Ali HAKKOYMAZ
Dört kelime
Çocuklarımıza "çok" kelime öğreteceğimize (ki öğret/e/miyoruz) şu "dört kelime"yi öğretebilsek:
Acz...
Fakr...
Şefkat...
Tefekkür...
***
Kelimeleri hep ölçerek biçerek; hamur kömür etmeyerek önümüze koyan Bediüzzaman, kırk yılda, "dört kelime" öğrendiğini söylüyor. Şimdi, "acz" deyince size bön bön bakan bir nesil var karşınızda.
"Acz" ne demek? "Fakr, şefkat, tefekkür" ne demek? Bir de sözlüğe bakma huyumuz yoksa...
"Enaniyet" asrında âcizliği, fakirliği kabullenmeyenlere, bu düne kadar bizim dünyamızın kelimelerini nasıl anlatacağız?! Kolay da değil hani! Okulların,sokakların, televizyonların bunca tahribatını tamir etmek. Önce, hele bir, ben kabulleneyim, diyorum. Âciz, fakir olduğumu.
***
Âcizim, işte! Hastayım. Şu kitabın yaprağını çevirirken bile, kalemi kâğıda bastırırken zorlanıyorum. Bu aldığım/verdiğim nefeslere de dahlim yok. Ne eller benim, ne bu gözler... Göz kapaklarımı indirip kaldıracak güç bile yok bende. Âciz değilsem... neyim peki!
Âcizim âciz olanı istemem, diyor, kendini bilen/ler. (Sözler)
***
Fakirim. Şunu alsam; bunu alamıyorum. Ve... ihtiyaçlar... tükenmeyen. Elde olmayan ne ise ihtiyaç... O zaman sonsuz fakirim demektir bu. Çadır/ım vardı, sonra bir kerpiç ev/im oldu. Sonra katlı, gökdelenli yerler... Işıklar, gösterişler vesaire. Ya peki, bitti mi? Hayır! Dünya benim olsun istiyorum. Mümkün mü! O zaman fakirim, işte! Yıldızları istiyor, içimde durduramadığım çocuk. Dünyayı elde etsem bile; bir adım daha atıp öteler, öteler diyorum. Bendeki istek bitmiyor. Küçükken "elma şekeri"ne, "pamuk şekeri"ne koşuyordum. Cebimdeki bozuk paraların sesleri öylesine arzuluydu ki beni tatmine. Ama hayır! Ardından dondurmacı, mısırcı geçiyordu. Simitçi, alıççı, marulcu... Paralarım çarçabuk bitiyordu. Bitiyordu, işte! Fakirmişim demek! Komşumuzun oğluna özenirdim. Onun parası daha çoktu; ama "Şu da senin!" diyemezdi pek. O da "biter korkusu"ndaydı. Ki salatalığı ısırırken kokusu bana gelirdi. Eve mi koşardım o zaman! İmrenerek mi seyrederdim, ne yapardım?!
Fakirim, fakir olanı istemem, diyor kendini bilen/ler. (Sözler)
***
Şefkat...
Ağlayan bir çocuktan, ateşe koşan herkese... Belki de şefkatimiz yumuşatacak nice katı kalpleri, yanlıştan dönmez zannettiklerimizi. Ufacık bir tebessüm, bir merhaba, gönüldeşlerinizi çoğaltacak. Sonra bir "çay sohbeti"nde elinizde Sözler... 17. Söz'ü, 23. Söz'ü okuyacaksınız. 33. Söz'de nice pencereler açılacak sonsuza. Her pencerede paslı yanlarınızın gıcırdadığını duyacaksınız. O'nun size sonsuz şefkatini görünce her hava zerresinde, her yağmur şıpıltısında... Şefkatinizi daha da çoğaltacaksınız.
***
Tefekkür...
Nicedir unuttuğumuz... İnsanı ta ötelere götüren kelime. Bir bitmez yürüyüş. Bir bardak suyu yudumlarken, elmayı ısırırken, ekmeği koklarken... Hayatımızın her döneminde tefekkür...
Tefekkür okumaktır.
Tefekkür düşünmektir.
Tefekkür çağırmaktır çığlık çığlığa senden kaçanları.
***
Risale-i Nur...
İşte, tefekküre açılan sayfalarda bütün soruların cevabını bulmak. Âcizlik bir hastalıksa... Nur sayfalarında devayı bulmak... Fakirsek, yine o sayfalarda zenginleşmek... O şefkatli kelimelerin sizi sarmaladığını görüp okudukça tefekkür etmek. Tefekkür ettikçe okumak... Okudukça dokunmak ötelere...
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.