Habibi Nacar YILMAZ
Edebiyat mı dediniz?
Said Nursi bir edebiyatçı mıdır? Ya da şöyle soralım. Said Nursi edebiyatçı değilse, edebiyatçı olmak nedir? Edebiyatçılık eğer sadece kulaklarda hoş sada bırakacak, nutuklarda seslendirilecek, kartpostallarda manzaralara eşlikte kalacak, vezin ve kafiye dizmek ise, o zaman gerçekten edebiyatçı değil. Yok eğer sınırları "hiss-i diyanet ve niyet-i halise" ile çizilmiş ve "edeb-i İslâmiye" ile tayin edilmiş bir edebiyat söz konusu ise, Said Nursi bu edebiyatın içinde ve hatta epeyce de başındadır. Onun şahane ve edebî sayılabilecek tasvir ve metinleri ruhu, aklı, kalbi ve diğer ince duygularımızı latif, edebli ve masum bir teşvikle yüksek gayelerine sevk eder; insanı ahbablarıyla buluşturur, mazisiyle tanıştırır, istikbaliyle konuşturur ve ulvî bir meclisle tanıştırır. Onu şevke getirir, kanatlandırır ve bütün mevcudatla omuz omuza getirir. Onun metinleri, hakikat peşinde koşan ve aklı şaşırtmayan, ulvî hüzünleri nakış nakış işleyen, hayali uyuşturmayan, bilakis onu bir idael ile buluşturan, akla istikameti gösterirken kâinatı bir kitap gibi baştan başa okunacak bir hazine olarak aklın önüne koyan bir edebiyatın terennümüdür. Bu ifadeleri mübalağalı gören olabilir. Az buçuk bir mürekkep yalamış ve onun eserlerini de altını çizerek okumuşsanız, bunu bir hakkın teslimi olarak görürsünüz.
Bir değerli dostumun, Mehmed Akif'in Said Nursi için, "Bazı romancı ve felsefeciler, Bediüzzaman'ın talebesi olabilir" ifadesini mübalağalı bulması üzerine nurlardan anladığım kadarıyla bu yazıyı yazıyorum.
Her bir yazarı ve çizeri kendi alanında değerlendirmek gerektiği açıktır. Said Nursi münhasıran bir edebiyat yapmamıştır doğru. O bir iman mücahidi ve Kur'an müfessiridir.Fakat onun eserleri edebî değerler açısından da kıymetlidir, dikkate ve takdire şayandır. Bir edebî eser değerlendirilirken onu, belağatı, mâna derinliği, estetik değeri, yeni bir bakış açısı sunup sunmadığı, yani özgünlüğü, kurgu, tertip, tanzim sıralama, hayali işletmekteki başarısı, insanı ikna etmesi, muhatabı dikkate alması, kullanılan edebî sanatlar gibi ölçülerle tartıya alır ve hüküm veririz. Genellikle bilgi vermeye ve insanı eğitmeye yönelen düşünce ağırlıklı eserlerde, bu gibi edebî yönler pek dikkate alınmaz ve aranmaz da. Çünkü onlarda estetik değer ve tantanalı cümleler, pek makbul değildir. Bir eser ya da eser külliyatı, hem düşünce ağırlıklı hem de sanat yönüyle de bir estetik değer taşıyorsa, yani yukarıda verdiğimiz ölçüler yönüyle de dikkate değerse; o zaman o eser ve yazarı hem edebiyatın konusu olmalı hem de edebiyat tarihçilerince de incelenmelidir. Maalesef bu konuda Risale-i Nur üzerinde çalışılmış değildir. Bu kolay da değildir kanaatindeyim. Belki belli parçalar üzerinde, mesela Yedinci Şua, Münacat Risaleleri, Sekiz ve Onuncu Söz gibi kısımlar üzerinde kurgu, estetik değer, mâna derinliği yönüyle bakmak hatta hacimli eserler yazmak mümkün olabilir. Fakat bu fakirin bu yönüyle yeterli donanımda olmaması yönüyle bu işe girişmesi müşkildir. Bununla birlikte defalarca okuduğumuz ve her okuduğumuzda değişik cihetler ve anlamlar yakaladığımız kısımlar üzerinde, böyle küçük bir deneme veya numune bakalım ortaya koyabilir miyiz, diye niyetimizi resmetmeye çalışacağım.
Öncelikle "menba-ı feyzi" Kur'an olan Risale-i Nurun, bu feyiz kaynağının derinliğine belki de her asra olan hissesine hürmeten hemen her mevzunun başında, "Şu âyetin büyük haznesinden tek bir cevherine işaret eden 30. Söz", "Bu âyetin çok envarından bir nuru olan Birinci Lem'a", "Yazılan Sözler o âyetin denizinden ve ifaza ettiği hakikat bahrinden otuz üç katredir. Şimdilik o denizden bir katrenin reşahatına işarat ederiz.' gibi tam hakikat olan beyanlar, Risalelerin bizi nasıl bir zenginlik ve derya ile buluşturmaya çalıştığının kesin bir ispatıdır. Bu önemli bir tespit ve beyandır. Demek kaynak bir okyanus ise risaleler, bu okyanustan bir damla veya katredir. Kur'an'ın bitmez bir hazine olduğunu, bundan daha iyi bir benzetme ile nasıl anlatacaksın? Böyle bitmez ve her yönüyle mucize olan bir kitaptan süzülen katreler, damlalar da elbette ki ona bir ayna olacak; o kutsî ve bitmez hazinenin yüksek ve belağatlı beyanına gücü yettiğince tercüman olup hem belağat hem de beyan inceliklerinin bir yönüyle aynası olacaktır. İşte nurlardaki hâkimane ve hakîmane bakış ve insanı tam ikna eden yaklaşım tarzlarının kaynağı budur.
Edebiyat tarihçileri, edebiyatı dönemlere ayırırlar. Bu dönemlerden biri, hem şiir ve hem de nesirde,edebiyatın zirvesi sayılan ve mensuplarının epeyce melonkolik (içe kapalı karamsar) olduğu, Servet-i Fünun edebiyatıdır. Romanlarının hâlâ dizi şeklinde uygulandığı, mensur şiir türünün de icadcısı sayılan bu dönemin ve bütün dönemlerin en başarılı romancısı Halit Ziya'nın "Sarı Gül" diye şiir duygusallığında bir düz yazısı var. "Gözlerim elindeki güle dikilmişti." cümlesi ile başlayan parça "Şu anda hayalhanemin acı acı fikirlerle meşgul olduğundan emin idim." cümlesi de devam ediyor. Sonu ise "Sen hüngür hüngür ağladın. Ben de ağlıyordum...... Senin gözlerin sükût etti. Lâkin benimkiler devam ediyor. O günden beri sarı gülleri görmesini arzu etmem, çünkü en kıymetlisini mezara gömdüm." cümlesi ile bitiyor.
Şimdi akla bir hikmet takmayan, ruhu da sanki sonsuza kadar sürecek bir elemde bırakan, az bir kısmını verdiğim bu parçaya bakınız. Bir de Said Nursi'nin, bir bahar mevsiminde tefekkür ederek seyahate giderken nazarına ilişen parlak bir sarı çiçek için yazdığı şu metne bakınız: "Bu sarı çiçek, eskiden memleketimde gördüğüm o cins çiçekleri hatırlattı. Şöyle bir mâna kalbe geldi ki, bu çiçek kimin turrası, sikkesi, mührü, nakşı ise, elbette bütün zemin yüzündeki o nevi çiçekler, onun mühürleridir, sikkeleridir." Buradan yola çıkan ustad, tümevarım metodunu kullanıyor ve çiçeğin serili olduğu tepeciği, tepeciğin dikili olduğu sahrayı ve sahranın bağlı olduğu zemini aynı zâtın tertip ve tanzim edebileceğini "Her bir şey bir mühr-ü Rabbani hükmünde bütün eşyayı kendi halıkına isnad eder." cümlesiyle ilân ediyor. Yani çiçek tek başına değil. Çiçeğin sahibi ancak kâinatın sahibi olabilir. Çiçekten seni kâinatın sahibine götürüyor.O çiçek onun zihnine bir pencere açıyor. O pencereden bakınca da tüm canlılardaki nakşı, mucizeliği haliyle de bunların arkasındaki nakkaşı ve mucizekâr ustayı görüyor. Böyle gören bir zât, o sarı gülleri ve emsallerini bir yere gömer mi? Onları her zaman görmek istemez mi? Bütün güller ve çiçekler onun fikrine nihayetsiz bir feyz ve nur akıtmaz mı? Bu ne üstün bir bakış ve ruhu dinlendiren bir yaklaşımdır Bu örneği; bir tarafta "edebiyat-ı ecnebiyenin" öncülük ettiği edebiyatla; Kur'an'ın verdiği neşe ve zengin tefekkür ufkunun, ruha kazandıklarını ve hayali nasıl işlettiklerini anlatmak, bir yandan da hangisinin daha zengin tefekkür ufku verdiğini göstermek için verdim. Buyurun farkını siz görün. Bunun nurlarda onlarca örneği var.
Bir edebî eseri mesela romanı, hikâyeyi, denemeyi okuduğumuzda bu metnin yazarını göz önüne getirir ve çoğu zaman asıl kahramanın ya da anlatılanın o olduğunu zannederiz. Bir şiirle şairini bütünleştirir şiirde şairi ararız. Hatta bunun tersini bazen öğrendiğimizde, bir çırpıda sildiklerimiz, "Ama bunun da yazdıkları ile bir ilgisi yokmuş." dediğimiz olur. Bir eserin sizde kalıcı ve size katıcı olması yani hayatınıza yerleşmesi, biraz da müellifle eserinin birbirini doğrulamasına bağlıdır. Bu bizim kültürümüzde biraz da edeptir ayrıca. Yaşamadığını anlatmak, nifak alâmeti sayılır bizde. İşte bu, Said Nursi'de zirvededir. Belki de insanları etkilemesinin asıl sırrı da budur diyebiliriz.
Bunu anlatmak için, edebi eserlerde sıkça başvurulan örneklemeye bir numune diye Mektubat'ta benim sıkça okuduğum bir kısmı aktarmak istiyorum. Bütün menba ve feyzin Kur'an'da ve kendi dahlinin az olduğunu anlatmak için "Evet lezzetli üzüm salkımlarının hasiyetleri, kuru çubuğunda aranılmaz. İşte ben de öyle bir kuru çubuk hükmündeyim." ifadesini kullanıyor. Evvela, yüzlerce sayfayla anlatılabilecek bir hakikati böyle bir benzetmeden faydalanarak "kuru çubuk" örneği ile vermek, biz pek farkında değiliz ama hem benzetme hem ikna hem nefsini ilzam hem de meramını anlatmak bakımından eşsiz bir örnektir. İzah ve kavratmanın artık son noktasıdır.
Günümüzde kişisel gelişim kitaplarının bol bol abartılı izahlarla egoların şişirilip bir başarısızlıkta dibe vurmasını düşündüğümüzde, onlarca kitabın veremeyeceği bir hakikatin "elbise' örneği ile verilmesi, sadece düşünceyi geliştirme bakımından bile olsa harikadır. O örneği zihninize havale ediyorum.
Haşmetli ve sevimli kelimelerin bir arada verilmesi, celal ve cemalin birlikte zihinlerde canlandırılması, günlük hayatta basit görüp bakmadığımız fiillere nazarı çevirmesi bakımlarından, sadece Münacat Risalesinden vereceğim aklı ve kalbi harekete geçiren, canlı diyebileceğimiz bir iki örnek ile, kelimelerin nurlarda nasıl bir şekle döndüğünü, büyülü bir hâl alıp hakikati nakış nakış göz önüne getirdiğini göstermeye çalışacağım. Edebiyatta da amaç bu değil midir?
"Hem zemin bir ordugâh, bir meşher, bir tâlimgâh vaziyetiyle.....Hadsiz bütün zihayatın ayrı ayrı rızıkları, vakti vaktine basit, kuru bir topraktan verilmesi..."
"Gayet büyük muntazam yıldızlardan tâ denizin dibindeki gayet küçücük ve intizamla iaşe edilen balıklara kadar..."
Ve harika ve mest edici bir benzetişle insanı vermesi:
"Cisminde gayet muntazam saatler gibi işleyen ve işlettirilen dahilî ve haricî azalarıyla ve cesedinde gayet sanatlı bir yapılış ve gayet hikmetli bir 'TEFRİŞ' (döşeme) ve gayet dikkatli bir muvazene içinde konulan cihazat-ı bedeniye senin vücub-u vücuduna bedahetle delalet eder." Ne muazzam cümleler, kelime ve ilgi kurmalar!
Şakk-ı Kameri anlatan Zeylin son paragrafının "Sema-yı Risaletin kamer-i Müniri olan" cümlesi ile başlayan kısım ise, güzellik ve cümle yapısıyla edebiyatta ustalık derslerinde örnek verilecek metinlerin başında olur kanatindeyim.
Ya insanı elinden tutarak üzüm salkımının tanelerini saydıran canlı örneklemeler; hâkeza hayali, yanına filozofları da alarak asırlar öncesine götürüp aklı iknaya, kalbi iz'ana, nefsi ilzama mecbur bırakan geri dönüşler...
Emsalsiz insan tanımları ve tahlilleri, Kur'an-ı Kerim ve dünya tariflerindeki kurduğu harika terkip ve insanı yormadan okutan belki bir sayfalık cümleler.... Bu örneklemeler bitmez. Başta da dediğimiz gibi kitaplık çalışmalar gerek.
Evet dostlar, kıt anlayışımız, geri seviyemiz, bilgisiz ve dar görüşümüzle, bir bahçeden belki de kırıp döküp geçtik. Bizim boyumuz bu kadardı.Boyumuz kadar alabildik. Sizi daha fazla istifadeniz için bahçeye davet ediyoruz.
Selam ve dua ile.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.