Hüseyin KARA
Duyarlılık
Tekdüze, hayatta iniş çıkışları olmayan insan var mı diye, düşünüyorum bazen. Üzülmeyen, sinir krizleri geçirmeyen, koca dünya başına yıkılmış gibi derin hüzünlerin içine girmeyen insanlar var mı çevremizde? Yaşama isteğini, haz alma duygularını hayatı boyunca hiç yitirmeyen insanlar mesela? Her zaman zirve heyecanlarla dolaşanlar, olumlu duygularla dolup taşanlar mesela?
Tekdüzelik, yani duyguların monotonlaşmasının, ölümlerinin bir sonucudur bence. Tekdüze olanların hazlarını da dolu dolu yaşayamazlar. Güçlü hayal duygusuna sahip olanların, çevresinde olup bitenlerden etkilenmemesi mümkün değil gibi geliyor bana. Uzun süre sevinç ve hüznü paylaşan iki dosttan birinin ölümü halinde diğerinin derin bir kederin etkisinde kalmaması mümkün mü? Çocuk öyle derin sıkıntı ve acıların içine girmez; çünkü duyguları henüz gelişmemiştir. Deli de amansız hüzünleri çekmez; çünkü onun da kimi tatlı hatıraları ya da acı olayları çağrıştıracak akıl ve hayal gücü sağlıklı değildir.
Geçicilikle damgalanmış unsurlarla kuşatıldığımız bir ortamda, sağlıklı bir insanın iniş çıkışlardan nasiplenmemesi söz konusu değil. Az çok, herkes çevresindekilerden etkilenir. Kimileri bir önceki halini anında kaybeder, kimileri bilinmeyen yerden öylesine bir tokat yer ki yalnızca şaşar kalır ve kimileri de güzelim hayattan tamamıyla bıkar bir sınıra getiren hüznün içine girer. Bu derin stres ve acılardan kurtulmak için ipucu, yani bir çare bulamayanlar ise işi kendi hayatlarına son vermeye kadar vardırırlar.
O halde, sağlıklı insan elbette olup bitenlerin etkisinde kalır ve kalmalıdır. Bu belki de böylesi insanlar için bir zenginliktir; duygu kıvraklığıdır. Davası için acı ve çile çekmeyenin gerçek dava adamı olduğuna kuşkuyla bakılabilir mesela. Davasının herhangi bir ivme ve açılımında sevinmeyen ve az da olsa engellenmesinde üzülmeyen bir dava adamı olabilir mi? Olabilir mi dava arkadaşları acılar içinde kıvranırken, alabildiğine eğlencelere dalabilen bir dava adamı? Olabilir mi sen-ben dalaşmasına vakit öldürmeye zaman bulabilen bir dava adamı?
Dış ve iç dünyanın izlenimlerini alabilme yeteneği olan duyarlılık, bir düzey işidir insanda. Bu duyarlılık olmadan yazarlar dolu dolu yazamazlar, bilim adamları gece sabahlara kadar uykularından olamazlar, dava adamları olmadık işkencelere tahammül edemezler. Duyarlılık bir büyük zenginliktir hüzünleri de sevinçleri de yaşatan. Acı ve tatlı, ikisi de insanın yetişmesine, gelişmesine ve açılımına büyük birer etken. Acı ve hazları etkin bir şekilde yaşayamayan sanat ve estetik bakımından kısırdır. Tasaları ve sevinçleri bir arada yaşayamayanların davalarına kendilerini adamaları da yavandır.
Bu yüzden duyarlılığı sanat ve dava adamlarının büyük özelliği olarak sayıyorum. Bunların sevinmeleri de üzülmeleri de daha başkadır. Bu insanların akıttıkları gözyaşları inci ve gülüşleri de tabiatı canlandıracak kadar değerlidir.
Duygulanmak güzeldir elbette; ama dozajında olmalı. Çıkış yolu olmayan bir duyarlılık sonucundaki üzülmenin sonucunun elbette iyi olacağını söylemek biraz zor. Aşırı bağlanılan bir dost ayrılığına öteki dünyada buluşma ümidiyle ancak dayanılabilir mesela. Gerçek yüzünü bilmeden ölümün soğuk yüzüne akıl ve kalp kontrolünde tahammül ise imkânsız. Öte dünya düşüncesinin hâkim olmadığı insanlar, hayatın ağır hücumları karşısında ezilmeye mahkûmdurlar.
Kim olursa olsun, duygu zenginliğine sahip olanların, çevrelerinde oluşan türlü yıkımlardan üzüntü duyarlar. Belki de günlerce etkilerinde kalırlar. Bir çıkış yolu bulduklarında ancak rahatlarlar. Bu gibi hüzünlerin bazısı günübirliktir ve bazısı da çok derinlerde etkisini gösterir. Asıl zor geçiştirilenler ikinci grupta olanlardır. İnançla ilgili olanlar ancak sağlam bir tevhit inancıyla giderilebilir.
Düşünce ve duygu yoğunluğuna sahip olanların duyarlılıkları da çok derindir. En çok da ayrılık konularına takılırlar. Acıların belki de en koyusudur dost ve sevgililerden ayrılmak. Dostlardan ayrı kalan yalnızdır. Hele de manevi yalnızlık çekenlerin çektikleri acılar ise katlanarak gider.
Diyelim ki, dostların arasında güzel ve dolu hayat sürdüren biri vardır. Bir anda, nerden geldiği belli olmayan bir felaket geride birini bile bırakmadan hepsini alıp götürmüş. O yalnız kalışına mı üzülsün yoksa ikide bir o dostlarını hayalinden geçirerek onlara karşı derin bir özlem mi çeksin? Derin bir acıdır bu. Ona dünyaları bile verseniz acısını dindiremezsiniz. Çünkü çektiği dost acısı öyle maddi şeylerle giderilebilecek türden değildir. Dünyası kararmıştır onun. Nasıl bir teselli ona verilmelidir ki, bu ayrılığı biraz hafiflemiş olsun?
İşte bu acı ayrılıkların tek tesellisi tevhit inancıdır. Dünyalık bir teselli ile doymayan duygularımızı ebedi bir hayatın çok yakınımızda olduğuna inanarak doyurabiliriz. Çok değil belki de dün ve bugün diyecek kadar yakın bir gelecekte onlara kavuşmak söz konusudur. Günde sayısız ölümler bizi o dostlarımıza yaklaştıran müjdelerdir. Öte âleme inanan, şiddetli olan ayrılık acısını tatlı bir hüzne çevirebilir. “Ben de biraz sonra onlara kavuşacağım” der ve o tatlı özlemle geri kalan dünyasını da yaşar.
Aksine dost ve dostların acısını hangi teselli savuşturabilir ki!
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.