamelat-ı nasa dair olan ahkamın teşri ve infazı TBMM ile onun teşkil ettiği hükümete ait olup, din-i mübin-i İslamın bundan maada itikadat ve ibadata dair bütün ahkam ve mesalihinin tedviri ve müessesat-ı diniyenin idaresi için Cumhuriyetin makarrında bir Diyanet İşleri Reisliği tesis edilmiştir.”
Yani ne diyor; vatandaşlara dair hükümlerin teşri ve infazı TBMM’ye aittir, Diyanet İşleri Başkanlığı sadece itikat ve ibadet işlerine bakacaktır. Yani, öyle bir Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur ki, 1927’de hutbelerin, 1932’de ezan, selâ ve tekbirlerin Türkçeleştirilmesi, 1934 Ayasofya Camii’nin müze haline dönüştürülmesi gibi hususlar konusunda Diyanet İşleri Başkanlığı’nın fikri dahi alınmamış, siyasi tasarruflar olarak sadece uygulamak mecburiyetinde bırakılmıştır.
İşte bütün bunlara bakarak da, laik cumhuriyetin doğasında bulunmadığı halde Türkiye’de devletin dini kontrol etmesi için kurucu akıl tarafından ihdas edilmiş, fakat kuruluşundan çalışmasına kadar trajikomik uygulamaların bulunduğu bir kurumdan Altan Tan’ın ne beklediği konusunu bir kenara atamayız.
Kaldı ki, “şehitlik” kavramı bile Diyanet tarafından belirlenmemektedir bu ülkede. TSK kendi bünyesinde “şehitlik yönergesi” oluşturmuş, kimin şehit olup olmayacağına da karar vermiştir. Ama Diyanet’in özerkleşmesi meselesine geleceksek, konu önümüze geldiğinde, çok kolay hallederiz.
Hatta buna bugünkü Diyanet İşleri Başkanlığı bile hazırdır.
İmam-Hatipleri Milli Eğitim Bakanlığı, İlahiyat Fakültelerini YÖK yönetiyor, Diyanet’e hiç kimse bir şey sormuyorken, bu komediden kurtulması için niye hazır olmasın ki!.." [Star]