Mustafa ULUSOY
Dünyanın üç yüzü-II
Şairi bu kadar bunalıma sokan neydi, diye meraklandığımda, sinemadan çıkalı on dakika olmuştu. Yürüyordum. Buz kesmiş caddede. Filmden çok aklımdaki şiir ele geçirmişti zihnimi. İçindeki kasveti de ruhuma yığarak.
"Elbette anlamı olabilirdi: geçip gitmekteyiz bu dünyadan,/ Sormamışlar gelirken, çekilmeliyiz şimdi yavaştan/ Ama konuşmamıza karşın, birbirimizi anlamadan/ Ve karşımızdakinin ellerine bir an bile ulaşmadan" diyen şairin (Ingeborg Bachmann) dünyanın üçüncü yüzünde dolanıp durduğuna kanaat getirdim ve dünyayı üçüncü yüzden ibaret sandığına.... Dolandıkça da kördüğüm ediyordu kendini: "Yıkım bu işte: Çıkamayacağız bu sınavdan/ Denemekle bile kalkılmaz bu şeyin altından/ Ve bir çarmıh dikilmiş, kendimizi tanıyamadan/ Yalnızlığımızda, silinip gidelim diye dünyadan."
Yürüyordum. Caddede. Bir süre sessiz kalmıştım ki, "Gerçekten hiçbir yerde kaydımız yok mu?" sorusu zihnime ilişiverdi.
Bir buz sarkıtının ucunda donarak asılı kalmış bir su damlası nasıl güneşi özlüyorsa; dünyanın üçüncü yüzünde asılı kalmış varlığımız da öyle özlüyordu dünyanın birinci ve ikinci yüzünü. Derken, Zamanın Bedii'nin; ikinci yüzün, dünyanın ahirete bakan yüzü olduğuna dair yazdıkları belleğimde gezinmeye başladı. Ahiretin tarlası, cennetin mezrası olan yüz. "Rahmetin mezheresi" dediği dünyanın güzel yüzü. "Tahkire değil, muhabbete lâyıktır." dediği yüz.
Üçüncü yüze hikmetin güneşi doğmuştu, caddenin soğuğuna inat. Bu yüz olmasaydı şair haklı olurdu isyanında, umutsuzluğunda. Bu yüz olmasaydı, her şey berhava olurdu.
Bizi sonsuzluğa taşıyacak ikinci yüzle dünya zalim bir yer olmaktan çıkabiliyordu ancak. Dün ile yarın arasında salınıp dururken, sonsuzluk açılıyordu ikinci yüzün penceresinden, her varlığın nefes aldığı.
Yolu yarıladığımda, aklım sinemaya kaydı. Bir filmin çekilme ortamını hayal ederken buldum kendimi. Oyuncular, çalışıyor, çabalıyor, yoruluyor, aynı sahne tekrar tekrar çekilip kayda alınıyordu. Her şey en iyi şekilde kayda alınmak içindi. Akılları fikirleri, çekilen sahnelerin bir bütünlük içinde kurgulanıp perdede gösterilmesiydi. Çekim yapılırken olan bitenin dışında bir hedef vardı. Sonrasıydı bu. O anı aşan, o anın dışına çıkan bir amaç ve hikmet için onca zahmete katlanıyorlardı.
Perdeye yansıtmak için kayda alınmış görüntüler kadar da mı kıymetimiz, ehemmiyetimiz yoktu? "Silinip gidemeyiz bu dünyadan. Mutlak Varlık silmez bizi. Sonsuza kazınmış varlığımız" dediğimde, dünyanın ikinci yüzü "evet" diye fısıldadı. Dünyanın sırrı ikinci yüzünde saklıydı.
Caddeyi kuşatan soğuğu unutmuştum. "Benim yüzüm olmadan bu dünya anlaşılamaz. Hiçbir düğüm çözülemez. Hiçbir acınız dinemez. Hiçbir öfkeniz yatışamaz. Hiçbir çiçek canlanamaz. Hiçbir ağaç yeniden yeşeremez." diye sesleniyor sandım ikinci yüz. Sesi sakin, serinletici, duyarlıydı.
Birinci yüzse en tebessüm edeniydi. En şefkatli olanı. En umut vaat edeni. Zamanın Bedii'nin "Cenâb-ı Hakk'ın esmâsına bakar; onların nukuşunu gösterir, mânâ-i harfiyle, onlara âyinedarlık eder" dediği yüz, var olmak için yeter de artardı. Bir an bile.
"Hadsiz mektubât-ı Samedâniyedir." dediği yüze kendi varlığımızı da koyunca, dünyanın üçüncü yüzündeki tüm acılar dindi, zerre kadar bile karanlık kalmadı varlığın dünyasında. Sanki her varlığa güneş serpilmişti.
"Bu yüzü gayet güzeldir; nefrete değil, aşka lâyıktır" dendiğine göre, dünyadan nefret ediyorum dediğimizde, kastettiğimizin üçüncü yüz olduğunu anladım.
Caddenin sonuna gelmiştim. Son cümleleri sıraladım aklımın bir köşesine.
Bize isyan yakışmaz cümlesini en başa koydum. Doğumumuzdan ölümümüze, olan biten her şey, kalbimizde misafir tüm duygular, O'nun isimlerinin tecellisine bir ayna olmak içinse eğer, varsın dünya zor olsun, varsın eğilip bükülelim.
Zaten dünya tadımlık bir yer değil mi?
Zaman
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.