En büyük bir kuvvet ihlastır

En büyük bir kuvvet ihlastır

Günlük Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim

Bu Lem'a lâakal her on beş günde bir defa okunmalı.

 -1-
-1-
-2-
-3-
-4-
EY ÂHİRET KARDEŞLERİM ve ey hizmet-i Kur'âniyede arkadaşlarım! Bilirsiniz ve biliniz:
Bu dünyada, hususan uhrevî hizmetlerde en mühim bir esas, en büyük bir kuvvet, en makbul bir şefaatçi, en metin bir nokta-i istinad, en kısa bir tarik-i hakikat, en makbul bir duâ-i mânevî, en kerametli bir vesile-i makasıd, en yüksek bir haslet, en sâfi bir ubudiyet, ihlâstır.

Madem ihlâsta mezkûr hassalar gibi çok nurlar var ve çok kuvvetler var. Ve madem bu müthiş zamanda ve dehşetli düşmanlar mukabilinde ve şiddetli tazyikat karşısında ve savletli bid'alar, dalâletler içerisinde bizler gayet az ve zayıf ve fakir ve kuvvetsiz olduğumuz halde, gayet ağır ve büyük ve umumî ve kudsî bir vazife-i imaniye ve hizmet-i Kur'âniye omuzumuza ihsan-ı İlâhî tarafından konulmuş. Elbette, herkesten ziyade, bütün kuvvetimizle ihlâsı kazanmaya mecbur ve mükellefiz. Ve ihlâsın sırrını kendimizde yerleştirmek için gayet derecede muhtacız. Yoksa, hem şimdiye kadar kazandığımız hizmet-i kudsiye kısmen zayi olur, devam etmez; hem şiddetli mesul oluruz.

 (Benim ayetlerimi az bir dünya menfaatiyle değiştirmeyin. (Bakara Sûresi: 41) âyetindeki şiddetli tehditkârâne nehy-i İlâhîye mazhar olup, saadet-i ebediye zararına, mânâsız, lüzumsuz, zararlı, kederli, hodfuruşâne, sakîl, riyâkârâne bazı hissiyat-ı süfliye ve menâfi-i cüz'iyenin hatırı için ihlâsı kırmakla, hem bu hizmetteki umum kardeşlerimizin hukukuna tecavüz, hem hizmet-i Kur'âniyenin hürmetine taarruz, hem hakaik-i imaniyenin kudsiyetine hürmetsizlik etmiş oluruz.
Ey kardeşlerim! Mühim ve büyük bir umur-u hayriyenin çok muzır mânileri olur. Şeytanlar o hizmetin hâdimleriyle çok uğraşır. Bu mânilere ve bu şeytanlara karşı ihlâs kuvvetine dayanmak gerektir. İhlâsı kıracak esbabdan yılandan, akrepten çekindiğiniz gibi çekininiz.

Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm  (Şüphesiz nefis daima kötülüğe sevk eder-ancak Rabbim rahmet ederse o başka.(Yusuf Sûresi: 12:53.) demesiyle, nefs-i emmâreye itimad edilmez. Enâniyet ve nefs-i emmâre sizi aldatmasın.

Ey kardeşlerim! Mühim ve büyük bir umur-u hayriyenin çok muzır mânileri olur. Şeytanlar o hizmetin hâdimleriyle çok uğraşır. Bu mânilere ve bu şeytanlara karşı ihlâs kuvvetine dayanmak gerektir. İhlâsı kıracak esbabdan yılandan, akrepten çekindiğiniz gibi çekininiz. Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm  -2- demesiyle, nefs-i emmâreye itimad edilmez. Enâniyet ve nefs-i emmâre sizi aldatmasın. İhlâsı kazanmak ve muhafaza etmek ve mânileri def etmek için, gelecek düsturlar rehberiniz olsun.

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK:
BİD'A : Dinin aslına uymayan âdet ve uygulamalar.
Binaen: -den dolayı, -den ötürü, -için, -dayanarak, yapılarak, bu sebepten.
CADDE-İ KÜBRÂ-İ KUR'ÂNİYE : Kur'ân'ın büyük, geniş ve sağlam caddesi. Kur'ân yolu.
CİVANMERT : İyiliksever. Cömert. Fedâkâr.
Çendan: Gerçi, o kadar, her ne kadar, pek o kadar.
DALÂLET : Hak ve hakîkatten, dinden sapma, ayrılma; azma.
DUÂ-I MÂNEVÎ : Mânevî duâ. Sözle yapılan mânâ yüklü duâ.
ENÂNİYET : Benlik, gurur.
ESAS : Temel. Kök. Rükün. şart. Hakikat ve mahiyetler.
ESBÂB : Sebepler.
FÂZÎLET : Değer; meziyet, ilim, îmân ve irfan itibâriyle olan yüksek derece.
FENÂFİ'L-İHVAN : Kardeşlerinde fâni olmak. Kardeşlerinin sevinçleriyle sevinip acılarıyla üzülmek derecesinde onlarla bütünleşmek.
FENÂFİ'Ş-ŞEYH : Bütün mânevî kemâlatını şeyhin mânevî şahsiyetinden almak mânâsındaki tâbir.
FENAFİRRESUL : (Fenâ fir-resul) Tas: Bütün varlığını Hazret-i Peygamber'in (A.S.M.) manevî şahsiyetinde yok etmek mânasına gelir.
Gavs-ı âzam: 1-Tarikat kurucusu. 2-En büyük gavs, Abdülkadir-i Geylânî Hazretlerinin nâmı.
Gaybi: Gayba ait, göze görünmeyenlere ait, gaybla ilgili, hazırda olmayan.
HÂDİM : Hizmet eden, hizmetkâr.
HAKAİK-I ÎMÂNİYE : Îmân hakîkatleri.
Hakk:1-Doğru, gerçek, hakikat. 2-Doğruluk.
HALÎLİYE : Samimî dostluk ve kardeşlik.
HASLET : Huy, tabiat, karakter, meziyet.
HÂSSA : Birşeye mahsus özellik, tesir, his, duygu.
Hazret: Saygı, ululama, yüceltme, övme maksadıyla kullanılan tabir.
HILLET : Samimî dost.
Himaye, himâyet: 1-Koruma, esirgeme, muhafaza etme. 2-Kayırma, elinden tutma.
HİSSİYÂT-I NEFSÂNİYE : Nefse âit duygular.
HİSSİYÂT-I SÜFLİYE : Alçaltıcı ve nefsin aşağılık istekleri, arzuları.
HODFURUŞ : f. Kendini beğendirmeğe çalışan. Övünen.
Hod-gâm, hod-kâm: Kendi keyfini düşünen, bencil.
HUSUSAN : Bilhassa, özellikle.
ISTILAHÂT : Terimler. Belli bir ilim veya mesleğe ait özel anlamlı kelimeler.
İ’tirâf: Başkalarının bilmediği gizli bir kusurunu söyleme, kendisi için iyi sayılmayacak bir hali gizlemeyip söyleme.
İdâme: Devam ettirme, sürdürme. Devamlı ve daimî kılma.
İFTİHÂR : Övünme; başkasının iyi bir hâli ile sevinme.
İHLÂS : Yapılan ibâdet ve işlerde hiçbir karşılık ve menfaati, hakîki ve esas gaye etmeyerek, yalnız ve yalnız Allah rızâsını esas maksat edinmek.
İhlâs:Hâlis, içten, samimi, riyasız, karşılıksız sevgi ve bağlılık
İHSANÂT-I İLÂHİ : Allah'ın iyilikleri, bağışları.
İKTİZÂ : Gerekme, gerektirme, lazım gelme, işe yarama, icab etme.
İltifât: Güzel sözler söyleyerek birini samimi olarak okşama.
İttihâd: Birleşme, birlik oluşturma, bir olma, birlik oluşturup ikiliği ortadan kaldırma, birlik.
KEDER : Üzüntü, tasa, kaygı.
KERÂMET : Allah'ın ihsanıyla velîlerin gösterdikleri adet dışı, olağanüstü haller.
Kerâmet: 1-Kerem, lutuf, ihsan, bağış. 2-İkram, ağırlama. 3-Allah'ın velî kullarında görülen olağanüstü haller veya tabiatüstü hadiseler. 4-Ermişçesine yapılan iş, hareket veya söylenen söz, fikir.
KUDSÎ : Mukaddes, yüce, temiz. Kusursuz ve noksansız.
LÂAKAL : En az, hiç değilse, en azından.
Lâtîf: 1-Allah'ın güzel isimlerinden. 2-Yumuşak, hoş, güzel, nazik, narin. 3-Cismani olmayan, ruhla ilgili, ruhanî. 4-Tatlı, şirin.
MÂBEYN : Ara; iki şey arası.
Mâbeyn: Ara, aralık, iki şeyin arası.
MAKBUL : Kabul edilmiş olan, geçerli.
Mânen: İç varlık bakımından, duyguca, gönülce, yürekçe, ruhça, mâna itibarıyle, mânaca.
MÂNİ : Engel.
Ma'sûm-âne:Masumca, masum olana yakışacak surette, suçsuz, günahsız bir şekilde.
MENÂFİ-İ CÜZ'İYE : Cüz'i, küçük menfaatler. Az bir fayda.
Menfaat: Fayda, kâr, gelir, ihtiyaç karşılığı olan şey.
MES'UL : Sorumlu.
MEŞREB : Âdet, huy, yaratılış, ahlâk; takip edilen usûl, yol.
MEZİYET : İyi ve doğru hareket; üstünlük vasıfları.
MEZKÛR : Sözü edilen, zikredilen, bahsedilen.
Mu'cize-vârî: Mucize gibi.
MUKABİL : Karşı, karşılık olarak, bedel.
Mukâbil: Karşı, karşılık, muâdil.
Muvaffakiyet: Allah’ın yardımıyla başarılı olma, muvaffak olma, başarma.
MUZIR : Ziyan veren, zararlı, zarara sokan.
MÜKELLEF : Yükümlü, vazifeli. Bir şeyi yapmaya mecbur olan.
MÜRİD : Tarîkat öğrencisi, bir şeyhe bağlı kişi.
Müteallikât: İlgili, alakalı.
NEFS-İ EMMÂRE : Kötülüğü teşvik eden, emreden nefis.
NEHY-İ İLÂHÎ : Allah'ın yasaklaması.
NOKTA-İ İSTİNAD : Dayanak noktası, dayanma yeri.
Nokta-i istinâd: Dayanak noktası, güvenme ve itimat noktası.
Rızâ-yı İlâhi: Allah’ın rızası, hoşnutluğu.
Riyâ:1-İki yüzlülük, yalandan gösteriş, samimiyetsizlik. 2-İnsanlardan sağlayacağı maddî veya manevî çıkar düşüncesiyle iyilik yapma veya iyi olma temayülü, eğilimi.
RİYÂKÂRÂNE : Gösteriş yaparcasına. İki yüzlüce.
SÂFÎ : Temiz, pâk, duru
SAKÎL : Ağır, can sıkıcı, çirkin.
Samîmiyet:1-Samimîlik, içtenlik. 2-Teklifsizlik.
SAVLET : Saldırı.
SIRR : Gizli hakikat. Gizli iş. Herkese söylenmeyen şey.
Sırr: Gizli tutulan, kimseye söylenmeyen şey, gizli iş veya söz.
SUFİ : (C.: Sufiyyun) Tasavvuf ehli. Sofu.
SUKÛT : Değerden düşme, düşüş, alçalış.
ŞÂKİRÂNE : Şükrederek.
ŞEFAATÇİ : Af için sebep ve vesîle olması ümit edilen.
ŞEREF : Yükseklik, yücelik. Büyüklük.
TAARRUZ : Sataşmak, ilişmek, saldırmak.
Tahattur:1-Hatırlama, hatıra getirme. 2-Unutulduktan sonra hatırlanan şey.
Tarassudât: Gözlemeler, gözetmeler
TARÎK-I HAKİKAT : Hak ve hakikat yolu.
TASAVVUF : Kalbi, dünyanın fâni işlerinden ayırıp, Allah sevgisi ile bağlamak.
TASAVVUR : Birşeyi zihinde şekillendirme; düşünce, tasarı; tasarlama.
TAZYİKAT : Baskılar, zorlamalar, sıkıştırmalar.
Tazyîkât: Tazyikler, baskılar, zorlamalar, sıkıştırmalar.
TECÂVÜZ : Haddini aşma; söz veya hareketle ileri gitme, saldırma.
TEFÂNÎ : Fikrî ve ahlâkî kaynaşmak, birbirine fani olmak kardeşinin meziyet ve hissiyatını fikren yaşamak.
Tercîh: Bir şeyi diğerlerinden üstün tutma, öne alma, seçme, daha çok beğenme.
Tesânüd: Dayanışma, birbirine dayanma, birbirinden destek alma, omuzdaşlık.
Tesellî: Avutma, acısını dindirme, güzel sözler söyleyerek rahatlatma.
Teveccüh: 1-Yüzünü bir yöne çevirme, yönelme, yöneliş. 2-Hoşlanma, güler yüz gösterme, iltifat etme.
Teveccüh: 1-Yüzünü bir yöne çevirme, yönelme, yöneliş. 2-Hoşlanma, güler yüz gösterme, iltifat etme.
UBÛDİYET : Kulluk, kölelik, kul olduğunu bilip Allah'a itaat etme.
UHREVÎ : Ahirete dâir, öteki dünyaya âit.
Uhuvvet-i hakîkiye: Hakikî, gerçek kardeşlik.
UMÛR-U HAYRİYE : Hayırlı işler.
Ümmî: Okuma yazması olmayan, okumamış.
ÜSSÜ'L-ESAS : Esasların esâsı, en büyük temel, hakiki ve sağlam temel.
Üstâd: Bir ilim veya sanatta üstün olan kimse. 2-Öğretici; muallim, öğretmen, usta, san'atkâr. 3-Maharetli, tecrübeli, usta.
Vâsıta: İki şeyi birbirine bitiştiren üçüncü. Aracı.
VAZİFE-İ ÎMÂNİYE : İmânla ilgili vazife.
VESÎLE-İ MAKASID : Asıl maksada götüren vesîle, vasıta.
Zâhir: Görünen, görünücü. Açık, belli, meydanda…
ZİYÂDE : Fazla, çok.