Door of Hope: Umut Kapısı
Nefes alıyorsak umut var demektir, derler. Evet, umutlar hayatla başlar, hayat ise umutla devam eder.
Metin Said Serdengeçti'nin Yazısı
Umut kapısı yazılı bir levha var, bilmem bilir misiniz? Bir duvar, duvar üstünde posta kutularına benzer açılır kapanır bir mekanizma ve mekanizma üzerinde yazan o yazı: door of hope yani umut kapısı.
Bazıları için bebek çöplüğü de olsa, o küçücük ancak bir bebek sığacak delik, arkasındaki insanlarca farklı bir anlam taşıyor. Kendi görüş ve düşüncelerince bir kapı aralamışlar umuda; nefes alıyorsak umut vardır cümlesinin şerhiyle, ölmek üzere olan minicik çocuklara yeni bir sayfa açmanın peşindeler.
Evet, coğrafya Güney Afrika. Johannesburg'un belalı mahallelerinden Berea'da bir yetimhane ismi bahsi geçen yer. Suç, uyuşturucu ve fuhşun had safhada olduğu bir yer olarak bilinen Berea'da, anneler ölmek üzere olan çocuklarını üzerinde "door of hope" yazan bu delikten içeri bırakıyorlar. Her bir annenin çok farklı duygu ve niyetlerle yaptıkları bu işin arkasından, duvarın arkasındakilerce inanılmaz bir faaliyet başlıyor. İsterseniz gerisini Angela Kizobokamba isimli görevliden dinleyelim.
"Umut Kapısı", istenmeyen pek çok bebeğin hayatını kurtarıyor. Anneler, genellikle yeni doğmuş bebeklerini, bulunup bakılmaları için bu metal bölmeye isimsiz şekilde bırakabiliyor. Bebek "kutuya" yerleştirildiğinde, üzerine konduğu yataktaki alıcılar, alarmı harekete geçiriyor. Alarm çalmaya başladığında her şeyi bırakıp koşuyorsunuz, çünkü orada hayatta kalmak için mücadele eden küçücük bir bebek olduğunu biliyorsunuz.
Kilisenin yönlendirmesiyle faaliyete başlayan bu yer, bu çocuklara sahip çıkıyor, onlara umut olmaya çalışıyor. Çocuklar yetiştikten sonra çocuklara ne oluyor, orası biraz karışık. Fakat ilerideki hedefler adına bu çocuklar o metal bölmeye konulur konulmaz, o çocuğu yaşatmak için her şey bırakılıp çocuğun yanına koşuluyor.
YA BİZİM KAPILARIMIZ
Ahir zamanın dehşeti her yeri sarmış olduğunu en iyi bu derginin muhatapları biliyorlardır diye düşünüyorum. Dünya hayatına bedel, insanların ebedi hayatlarının çok büyük tehlike içerisinde olduğunu her gün Nur Risalelerinden okuyorsunuz. Oradan aldığınız bilgi ve feyizle hayata tutunmaya, iki hayatınızı muhafaza etmeye çalışıyorsunuz. Ya muhatap olamayanlar?
Lütfen dairenizden dışarıya çıkıp, daire giriş kapınızın üzerinde ne yazdığına bir bakın. Özellikle de talebelerin kaldığı yerlerdeki vazifeli arkadaşlarımız, lütfen önce daire kapısına sonra da aynaya bakınız. Bizim kapımızda da "Umut" var mı?
Hani bir söz vardır, "Namazda gözü olmayanın ezanda kulağı olmaz." diye. Bizim de kulağımız kapının ziline odaklanabiliyor mu? Veyahut bizi bilen veya bir şekilde gelen misafirlerimizle o an -bizce çok önemli bir iş bile olsa- her şeyimizi bırakıp ilgilenebiliyor muyuz? Ölmek üzere olan bir çocuğun o metal bölmeye konulduğunda çalan alarm ve alarmı duyup her şeyi bırakarak koşan görevliler gibi bizler de bize gelenlerle muhatap olabiliyor muyuz? Ya da yaptığımız işleri daha önemli bir hizmet sayıp çok da umursamıyor muyuz?
Kainatta tesadüfe yer yoktur. Kapımıza gelen kişi belki öylesine gelmiştir, fakat unutmayalım ki bir cihette gönderilmiştir. Yine unutmayalım ki; "Birinin senin vasıtanla imana gelmesi senin için güneşin doğup battığı yerlere sahip olmaktan daha değerlidir" (Buhari, Cihad, 102)
BÜYÜKLERİMİZDEN
Şeyh Edebali "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın" demişti Osman Gazi'ye. O bu öğüdü tuttu ve asırlarca devleti yaşattı. Şimdilerde bir arkadaş "İnsanı yaşat ki insanlık yaşasın" diyor. Gelin hep beraber insanı yaşatmanın yollarını arayalım; ta ki insanlık kurtulsun.
Bir büyüğümüz bu asırda iman adına hizmet eden insanın bir vasfını şu cümlelerle ifade ediyordu. "Bir kardeşimiz akşama kadar çalışır, çabalar, birilerine bir şeyler öğretir. Öyle ki, gece olmuştur ve yorgunluktan perişan vaziyette yatmak üzeredir. Tam o esnada zil çalar. O kardeşimiz sanki yeni uyanmış gibi kapıyı açar, gelene güler yüzle ‘Hoş geldiniz!' der ve onun için yapılması gerekenleri yapar, sonra istirahate çekilir."
Husrev Efendi hapishanede kendisine sorulan şu suale bakın nasıl cevap vermişti. Mahkûmlardan birisi sorar: "Hocam, ben adam öldürdüm, hak yedim, birçok suçlar işledim. Allah beni affeder mi?" Husrev Efendi adama döner ve der ki; "Deniz bilir misin" Adam "Evet" der. Husrev Efendi "Peki, denizden bir bardak su alsan azalır mı? Veya bir bardak ilave etsen taşar mı? Allah'ın rahmeti geniştir kardeşim. Sen tövbe et." der.
Husrev Efendinin bu sözleri o adama ve daha fazlasına umut olmuştur. O mahkûmlar, Husrev Efendi orada kaldığı müddetçe onunla beraber namaz kılmışlar, imani sohbetler yapmışlardır.
irfanmektebi.com