Dünya semâsını şeytanların kulak hırsızlığından koruyarak muhâfaza ettik

Dünya semâsını şeytanların kulak hırsızlığından koruyarak muhâfaza ettik

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Fussilet Suresi 10-12. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

10 . Ve onda (yeryüzünde) üstünden (yükselen) sâbit dağlar yaptı; ve orada bereketler meydana getirdi ve orada (rızıklarını) araştıran kimseler için birbirine eşit dört gün içinde (dört devrede) gıdâlarını takdir buyurdu.

11 . Sonra duman hâlinde bulunan göğü kasdetti de ona ve yere: “İsteyerek veya istemeyerek gelin!” dedi. (İkisi de:) “İtâat edenler olarak geldik!” dediler. (*)

12 . Böylece onları iki günde (iki devrede) yedi (kat) semâ olarak hükmetti ve her semâda (bulunanlara kendilerine âid) vazîfesini vahyetti (ona ilhâm etti). Dünya semâsını da kandillerle (yıldızlarla) süsledik. (Ve yıkılmaktan ve şeytanların kulak hırsızlığından) koruyarak (muhâfaza ettik). Bu, Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen), Alîm (herşeyi bilen Allah)’ın takdîridir.

(*) “Kur’ân, başka kelâmlar ile kābil-i kıyas (kıyâsı mümkün) olamaz. Çünki kelâmın tabakaları, ulviyet (yükseklik) ve kuvvet ve hüsn-i cemâl (güzellik) cihetinden dört menbaı var. Biri mütekellim (söyleyen), biri muhâtab, biri maksad, biri makamdır. (...) Öyle ise, sözde: ‘Kim söylemiş? Kime söylemiş? Ne için söylemiş? Ne makamda söylemiş?’ ise bak. Yalnız söze bakıp durma. (...) Evet mâdem kelâm, mütekellime (konuşana) bakıyor. Eğer o kelâm emir ve nehiy ise, mütekellimin derecesine göre irâde ve kudreti de tazammun eder (içine alır). O vakit söz mukāvemet-sûz olur (her engeli aşar); maddî elektrik gibi te’sîr eder, kelâmın ulviyet ve kuvveti o nisbette tezâyüd eder (artar). Meselâ: ياَ اَرْضُ اَبْلَع۪ي مآَءَكَ وَياَ سَماَءَ اَقْلِع۪ي yani ‘Yâ arz! Vazîfen bitti suyunu yut! Yâ semâ! Hâcet kalmadı yağmuru kes!’ Meselâ فَقاَلَ لَهاَ وَلِلْاَرْضِ ائْتِياَ طَوعاً اَوْكَرْهاً قَالَتآَ اَتَيْناَ طَائِع۪ينَ Yani ‘Yâ arz! Yâ semâ! İster istemez geliniz, hikmet ve kudretime râm olunuz (itâat ediniz). Ademden (yokluktan) çıkıp, vücudda (varlık âleminde) meşhergâh-ı san‘atıma (san‘atımın sergilendiğiyere) geliniz!’ dedi. Onlar da: ‘Biz kemâl-i itâatle (tam bir itâatle) geliyoruz. Bize gösterdiğin her vazîfeyi senin kuvvetinle göreceğiz.’ İşte kuvvet ve irâdeyi tazammun eden hakîkî ve nâfiz (te’sirli) şu emirlerin kuvvet ve ulviyetine bak!” (Zülfikār, 25. Söz, 54)