Habip ARTAN
Enes Kara’nın düşündürdükleri
Bu hafta başında Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi Enes Kara kardeşimizin ölümü ile sarsıldık. İntihar etmeden önce çekmiş olduğu videoda açıklamalarını noktası virgülüne dinledim, üzülmemek elde değil, adeta içimiz kanadı. Allah ailesine ve sevenlerine sabırlar versin, Mevlâm’dan mağfiret dilerim. Birkaç gün içerisinde gerek sosyal medyada gerekse yazılı basında, artısı ve eksisi ile üzerinde bir hayli fikir beyan edildi, bu konu beni de derinden etkilediğinden birkaç paragraf da olsa duygu ve düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istedim.
Enes Kara kardeşimiz videosunda üç ana konu üzerinde durmaktadır. En başta okuduğu tıp öğreniminin zor olduğunu ve kendisine göre bir okul olmadığını ifade etmekte, öğrenimini başarı ile tamamlasa bile hekimliğin zor ve stresli bir meslek olduğunu, tıp dışında bir mesleğin de iş garantisi olmadığını belirtmekte. Bu konularda haklı olabilir. İkinci olarak aile baskısından söz etmekte, üçüncü olarak ise eğitim sırasında kaldığı ortamdan memnun olmadığını ifade etmektedir. Bu video bir veda niteliği taşımasının yanında gelecek kuşaklara ve kurumlara da aslında yüklü bir mesaj bırakmaktadır.
Aileye düşen sorumluluklar
Bir öğrencinin maddi ve manevi yetişmesinde öncelikle kişinin ailesi, okulu ve öğretmenlerinden aldıkları çok önemlidir. Bu konuda biz ana ve babalara, okullarımıza, öğretmenlerimize birçok görevler düşmektedir. Her ana baba, kız olsun erkek olsun, fıtraten ve şefkatinin gereği olarak evladının iyi yetişmesini ve kendisinden daha üstün olmasını ister. Aşağı yukarı hepimiz evlat sahibiyiz, bu geçici ve fani dünyada imtihan içerisindeyiz. Bize emanet olarak verilen, canımız, evladımız ve malımız ve diğer tüm varlıklarımız ile imtihan olmaktayız. Bir genç kolay yetişmiyor, ilkokul, ortaokul ve lise çağları çok önemlidir. Siz çocuğunuzu ne kadar iyi yetiştirdim deseniz bile çocuk zamanının bir kısmını, eğitimini bitirene dek okulda ve dışarıda geçirmektedir. Buna internet ve sosyal medyayı da katabiliriz. Gençlerin dışarıya çıkmasına bile gerek kalmadan maalesef internet ve sosyal medya çocuklarımıza bizden daha çok yakın durmaktadır. Okuma çağına gelen çocuklarımızı mutlaka gözlemlememiz, onun kiminle arkadaşlık ettiğini, nereye gittiğini, ne yiyip ne içtiğini, nelerle uğraştığını sormamız gerekir. Eğer bizden uzak bir yerde okuyorsa, ara ara hocalarına ve okuluna ve kaldığı yere sormamız bilgi almamız lazım.
Ulaşamadıklarımızı çocuğumuzdan beklemek
Bir diğer konu, ailenin çocuğunu meslek seçiminde zorlamaması gerektiğidir. Şayet onu meslek seçiminde yönlendirmek istiyorsa onu fıtraten iyi tanıması ve bilmesi gerekir ve ona göre meslek seçiminde yardımcı rolünü üstlenmelidir. Aksi takdirde daha evvelki yazılarımın birçoğunda dediğim gibi çocuğumuzun meslek seçiminde öncelikle şan, şöhret, makam, mevki ve maddiyat ön planda tutulur ve ısrar edilirse çocuk ve gençlerimiz açısından verimsiz bir hayatın başlangıcı olur. Gerçekten çocuğunu fıtraten iyi tanıyan bir aile meslek seçiminde çocuğuna yardımcı olurken neleri yapacağı ve yapamayacağını önceden kestirerek ona yardımcı olması, “akla kapı açıp iradeyi elden almamak” adına yönlendirme yapması gerekir. Üzülerek ifade etmeliyim ki, birçoğumuz gençlik yıllarında elde edemediği makamları, mevkileri, parayı ve pulu evladında görmek istiyor. Bir şekilde evladında görse bile buna zamanı kalmayacağı için sağlığında bir faydasını da göremiyor. Bazen çocuğum doktor oldu derken aslında onun kendimizden belki de uzak olmasına yardımcı oluyoruz, ondan daha da uzaklaştığımızın farkında bile olamayabiliyoruz. Her insan farklı fıtratta yaratılmıştır, bir insanı kendi kalıbımıza sokmaya zorlamamamız gerekir.
Okul ve eğitimcilerimize düşen sorumluluklar
Bir çocuk veya bir genç ilk, orta, lise ve üniversite dâhil olmak üzere en az 16 yıl günde 8 saat kendisini okula ve öğretmenine teslim etmektedir. Bu rakam az değildir, çocuğun ilkokuldan, orta okula kadar geçen süre içerisinde fıtratının neye yatkın olduğu aşağı yukarı bilinir. Zeka ve beceri alanının fen, sosyal, matematik, özel yetenek mi olup olmadığı belli olur. Çocuk veya genç buna göre belirli bir liseye yönlendirilmelidir, bu yönlendirmeyi okullarımız ve MEB‘in yapması gerekir. Burada esas belirleyici kriter, öğretmenlerin çocuk üzerinde izlenimleri ve yeteneklerini keşfetmeleri, başarı durumunu tespit ederek ilgili okula yönlendirmenin yapılması olacaktır. Liseyi bitiren gencimiz burada da aynı kriterler üzerinden bir elemeden geçirilerek ilgili üniversitenin fakülte ve bölümüne yönlendirilmelidir. Mesela; öğrencimizin teknoloji ve fen bilimlerine yatkınlığı varsa mühendis, sağlığa yatkınlığı varsa öncelikle sağlık lisesi ve ardından eczacılık, tıp, hemşirelik, diş hekimliği gibi bölümlere gitmesi sağlanmalıdır.
Eğitimcilerimizin pedagojik formasyonu
Öğretmen ve hocalarımızın pedagojik formasyon eğitimi almaları önemlidir, bu faktör eğitimin her kademesinde önümüze çıkmaktadır. İlk, orta, lise ve üniversite ayrımı yapmadan her kademede eğitim veren öğretmen ve akademisyenlerimizin bu konuda donanımlı olmaları sağlanmalıdır. Üniversitelerimizin öğretmen yetiştiren fakülte ve bölümlerinde pedagojik formasyon eğitim süreci içerisinde öğretmen adaylarımıza verilmektedir ancak bu bölümlerin dışında kalan akademisyenlik ile ilgili diğer birçok bölümlerde pedagojik formasyon bulunmamaktadır. Kişi eğer kendi isteği ile öğretmen olacaksa bu formasyonu dışarıdan kendi imkanları ile alabilmektedir. Akademisyenlerimizin birçoğu öğretim görevlisi olsun, öğretim üyesi olsun öğretmen kökenli değildirler. Öğretmen kökenli olmayınca haliyle pedagojik formasyonu da büyük ihtimalle yok demektir. Bu durumda yükseköğrenimde eğitim sürecinde bir takım olumsuzluklara engel olmada hızlı ve etkin çözüm bulmada aksamaların olacağını düşünmekteyim. Yüksek öğrenimde eğitim fakültesi ve ilahiyat fakülteleri haricinde pedagojik formasyon zaten verilmemekte, öğretmen olmak isteyenler ise mecburen bunu almak zorundadır. Bunun dışında kalan, mühendislik, tıp, veteriner ve diğer bölümlerde akademisyen olmak isteyenler pedagojik formasyon almak zorunda değiller. Dolayısıyla gençlerimize hayatın son dönemeci olan yüksek öğrenim süreçlerinde de pedagojik formasyon ile donanımlı akademisyenlerin ders vermesi öğrencilerimizin içinde bulundukları konum ve psikolojilerini anlama ve değerlendirmede çözüm odaklı bakış açısıyla problemlerin çözümünde vizyon kazandıracağı kanaatindeyim.
Psikolojik-rehberlik ve danışmanlık merkezi
Özel eğitim kurumlarında idarecilik yaparken seksenli yılların sonlarında bile psikolojik- rehberlik ve danışmanlık servisimiz vardı. Günümüzde ilk-orta-lise ve dengi okullarda rehberlik hocalarımızın var olduğunu söyleyebiliriz. Yükseköğrenimde bunu aynı netlikte ifade etmek biraz zor. Ergenlik döneminden daha yeni çıkmış, hayatının baharında, 18 yaşında yeni reşit olmuş bir delikanlının yükseköğrenime adım atmasını düşünecek olursak “psikolojik-rehberlik ve danışmanlık birimleri” ve hocalarının önemi daha artmaktadır. Yükseköğrenimde her ne kadar tüm öğrencilerin danışmanları olsa bile bu danışmanlar daha çok ders ve sair akademik süreçlerin yürütülmesinde öğrencilere yardımcı rolü üstelenmektedirler. Gerek orta öğrenimde ve gerekse yükseköğrenimde bu birimlerin görevlisi ile beraber her okula ve fakültelere tahsis edilmesi ve öğrencilerden talep olmasına bile gerek kalmaksızın belirli periyotlarda rehberlik taramalarının yapılması gerekir düşüncesindeyim.
Otoriter, baskıcı tutumlar
Çocuğun gerek ailesinde, gerek kaldığı yerde ve gerekse okuduğu okulda otoriter ve baskıcı tutumların da olayın üzerinde etkisi olabileceğini varsayarak, bu konuda da taraflara hoşgörü ve esneklik tavsiye ediyorum. Tıp Fakültelerinde ders vermiş bir akademisyen olarak dönem içerisinde alınan tüm derslerin sınavları komite olarak tek oturumda yapılmaktadır ve geçme ortalaması 60’tır. Bu nedenle öğrencilerin diğer bölümlere nazaran daha sıkı ve disiplinli olarak çalışmaları gerekmektedir. En ufak bir ihmalde sınıfta tamamen kalabilirsiniz. Hal böyle iken bu gibi öğrenimi zor olan bölümlerde okuyan gençlerimize çalışma ortamı ve zaman olarak toleranslı davranmak daha uygun olacaktır. Bir zamanlar tıptan birkaç öğrencim derslerden kalmamak için çok çalıştıklarını buralara gelmek için geceli gündüzlü lise sonda ve artı bir veya iki yıl daha YKS’ye çalışarak ancak kazandıklarını, bu sırada kesinlikle cep telefonu veya elektronik araç ve gereçlerden tamamen uzak kaldıklarını bu nedenle de bilişim teknolojilerinden habersiz olduklarını dile getirerek girdiğim dersten fazla bizi yormayın diye sitem ederlerdi. Bende şöyle olaya yakından bakınca gerçekten gençlerin birçoğunun bilişim teknolojilerinden fazlaca haberleri olmadığının kanaatine vararak ona göre verdiğim dersin dozunu düşürmek zorunda kaldım.
Gelecek endişesi
Sadî-i Şirazi insanı güzel tasvir ederek: “Yek-katre-i-hunest-ve-hezar-endişe” diyerek küçük sıkıntılardan çok fazlaca endişe çıkarmanın maalesef insana mahsus olduğunu ne güzel özetlemiş. İnsanoğlu geçmiş, gelecek ve içinde bulunduğu an itibariyle üç zaman ile alakadardır. Esas olan insanın ne geçmişinden ne de istikbalinden elem çekmemesidir. Geçmiş zaman zaten gitmiştir bir daha getirmemiz imkansızdır, gelecek zaman da daha gelmediğine göre onunla ilgili olarak endişe etmemize gerek yoktur ve abestir. Asıl üzerinde durmamız gereken içinde olduğumuz andır, bütün vaktimizi ve sermayemizi o ana teksif etmemiz gereklidir. Ayrıca gelecek kaygısı ve rızık endişesi ile karamsarlığa düşmemize hiç gerek yok, rızık Allah’ın (c.c) bize taahhüt etmiş olduğu bitmez tükenmez bir rahmet hazinesidir.
Gönüllü sivil toplum kuruluşları (STK)
Dünyanın hemen hemen her yerinde ve ülkemizde gönüllü sivil toplum kuruluşları insanlığa manen ve maddeten yararlı olabilmek adına kanunlar çerçevesinde, imkânları dairesinde faaliyetlerini sürdürmektedirler. STK’lar aynı zamanda kamu yararına hizmet veren gönüllü kuruluşlardır. STK’lar bununla da kalmayıp birçok hayırlı işlerde manen ve maddeten devletin yükünü hafifletmekle beraber hayırlı işlerde kamu ile müspet rekabet ederek kalitenin artmasına da katkıda bulunmaları bir gerçektir. Sırf bir olumsuz olaydan ötürü tüm STK’ları aynı kefeye koyarak töhmet altında bırakmakta toplumsal zararlara yol açacağını unutmamak gerekir. Bizler de gençlik yıllarımızda sivil toplum kuruluşlarının bize sağlamış olduğu imkânlarla büyüdük, din ilimleri ile fen ilimlerini birlikte öğrenerek yürütülmesini sağladık. Mezun olduğumuzda iki diploma ile mezun olduk, manen ve maddeten hem hayat hem de mesleki üniversiteden… Bunun yanı sıra gerek kamu ve gerekse STK’lar tarafından öğrencilerimize sağlanan yurt ve barınma hizmetleri olmak üzere tüm kurumlar yerinde ve standartlara uygun bir şekilde çok iyi denetlenmelidir.
Din hayatın hayatı
“Din hayatın hayatı hem nuru hem esası ihyâ-yı din ile olur bu milletin ihyası.” Din hayata hayat, hem hayata nur ve rehber, hem hayatın esası ve temelidir, bu yüzden İslam milletinin dirilmesi, terakki etmesi, kemale ermesi ve huzur bulması, dinin insan hayatında hayat bulmasına bakar. Din, Müslümanların hayatını idame ettiren bir ruh gibidir. Nasıl ruhsuz beden yaşayamaz ise, dinsiz insan da yaşayamaz demektir. Din, beşer için vazgeçilmez ebedî ve ezelî bir hakikattir. İman hem nurdur hem kuvvettir, hakiki imanı elde eden adam kaninata meydan okuyabilir. Yüce Peygamberimiz (asm), “Ben ancak güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim” buyurarak bizleri güzel ahlakın en önemli kısımları iman ve tevhid inancıdır, güzel ahlak Kur’an ahlakıdır. Bu noktalardan bakacak olursak Enes Kara kardeşimizin kendi ifadesi ile dini inanç probleminin olduğu görülmektedir, eğer zamanında ve yerinde kavl-i leyyin ile kendisine yardımcı olunsa idi belki de son anda durumu düzelecek ve içinde bulunduğu inançsızlık girdabından kurtularak hayatına son vermemiş olacaktı.
Dikkatimi çeken
Enes Kara kardeşimiz intihar kararını aldıktan sonra videoyu 5 Aralık günü kayda aldığını ifade ediyor, bu tarihten intihar edene kadar geçen bir ayı aşkın sürede kiminle görüştü, kimlerle irtibat halinde olduğu, görüşmeleri ve yazışmaları mercek altına alınmış olabileceğini düşünüyorum. Bu şekilde en azından gencin arkasında herhangi bir soru işaretinin kalmamasını sağlayacaktır. Enes Kara’yı anmak için basın açıklaması yapan fakülteden arkadaşları özellikle onun ailesi ve kaldığı yer ile ilgili baskılardan bahsetmeleri ve Enes'ten bahsetmiş olduğu diğer mevzuları pas geçmeleri manidardır. Hepimiz Enes Kara kardeşimizin bu şekilde hayatını kaybetmesinin derin üzüntüsünü yaşıyoruz. Ailesinin ve sevenlerinin acısını yürekten paylaşıyoruz. Gencecik yaşta bir insanın ölümü üzerinden bir takım suçlamalarda bulunmak tek kelime ile ahlaki değildir. Henüz 20 yaşlarında tıp fakültesinde öğrenim görecek kadar başarılı olan ama içine girdiği inançsızlık girdabından kurtulamayan, hayatından umutsuz olan Enes kardeşimizin ölümünden hepimizin ders çıkarması gerekir. Bu kadar başarılı bir gencin hayatla bağını kendi elleriyle kopartma noktasına gelmesi sosyolojik ve pedagojik olarak incelenmeli ve irdelenmelidir düşüncesindeyim.
Allah’a emanet olunuz.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.