Endonezya üniversite rektörü: Said Nursi'nin vizyonunu bilen uzmana ihtiyacımız var
Endonezya Darussalam Gontor Üniversitesi'nde "Eğitim Felsefesinde Risale-i Nur’a göre Harfî ve İsmî Yaklaşımlar" Başlıklı Uluslararası Bir Çalıştay Gerçekleştirildi
Program, İİKV’den Mütevelli Heyeti Başkanı Said Yüce, Prof. Dr. Alparslan Açıkgenç, Prof. Dr. Necati Aydın, Prof. Dr. Ahmet Subaşı, Dr. Turhan Yolcu, Endonezya Nur Semesta Vakfı'ndan Hasbi Şen ve çok sayıda akademisyenin katılımıyla 2 gün boyunca 4 oturum şeklinde düzenlendi ve “Risale-i Nur'a dayalı harfî ve ismî yaklaşımlar eğitime nasıl tatbik edilebilir?” sorusu ele aldı.
“SEKÜLER İDEOLOJİNİN 3 TANE PUTU VAR”
Prof. Dr. Necati Aydın Birinci Oturumun giriş konuşmasında seküler ideolojiyi “Seküler ideolojinin 3 tane putu var” cümlesiyle eleştirdi ve bu putları “Tesadüf, tabiat ve sebep-sonuç ilişkisi” şeklinde sıraladı.
Seküler ideolojinin, her şeyin bir sebebi -yani esbaba bağlı- olduğunu savunduğunu söyleyen Aydın, bu üç puta karşı mücadele etmenin “dünyanın en büyük mücadelesi olmayı hak ettiğini” ifade etti.
Aydın, bu üç putun ürettiği en büyük problemin ise ateizm ve deizm problemi olduğuna dikkat çekti ve bu problemin asıl kaynağına baktığımızda sorunun her zaman aynı yani “yaratılanı yaratıcıdan ayırmak” olduğunu belirtti ve çözüm önerisi olarak şu ifadeleri kullandı:
"Müslümanlar olarak en başta sahip olmamız gereken şey buna karşı mücadele etme niyeti gütmektir. Çünkü Üstad Said Nursi Hazretleri’nin "4 kelime öğrendim" dediği kelimelerden ilki niyettir ve sonraki kelime nazardır. Bu kelime de zaten mana-yı harfinin ne olduğunu bize açıklıyor. Yani kâinata karşı sahip olduğumuz bakış açısı. Zaten üçüncü kelime de mana-yı harfidir. Eğer kâinata karşı sahip olduğumuz bakış açısı mana-yı harfi şeklinde olursa, işte biz o zaman yaratılanla yaratıcı arasında yapılan ayrım problemini çözmüş oluruz inşallah."
“ALLAH’I NASIL DAHA İYİ TANIYABİLİRİZ VE ŞÜKRÜMÜZÜ NASIL ARTTIRABİLİRİZ?”
İlk oturumda genel tartışma konusu “Asıl problem nedir ve biz nasıl bir metodoloji geliştirebiliriz?” oldu.
Birinci oturumun ilk konuşmacısı olan Gontor Üniversitesi’nden Prof. Dr. Adi Setia Md, “Al-Attas’la Üstad Said Nursi'nin karşılaştırmalı bakış açısı” konusunda yazdığı makaleyi sundu.
Al-Attas’ın kozmolojisinin Said Nursi’nin mana-yı harfi metodolojisiyle oldukça paralellik gösterdiğini söyleyen Setia, 'bilimlerle şükrümüzü arttırmak için çalışmamız gerektiği' söyledi ve bu ideolojiyi şu sözlerle sürdürdü: “Yani biz bilim çalışacağımız zaman “Allah’ı nasıl daha iyi tanıyabiliriz ve bunun neticesinde şükrümüzü nasıl arttırabiliriz?” diye bakarak çalışmalıyız. Bunu da nasıl yaparız? Bilimlerin arkasındaki rahmeti, hikmeti ve bütün Esma-ül Hüsna’yı keşfetmeye başlayarak. Bu her zaman bizi şükre daha çok götürecektir. Modern bilim felsefesi insanın şükretme kabiliyetini ne yazık ki çok zedeledi. Kâinatta aslında bakıldığında keyfiyet kemiyetten daha önemli. Ama modern filozofi bize hep kemiyeti yani sayıları, hep sayılabilen ve ölçülebilen şeyleri gözümüzün önüne getiriyor. Halbuki her şeyde önemli olan keyfiyettir.”
Setia, bu konunun daha iyi anlaşılması için örneklendirirken insanın hisleri konusuna değindi ve şöyle devam etti: "Mesela güzel bir bahçeye girdiğimizde o bahçenin bize hissettirdiği şey; aslında o bahçenin kaç tane güle, kaç tane çiçeğe sahip olup olmamasından çok daha önemlidir. Ya da gülü incelerken; bilim derki "şöyle rengi var, böyle işte cismi var" vs. Bu bile değişebilir ama değişmeyen şey; bu gülün bize ne hissettirdiğidir.”
TEFEKKÜR ETME VE SABRETME KABİLİYETİMİZİ TEKRAR GERİ KAZANMALIYIZ
Aslında kâinatta ölçülemeyen şeylerin -manevi şeyler- çok daha kıymet arttırdığını belirten Setia, buna karşılık modern filozofinin ne yazık ki bu anlayışı da çok zedelediğini ve yaraladığını belirtti. Setia, buna bağlı olarak da insanların kendi hislerine de güvenmediklerini, yani hislerini Allah’a çıkan yollarda kullanmayıp, bunun için de tağyir ederek kendi fıtratlarını değiştirdiklerine dikkat çekti ve devam etti:
"Fıtrat değiştiği için zaten diğer problemler de açığa çıkıyor; sosyal problemler, kişisel problemler. Özellikle evham ve heva. Evham ve hevanın birleşmesi küfrü oluşturuyor. Zaten tesadüf denen şey de aslında tamamen cahilliğin ta kendisidir. O yüzden bizim filozofik yani bilim felsefesi üzerine bir sistem geliştirmemiz gerekiyor. Bunu gerçek anlamda hayata geçirmemiz gerekiyor."
Prof. Dr. Adi Setia, konuşmasının devamında ikinci önemli bir konu olarak ‘Sabır’ konusuna değindi ve “tefekkür sabır ister” dedi. Müslümanlar olarak bundan da biraz uzaklaştığımız tespitinde bulunan Setia, her şeyi hızlı hızlı yapıp, bir kutudan başka bir kutuya gittiğimizi, halbuki ‘bazen oturup dinleyip tek tek bakmamız gerektiğini’ söyledi ve bu konuyu “Mesela Allah çiçeği nasıl yaratıyor? Evrelerden geçirerek yaratıyor. Eğer bir anda çat diye çıkarsaydı bizim tefekkür etme imkânımız olmazdı. Ama her şeyi yavaş yavaş yapıyor ki biz üzerine iyice düşünelim. Ne yazık ki bu kabiliyetimizi yani tefekkür etme ve sabretme kabiliyetimizi kaybetmiş bulunuyoruz bunu da tekrar geri kazanmalıyız” sözleriyle değerlendirdi.
ORTAYA ÇIKMASI GEREKEN EN BÜYÜK ŞEY ŞÜKÜR
Birinci oturumun bitiş kısmında “Şükür” kelimesinin üzerinde duruldu. Konuşmacılar kâinata çalıştığımız zaman ortaya çıkması gereken en büyük şeyin şükür olduğunun altını çizdi. Fakat modern filozofi de ortaya çıkan şeyin tam tersi şirk olduğu, bu sebeple de özellikle öğretmenlerin bu konuda eğitilmesi gerektiği kanısına varıldı.
Uzun yıllardır hep bu ideoloji ile karşı karşıya geldiklerini ama çok iyi bir şekilde fark edilmediğini söyleyen akademisyenler, bunun sebebinin ise asıl problemin başka yerde olduğunun düşünülmesi sonucuna vardı. Bu bağlamda ise özellikle bilim ve bilim felsefesi arasındaki ayrım bilinmediği için; Müslüman ülkeler ve birçok bilim adamı tarafından fark edilmeden bu ideolojinin çok kolay kabul edilmiş durumda olduğu kaydedildi.
“MÜSLÜMAN BİLİM ADAMLARININ SAHİP OLDUĞU EN BÜYÜK PROBLEM FELSEFE BİLMEMESİ”
İkinci günün ilk oturumunda Prof. Dr. Alparslan Açıkgenç konuştu. Konuşmasında bilim felsefesi konusuna yer veren Açıkgenç, geçmişte medeniyetler ve bilim geleneklerinin birbirinden çok farklı olduğunu fakat şu an bütün dünyada geçerli tek bir bilim anlayışı olduğunu vurguladı.
Açıkgenç, Batı'daki reform ve rönesansı tarif ederken şu sözlerle yorumladı: “Mesela Batı’daki reform ve rönesans niye “reform ve rönesans” diye adlandırılıyor? Çünkü adamlar Rönesans’ta önce kiliseyi reddetti, reformda da tamamen kafa yapılarını, düşünme biçimlerini, paradigmaları değiştirdiler. O yüzden de işte bu modernizm ve aydınlanma çıktı. Ama İslam’da bütün bunlar kesinlikle mümkün değil, zaten tarihte de hiçbir şekilde görülmüş değil. Çünkü bizim böyle bir şeye ihtiyacımız yok.”
Açıkgenç “Müslüman bilim adamlarının yaşadığı ve sahip olduğu en büyük problemin felsefe bilmemesi” olduğu tespitinde bulundu ve felsefe bilmedikleri için bir bilim felsefesi üretmekten de çok uzak olduklarını söyledi ve müslüman bilim adamlarını şu sözleriyle eleştirdi:
"Bu yüzden taklidi olarak global hangi bilim felsefesi varsa onu kabul ediyorlar. Bu kabul edilen bilim felsefesi de zaten ateizm ve deizmi açığa çıkaran, Allah’ı ortadan kaldıran bir felsefe olduğu için yani bilimsel çalışmalarda bu felsefeyle ilerledikleri için Müslümanlar da ne yazık ki buna uyum sağlamış durumdalar. Hatta bunun farkında bile değiller. Çünkü felsefe bilmedikleri için ayrımını yapamıyorlar.”
Felsefenin aslında 3 rolü olduğunu ve bu 3 rolü bizim İslam namına kullanmamız gerektiğini çözüm önerisi olarak sunan Açıkgenç, Müslüman bilim adamlarını “Kendimize ait yeni bir felsefe geliştirmemiz gerekiyor. Zira bilgi her şeyi tanımlayan tek şeydir” şeklinde sözleriyle uyardı.
İkinci oturumun bir diğer konuşmacısı olan Prof. Dr. Turhan Yolcu, Risale-i Nur’dan “manayı harfi, tefekkür, özellikle Zerre Risalesindeki bölümler” perspektifinde sunum yaptı. Risale-i Nur’dan birçok alıntı yaptıktan sonra konuşmasının sonunda “doğru bir epistemolojinin geliştirilmesi gerektiğini” anlatan Yolcu, kendiliğinden bir şeyleri ispat eden yani fıtri haliyle kendini ispat eden şeyleri inkâr etmenin kainattaki en büyük saçmalıklarından birisi olduğu görüşünde örnekler verdi ve bu görüşü şu sözlerle açıkladı:
"Yani her şeyi inkâr edebilirsin ama kendi kendiliğinden, fıtri olarak bir şeyi ispat eden bir meseleyi, bir durumu inkâr edemezsin. Nitekim kâinatın kendisi de böyledir. Bu sebeple modern felsefe bu kadar açık şeyleri bile inkâr ettiği için -mesela her yaratılan şeyin bir yaratıcısı olması gerektiği hakikati gibi- aslında baştan aşağı zaten zincirleme gibi bir sürü saçmalığı beraberinde barındırıyor."
3 PUTTAN HANGİSİ DAHA TEHLİKELİ?
Çalıştayın ikinci gününde oturumlar arasında soru-cevap ve tartışmalar bölümü yapıldı. Tartışmalarda konuşulan konulardan birisinde, katılımcılarla Prof. Dr. Necati Aydın’ın çalıştayın giriş oturumunda sorduğu soru tekrarlandı ve “Bu 3 puttan hangisi daha tehlikeli? Tesadüf mü, tabiat mı yoksa esbap mı?” sorusu gündeme getirildi.
Beyin fırtınası ile tartışılan bu meseleye çözüm önerisi olarak ise en iyi metodolojinin önce hangisinden başlanacağına karar vermek olduğu söylendi. Özellikle “ene-based epistemology” yani ene temelli bir epistemoloji geliştirmek gerektiğine vurgu yapılan tartışmalarda, bütün tağutlar eneden çıktığı için böyle bir çözüme varıldığı konuşuldu ve bunun da zaten Said Nursi'nin Risale-i Nurda kurduğu en temel yapı taşı olduğu kanaatine varıldı.
Prof. Dr. Alparslan Açıkgenç, Nursi’nin esbap ve sebep-sonuç ilişkisine dair bu meselede önerdiği ilacın iki temele oturduğunu ifade etti. Bunun birincisinin “Allah her şeyi yaratandır ve yarattığı her şeyi güzel yaratır” cümlesinin temeli olduğu şeklinde nitelendiren Açıkgenç, ikinci temeli ise “esbap, tabiat veya kendisine ilahlık isnad edilen hiçbir tağutun hakiki anlamda tesiri olmadığı” meselesine dayandırdı.
ÖLÜMLE İLGİLİ HİÇBİR ŞEKİLDE ÇÖZÜM ÜRETEMİYOR
Prof. Dr. Ahmet Subaşı, ikinci günün son oturumunda konuşma yapan isim oldu. Konuşmasında “Said Nursi'nin 4 kelime, 4 kelam öğrendiğinden” bahseden ve konuşmasının aralarında Risale-i Nur’dan, ene kısmından alıntılar yapan Subaşı, özellikle 4 kelamın birincisi olan “Ben kendime mâlik değilim” kelamına ve üçüncü kelam olan “Rabbim birdir” kelamına dikkatleri çekti.
Subaşı, bu iki kelamın hem insandaki tağutu hem de kainattaki tağutu yenebilecek 2 kelam olduğunu söyledi ve “kendime malik değilim” cümlesinin Ene’ye baktığına, “Rabbim birdir” kelamının ise kainattaki tağutlara baktığına işaret etti şöyle devam etti:
"Uluhiyetteki vahdeti anlamak -Allah'ın varlığı ve birliğini anlamak- aslında daha kolay ama bizim için rububiyetteki vahdeti anlamak genelde daha zor. “Allah birdir” diyoruz ama bazen rububiyetinde de bir olduğunu kabullenemiyoruz. Hem kendimizi hem esbabı devreye sokuyoruz. Bu yüzden “Rabbi Vahidun” kelimesi önemli. Çünkü “Rab Rububiyette Birdir” demek. Yani bunu sürekli kendimize hatırlatmamız gerekiyor “Hem uluhiyette birdir hem rububiyette birdir.” ‘Rabbi vahidun’un aslında özeti gibi."
Seküler ideolojiye baktığımızda onun hangi mesele olursa olsun bir açıklamasının olduğunu gördüğümüzü ifade eden Subaşı, seküler ideolojinin tek bir konuda -sadece ölüme karşı- açıklamasının olmadığına dikkat çekti ve “Yani ölüm meselesiyle ilgili hiçbir şekilde çözüm üretemiyor. Zaten bu ideolojiyi çökerteceğimiz en büyük nokta da burası. Üstadın dediği gibi “ölüme bir çare bulabilirsen konuş, yoksa sus” diyor” dedi.
TÜRKİYE’DEN BİR UZMANA İHTİYACIMIZ VAR
Endonezya Darussalam Gontor Üniversitesi Rektörü Profesör Hamid Fahmy Zarkasyi “Malezya’da ve Endonezya'da “İslamization of Knowledge’ın 3 dinamiği var. Bu üç dinamiğin “birincisi bakış açısı, ikincisi teori, üçüncüsü de paradigma” şeklinde konuştu. Zarkasyi, “Açıkçası biz bu zamana kadar bu 3 dinamiği oturtmaya çalışıyorduk. Ama artık Türkiye’den bir uzmana ihtiyacımız var. Said Nursi’nin bu vizyonunu, bu metodunu gelip bize öğretsin istiyoruz” dedi.
Diğer hocalarında bu konuda katkılarının paylaşıldığı esnada Necati Aydın “5d Thinking” projesini anlattı. Ertesi gün gerçekleşen iki günlük workshop ile de bu eğitimin amacı daha iyi anlaşılmış oldu.
Endonezya’daki öğretmenlere yönelik hem bu “Eğitim Felsefesinde Risale-i Nur’a göre harfi ve ismi yaklaşımlar” çalıştayının hem de “5d Thinking” workshop’unun tekrar etmesi gerektiği konuşuldu.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.