Ene ve nefsin serüveni

Allah indinde makbul olanı bulmak…
Marziyat-ı ilahiyi anlamak…
Allah yaratmışsa sebebini sormadan anlayabilmek…
Ve ben bu gün sorgusuz sualsiz hakikatlerin peşine takıldım.
***
Kâinat yaratıldı, mahlûkat yaratıldı, ahiret yaratıldı.
Ve hazreti Âdem yaratıldı.
Hazreti Havva, Âdem’in (a.s) göğsünden, göğsünün kemiğinden yaratıldı.
Âdem ile Havva cennette dolaşırken nefis açılmamış, edep yerleri kapalıydı.
Kâinat vardı, kâinat tüm zerreleriyle zikrediyordu.
Zira kâinat öyle bir melektir ki;
“Mevcudatın nevileri adedince yüz binler başlı ve her başında o nevide bulunan fertlerin sayısınca yüz binler ağız ve her ağzında o ferdin cihazat ve ecza ve âzâ ve hücreleri miktarınca yüz binler dillerle Sâniini takdis ederek tesbihat yapan İsrafilmisâl ubudiyyette ulvî bir makam sahibi bir acâibü'l-mahlûkattır.”(Şualar)
 
Kâinat zikrediyor, saniini takdis ediyor, her zikrinde imkanat dairesi velveleye veriyor.
Yinede bir şeyleri eksikti…
***
“Ve dedik ki: "Ey Adem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz." (A’raf:19)   
 
Hazreti Âdem ve hazreti Havva cennet’te dolaşıyor.
Cennet’te de bir şeylerin eksikliği göze çarpıyor.
Daha doğrusu birçok sırlar göze çarpmıyor birçok kapılar gizliliğini koruyor.
Ve o kapılar açılmıyor.
Melekler seyrediyor, iblis hayıflanıyor.
Ve ilahi hikmet sırlara bürünmüştür.
Toprak sürülmeli, nefis açılmalıydı.
İblis devreye girdi.
Zarar verdiğini/vereceğini sanmıştı.
Marziyat-ı ilahiyi nerden bilecekti ki?
“Derken şeytan, kendilerinden gizlenmiş olan avret yerlerini onlara açmak için kendilerine vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbiniz size bu ağacı ancak, melek olmayasınız, ya da (cennette) ebedi kalacaklardan olmayasınız diye yasakladı.”A’raf:20
Artık fıtratlarında yer alıp ta açığa çıkmayan nefsanî arzular açıktaydı.
Yani bütün beşeri hususiyetler ortaya çıkmıştı.
Lakin yine menziller kapalı, yine makamlar sırlı, yine müşahedatlar kısıtlıydı.
Hala cennet-i  âlâdaki  ehli temaşa, dünyadan alınma hâsılatı bekliyordu.
Nihayet Cenab-ı hak Hazreti Âdem’i (a.s) yeryüzüne şeytana düşman olarak indirdi.
 
Allah dedi ki: “Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan (mahşere) çıkarılacaksınız.”(A'raf:25)
 Böylece Hazreti Âdem sırtındaki yükle bağrındaki imanla, işlenmemiş tüm duygularla ve açılmamış nefisle yeryüzünde yaşadı.
***
İnsanlık çoğaldı.
Gel gör ki yük çok ağırdı.
Çünkü Cenab-ı Hak iyilikle kötülüğü yan yana koydu.
Sonra his, heves, kötülük ve şeytanı tarif etti.
Ayetlerini değişik biçimlerde açıkladı, peygamberler gönderdi, insanlığı eğitime tabi tuttu.
Nefis ağır basıyor, Şeytan saldırıyor, Ene anlaşılmıyordu.
O dilediğine hidayet veriyordu.
Nefis açılmadıkça “Ene” bilinmedikçe azgınlıklar çoğalıyordu.
Önce Nuh’un (a.s) kavmi azdı.
Helak oldular.
Sonra Ad kavmi aklına güvendi.
"Ene" yi tersten okudular.
Nefs’i açamayıp şeytanın buyruğuna tabi oldular.
Zira Nuh kavminden daha "güçlü" yaratılmışlardı.
Hud aleyhisselam’ın şahsında ilahi kudrete meydan okudular.
Kökleri kesildi.
 Sonra Semud kavmine Salih (a.s)'ı gönderdi.
Mucizeleri daha açıktı.
Semud kavmi yeryüzünü daha fazla kullanır olmuştu.
Dağlar emirlerine girmişti.
Yetenekleri biraz daha açılmıştı.
Ne yazık ki hala “Nefis” açılmamış hala “Ene” anlaşılmamıştı.
Kibirlerinden deveyi kestiler ve akıllarına ve saraylarına güvenerek meydan okudular.
Onlar da "Yurtlarında hareketsiz çöke kaldılar."
***
Cennet-i âlâdaki ehl-i temâşâ hayretle seyrediyor, melekler dikkatle izliyordu.
İnsan ki Allah’ın "sırrıydı" her seferinde bir sır açığa çıkıyordu.
Her seferinde sınırsız duygular ortaya çıkıyordu.
Mahlûkat hayretle seyrediyordu.
Mevcudat şaşırıyordu.
Marziyat-ı ilahi hala anlaşılmıyordu.
 
Lut kavmiyle unsurlar kızmıştı.
Öfkelenmişti.
Lut(a.s) kavmini uyarıyordu.
"Siz haddi aşan bir toplumsunuz.” diyordu.
Şehevi arzuların sınır tanımayan çukurlukları ortaya çıkıyordu.
Sonunda “azap yağmurlarına” müstahak oldular.
***
Sıra Medyen halkında idi.
Ölçüyü kaçırmış, tartıyı bozmuşlardı.
Nefsin ve Ene’nin şeytani bir yünü daha ortaya çıkmıştı.
Henüz "Ene'nin ve nefsin" Rahmani boyutuna ulaşılmamıştı.
Henüz ilahi isimlerin azami derecesindeki azami açılımını yapacak Resulü Kibriya gelmemişti.
Ve marziyat-i ilahi hala anlaşılmıyordu.
Hala Ene açılmamış, nefis amade olmamıştı.
Nefis açılmazsa tüm sırlar açılmayacaktı. Ene tanınmazsa O’da tanınmayacaktı.
İnsanlık merhale merhale açılıyordu.
Şuayb’ın kavmi Ene'nin firavniyet boyutuna takılmıştı.
Kendilerini mutlak hakim sanıyorlardı.
Onlar da bir sarsıntıyla yüzüstü yurtlarında çöke kaldılar.
***
Sonra Musa (a.s) ve Firavun mücadelesi başladı.
Beniisrail sahnedeydi.
Sahne onlarındı.
Emanet’te onlardaydı.
 Ahiret âlemleri ve menzilleri sırrı tevhit ile levazımat bekliyordu.
Beniisrail halden hale giriyor şeytanın anlık tuzaklarına yenik düşüyordu.
İnsanlık iptidailikten çıkmıyordu.
Âlemlere üstün kılınan İsrailoğulları firvniyetin en cehalet bataklığına gömüldüler ve Musa(a.s)’a ;“Bize bir tanrı yap dediler”
Ve hazreti Musa öfkesinden levhaları yere attı.
Kardeşinin yakasına yapıştı kavmine kızdı.
 "Mûsâ’nın öfkesi dinince (attığı) levhaları aldı. Onların yazısında Rableri için korku duyanlara bir hidayet ve bir rahmet vardı."(A'raf 154)
“Yarabbi” dedi “İçimizdeki beyinsizler yüzünde bizi de helak etme.”

(Devam edecek)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum