Hatice GÖRGÜN
Düşünme Talimleri
Hiç dünyayı karşınıza aldınız mı?
Dünyayı karşıya almak diyorum, bütün çıplaklığıyla görmek için karşıya almak deyimini açmaya ne dersiniz. Karşıya almak… Var olan bir şeyi, varlığını da onaylayacak şekilde tam olarak görmek için tam karşımıza almak. Bakmak ve görmek. Bakıp ta görmediğimizden habersiz olduğumuz ya da görmeye hasret olduğumuz bütün hakikatler, yüzleşmeye hazır olduğumuz bir lahza da bizi bulur. Karşıya alınmayan varlıklar tanınmaz hale gelir. Dünyayı içinden seyretmekle, dışından seyretmek arasındaki fark gibi. Veyahut bir manzarayı karşımıza almak gibi. Bu durum karşımıza aldığımız her neyse onunla karşı karşıya olduğumuz gerçeğini doğurur doğal olarak. Bu şu demektir ki karşımızdaki varlık da bizi karşısına alır. Biz karşımızda aksimizi görüyoruz. Karşılıklı ruhlaşıyoruz.
Cihanı baş aşağı seyrediş bir hoş temâşâdır! Diyor Namık Kemal. Şöyle bir düşünelim. Cihanı ters gösteren gözlükler hayal ediyorum bir an. Kullanma kılavuzu olmadan takılamayan, her göze uyumlu olmayan, uzman tavsiyeli, ters gösteren gözlükler. Bu gözlükleri takıp baş aşağı seyretmek, alışılmış olan, süre gelen, olağan olan her şeye kafa tutmak. Kafalarımızın içerisindeki zincirleri kırıp, kendi düşünce dünyamızı aydınlıklara, nurlara gark etmek. Herkese, her şeye inat inadına hür olabilmek bu esir kamplarında. Bütün engellere, zorbalıklara, rağmen karşısında durabilmek insanların.
Çoğunluk olmadan, onun isteklerine ayak uydurmadan, içimizdeki sese kulak verip, başlı başına bir insan olabilmek için muhalif olmak şart. Tersten bakmak demek kabuklaşmış düşüncelerin, tek boyutlu bakışların aksine, çoğul düşünebilmek. Düşüncelerimizi, ayrıntıları ayrıntılandıracak şekilde programlamak bize kalkan olur. Yani baş aşağı olmak inkâr etmek değildir. İnkârı önlemektir. Aksine varlığı kanıtlamak için müthiş fırsatlar doğurabilir.
Cihana tersten bakmayı sadece olumsuz olarak düşünmeyelim elbette. Tersi, akis manasıyla düşünelim. Zıt değil aksine aynı olan. Zıtlıkları aynı paralelde düşündüğümüz zaman görüyoruz ki bu zıtlıklar bir birini tamamlıyor. Aynı olanların bir birini görüp tanıyabilmesi için gerekli olan şey ayrılıkları ortadan kaldırmaktan geçer. Yaradan bunu ayetler halinde her an gönderir.
Yaşadığımız evren içerisinde, bizimle beraber milyarlarca canlı yaşıyor bilimsel verilere göre. (Kanıt arıyorsak gözlerimizi daha iyi açmalıyız.) Bunun misallerini günlük hayatımızda fazlasıyla görmekteyiz. Her nefes alış verişimizde milyarlarcasınla nefes alıp veririz. Ve öyle bir mana oluşturur ki bu, aldığımız her nefes yankılarıyla birlikte yeniden bize geri döner. Denemeye değer. Biz dünyayı tam anlamıyla karşımıza alırız. Bunu bilinçli bir şekilde yapmakla, yapmamak arasındaki ince çizgiyi anlatmaya gerek yok. Bu bilinci kazandığımız vakit âlem bütün güzellikleriyle karşımıza açılır. Pek tabiî ki seyre dalar dururuz. Dalarız çünkü hayret ve şaşkınlığımız bizi buna sevk eder. Mutlak surette yapılması gereken şey bu hayret ve şaşkınlık hallerinde kendimizi karantinaya almamızdır. Hayret makamı kolay elde edilmediği gibi çok çabuk uçup gider, bu hali muhafaza etmek için şartları değiştirmemek gerekir. Bu demektir ki bütün masivâyı karşımıza almalıyız.
Siz hiçbir insanı karşınıza aldınız mı?
…Küçük bir çocuk ağlıyor, derinden, içten geliyor sesi. Annesini kaybetmiş besbelli, onu arıyor. Öyle bir merciye ahvalini arz ediyor ki âlemler açılıyor önünde. Güneş gibi aydınlatıyor. Annesiyle bir karşılaşması var ki en güzel manzaralardan biri. Karşı karşıya durdukları an, gözleri parlıyor ikisinin de. Annesi onu karşılıyor o da annesini. Yanında değil, annesi çocuğun gözlerinde parlıyor…
… Bir mecnun ateş-i aşk ile yanıp tutuşuyor. Gözleri Leylâ’yı arıyor. Dili Leyla söylüyor, kalbi Leylâ atıyor. İçindeki fırtınayı dindirmek değil niyeti. Pervane gibi yanmak istiyor…. Bir mürşidden haber veriyorlar. Mana âleminden haber geliyor. Yola koyuluyor. Yoldan gül kokuları yayılıyor. Mübarek kapısına yüz sürünce bayılıyor. Gözlerini açtığında mürşidini görüyor. Nazarına mazhar oluyor. Ruhlaşıyorlar…
Bir insanı karşımıza almadan onu tanıyamayız. Gözlerine bakmadan ruhuna dokunamayız. Gözler ruhun dünyayı seyrettiği pencerelerdir. İşimiz gücümüz varlığı tanımaksa eğer, ruhları tanımaksa yüzleşmelerden kaçmamalıyız. İnsanların bir birleriyle karşılaşmalarını tesadüf olarak görmemek gerekir. Karşılaşmalar bizim isteğimiz dışında yaşantımıza kodlanmış. Elest meclisinde ruhlar bir biriyle tanışmış. Bu yüzdendir bazı insanları kendimize çok yakın hissetmemiz ve muhabbet beslememiz. Bunun yanı sıra maddi olarak bir arada olmayan insanlar manevi âlemde süresiz karşılaşabilir. İster bir çocuğun annesiyle buluşması olsun bu ister bir müridin mürşidiyle buluşması. Manevi karşılaşmalar muazzam bir sistem içerisinde oluşur.
Sonuç olarak; Bir insan istese de istemese de her an bu döngü içerisinde yer alır. Bir birinin aksi olan karşılaşmaları an be an yaşar. Doğarken ölmeye başlar. Ve yeniden doğar. Gece ve gündüz gibi karşılıklı ama birbirinin içerisinden çıkarak. Yapmamız gereken şey karşılaşmalarımızı artırıp farkındalığımızı uyandırmak. Dünyayı karşımıza almayı, cihanı baş aşağı seyretmeyi ve en nihayetinde ruhlarımızı karşılaştırabilmeyi bir kota da eritebilirsek bu kalabalıklar içerisinde tavrımızı mutlak surette koymuş oluruz.
Cihanı baş aşağı seyretmeye var mısınız?
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.