Selim GÜNDÜZALP

Selim GÜNDÜZALP

Duâdaki kuvvet

Bismillah her hayrın başıdır.
Bediüzzaman Hazretleri, Birinci Söz’e bu ifadelerle başlıyor.

Cümlenin devamı ise şöyle: “(…) Bismillâh her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız. Bil ey nefsim! Şu mübârek kelime İslâm nişanı olduğu gibi, bütün mevcudâtın lisân-ı hâliyle vird-i zebânıdır. Bismillâh ne büyük tükenmez bir kuvvet, ne çok bitmez bir bereket olduğunu anlamak istersen, şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle.” (Bediüzzaman, Sözler)

Şimdi bu cümledeki iki kelimenin üzerinde bilhassa durmak isteriz.

Bunlardan biri; ‘Bismillâh ne büyük tükenmez bir kuvvet’ diğeri de ‘Ne çok bitmez bir bereket olduğu’dur. Bunlar gerçekten önemli ifadeler. Belli bir maksat için özellikle kullanılmış.

Sonra, her zaman olduğu gibi meseleyi akla yaklaştırmak ve bu cümlelerin daha iyi anlaşılmasını sağlamak için, insanın merakını da celbeden harika bir temsil sunuluyor. Bediüzzaman Hazretleri bu temsili de açıp şöyle bağlıyor:

“İşte, ey mağrur nefsim, sen o seyyahsın. Şu dünya ise bir çöldür. Aczin ve fakrın hadsizdir. Düşmanın, hâcâtın ihayetsizdir. Mâdem öyledir, şu sahrânın Mâlik-i Ebedîsi ve Hâkim-i Ezelîsinin ismini al. Tâ bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hâdisâtın karşısında titremeden kurtulasın.” (Bediüzzaman, Sözler)

Bu paragrafın hemen ardından gelen cümleler de ilginç. Bu defa Bismillah’a ayrı bir mânâ daha yükleniyor:
“Evet, bu kelime öyle mübârek bir defînedir ki, senin nihayetsiz aczin ve fakrın, seni nihayetsiz kudrete, rahmete rabt edip, Kadîr-i Rahîmin dergâhında aczi, fakrı en makbul bir şefaatçi yapar.” (Bediüzzaman, Sözler)

Kanun namına, devlet namına hareket eden adamın kendi kuvvetinden çok daha fazla işleri o nam ile kolaylıkla görmesinin ve başarmasının sırrını da yine bir başka misâl ile anlatıyor.

Gelelim bu bahisten hissemize düşene:
Şimdi biz Bismillah’ı, yani bu mübarek kelimeyi günlük işlerimizde bahsi geçen şekilde kullandığımızda kim bilir neler değişecek hayatımızda?

‘Bismillah’ demek; “Bu nimet benim değil, Allah’ın” demektir aynı zamanda. Öyle değil mi? Bu dünyada ne bizim ki zaten, kendi adımıza onu alıp da kullanabilelim?

En yakın arkadaşımızın kalemini bile onun iznini almadan kullanamıyoruz. Nerede kaldı hayatî ihtiyaçlarımız! Görmemiz, yürümemiz, nefes almamız, koklamamız, sevmemiz, yürümemiz yüzlerce, binlerce fiil… Her gün, her dakika, bu fiillerin her birine muhtacız.

Her birini işlerken Allah’ın mülkü olan bu dünyada, O'nun ismini kullanmadan, O'nun izin ve rızasını almadan ve O'nun adını zikretmeden yaşamak insanı yoruyor bitab bırakıyor… Bu, yaşamak değil; belki de kaçak yaşamak. Allah’ın adını anmadan yaşamak, en küçük bir nimeti dahi O'nun adını zikretmeden kullanmak, vicdanlarımızda onulmaz yaralar açıyor.

Sadece dara düştüğümüz, zorda kaldığımız anlarda değil, en rahat vakitlerimizde dahi bu kelimeyi bilerek, severek ve zikredilen ince mânâları düşünerek bir kullanabilsek, onun açacağı nice hazine ve definelere de şahit olacağız.

Bedeli ödenmeden, hak edilmeden alınan her mal, hırsızlık kapsamına giriyor. Öyle de mânen bedelini ödemediğimiz her şey, yani Allah’ın adını zikretmeden aldığımız ve kullandığımız, ‘Bismillah’ demediğimiz her nimet için de acaba bu böyle değil mi? Bu soruyu da gündemimize taşıyor Bediüzzaman:

“Tablacı hükmünde olan insanlara bir fiyat veriyoruz. Acaba, asıl mal sahibi olan Allah ne fiat istiyor?” diyor.

Bu bahsi dikkatlice okuduğunda, büyük bir sırdan gaflet ettiğinin farkına varıyor insan. Bismillah aynı zamanda büyük bir duâ cümlesi. Kur’an’da 114 yerde geçiyor. Bu kadar önemli olmasa her sûrenin başında tekrar edilir miydi?

Bu büyük tükenmez kuvveti, bu bitmez bereketi ve bu defineler kuvvetindeki mübarek kelimeyi nasıl bir ruh hâliyle ve imanla söylediğimizi düşünmeliyiz. Yeniden bir ayar yapmalıyız dilimize. Hazine önümüzde. Anahtarı da elimizde. Ne hatıralar, ne hikâyeler anlatılır besmeleyle alâkalı. Birçoğumuzun mâlumudur bunlar…

Kelimelerin, cümlelerin ve hayatın sırrı; imanda ve inanmakta gizli.

Bir filmde seyretmiştim. Filmin kahramanı, duvarın önünde duruyor. Yanındaki adam: “Aslında” diyor “Bu duvarı geçebilirsin. Ancak oradan geçebileceğine inanabilirsen…” Birinci hamlede başaramıyor genç. Yanındaki: “Demek ki, bu duvarı geçebileceğine inanmıyorsun.” diyor. İki, üç derken, sonunda başarıyor. Buradan bir hisse: Biz de ‘Bismillah’ı en az bu filmin kahramanı kadar inanarak ve kalbimizin en derin yerlerinden kopan bir duâ cümlesi olarak söyleyebilirsek, hayatımızda birçok şeyin değiştiğini gözümüzle göreceğiz inşaallah.
•••
Şimdi bu meseleyi biraz daha iyi anlamak için Asr-ı Saadete doğru bir yolculuğa çıkalım, ne dersiniz?

Sahih Müslim’de Hz. Ali’nin (kv) rivayetine göre: Hz. Ali (kv) buyuruyor ki: Hz. Peygamber (asm) evimize geldiler. Biz de o zaman çoluk çocuk yataklarımıza yatmış, fakat henüz uyumamıştık. Hz. Peygamber’in (asm) geldiğini görünce, yerimizden kalkmak istedik. Fakat: “Olduğunuz yerde yatınız. Kalkmayınız.” buyurarak geldiler, Fatıma-i Zehra ile benim aramıza oturdular. Mübarek ayaklarının birini benim, diğerini de Fatıma’nın göğsüne koydular. Ben mübarek ayaklarından yayılan serin serin, ilahî rahmeti derhal kalbimde hissettim. Sonra, Fatıma-i Zehra’nın hizmetçiye olan ihtiyacına geçerek: “Gerçekten, elimizde bir miktar esir vardı. Fakat onları muhtaç olanlara dağıttım. Hele Ashab-ı Suffa’yı hepimize tercih ettim. Çünkü Ashab-ı Suffa açlıktan son derece sarsılmıştır. Esirleri satarak geçimlerini sağlamalarını daha hayırlı gördüm. Şimdi ben size bir şey öğreteyim ki, o sizin istediğiniz hizmetçiden sizin için daha hayırlı olsun.” buyurdular.

Biz de “Buyurun yâ Rasulallah” dedik. Peygamber Efendimiz (asm): “Bana Cebrail (as) öğretmişti. Gece yatağınıza gireceğiniz vakit 33 defa ‘Sübhanallah’ diyerek Cenâb-ı Hakk’ı tesbih, 33 defa ‘Elhamdülillah’ diyerek hamd, 33 defa da ‘Allahuekber’ diyerek tekbir, yüzüncüsünde de, ‘Lâ ilahe illallahu vahdehu la şerike leh lehü’l’mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve ala külli şey’in kadir.’ okuyup yatınız buyurdular.

Hz. Ali (kv), “Peygamberimizin (asm) bu tavsiyesini, işittiğim o günden bu âna kadar hiçbir gece terk etmedim.” diyor.

Bu hadiseyi Hz. Ali’den (kv) rivayet eden Abdurrahman b. Ebî Leylâ (ra), Hz. Ali’ye (kv): “Yâ Ali! Sıffin Savaşı gecesi de mi terk etmediniz?” diye sormuş. Hz. Ali (kv): “Evet, o gece de unutmadım ve okudum.” buyurmuştur.
(Sahih-i Müslim, c.8 s.84. Hilyet-ül Evliyâ, Ebû Nuaym, c.2, s.41. Mevahibü’l Ledünniyye, İmam Kastalani, c.8 s.163.)
•••
Bir soru.
Şüphesiz tesbih ve benzerleri zikirde, büyük sevap vardır. Fakat tesbih, hizmetçiden acaba nasıl hayırlı olabilir? Hiç bunu düşündünüz mü?

Evet, bunun cevabı, çok açık ve nettir. Cenâb-ı Hak, bu tesbih, hamd ve tekbirin samimi okuyucularına güç ve kuvvet vererek, onları kendi işlerini kendileri görmeye muktedir kılar. Yahut zor işleri onları okuyanlara kolaylaştırır. Bunun içindir ki, insanın hayatta kendi işini kendi görmesi kadar bir zevk ve şeref olamaz. Yemek, içmek giymek, hastalık sırasında doktor ve ilâç bulmak gibi bütün ihtiyaçlarını mecburî olarak omzuna alması gereken zahmetli hizmetçiden, sıhhatli, afiyetli, güçlü, kuvvetli bir vücut, elbette çok çok daha hayırlı değil midir?

Hatta bir hizmetçinin geçici dünyaya faydası varsa da, tesbih ve benzerlerinin hem geçici dünyaya, hem de sonsuz âleme faydası muhakkaktır. (Aynî, c.9 s.645)
•••
Bir başka hatıra.
Hz. Fatıma’nın (ra) Fidda diye anılan bir hizmetçisi vardı. Bu hizmetçiyi Hz. Fatıma’ya (ra) Peygamber Efendimiz (asm) vermişti. Hizmet etmekte pek hevesli olduğu hâlde beceremiyordu. Bir gün Peygamber Efendimiz (asm) Fidda’nın bu hâlini görünce ona şu duâyı öğretmişti:

“Yâ Vâhidu leyse kemislihi Ehadün tumîtu külle Ehadin ve tuğnî külle Ehadin ve ente alâ arşike Vahidün ve lâ te’huzühü sinetün ve lâ nevm.”
(Ey bir olan Allah! Senin eşin ve benzerin yoktur, herkesi öldüren sensin, herkesi zengin eden Sensin ve Sen Arşta Teksin. İşte o Allah’ı uyuklamak ve uyku yenemez.)

Bir gün Fidda, kırda biraz odun toplamıştı. Fakat demet yapıp sırtına alamıyordu. Sonra bu duâyı hatırladı ve okudu. Derken orda bir yolcu köylü göründü ki, Ezd-i Şenûe kabilesi halkına benziyordu. Fidda’nın durumuna acıdı. Odunları demet edip yüklendi ve Fatıma Zehra’nın kapısına kadar getirdi. (Üsdü’l-Gâbe, c.5, s.330)

İşte duâdaki kuvvet ve bereket…

Sözümüzü Sözler’den bir cümle ile bağlayalım: “Hazîne-i rahmetin en kıymettar pırlantası ve kapıcısı zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm olduğu gibi, en birinci anahtarı dahi “Bismillahirrahmanirrahim” dir. Ve en kolay bir anahtarı da salâvâttır.” (Bediüzzaman, Sözler)

“Essalâtü vesselâmü aleyke yâ Rasulallah!…”
(Kaynak: Fatımatü’z-Zehra (ra), Hacı M. Cemal Öğüt, Bahar Yay, 1970, İstanbul. s.91, 92, 93, 222, 223.)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.