İlim ve Mertebeleri-1

İlim, zihin çalışması ile hâsıl olan bir nurdur. İnsanın zihni, Allah tarafından hakkı ve hakikati kabul edip tartabilecek temel kurallar ve disiplinler ile hazırlanmış. Mesela 4 kg’lık bir yükü kaldıran bir çocuğun 400 gramlık bir yükü kaldırabileceği zihin konusunda temel bir anlayış ve seziştir. Aksine bir iddia zihne saçma gelir. Mesela mum ışığının zayıflığı ve sönücülüğü; güneşin ise köklü ve kalıcı bir ışık kaynağı oluşunu gördükten sonra birisi dese ki: “Sahabelerin imanı, güneş gibi; bizimki ise, mum ışığı gibidir.” Zihin buradan sahabelerin neden daha üstün, kıymetli ve makbul olduğu sonucuna hemen gidebilir. Zihnin bu yapısı onu hakka ve hakikate açık, deliller ve sağlam ispat unsurlarıyla yürüyen, büyüyen ve yükselen bir kartala dönüştürür.

Âdetullahın akış tarzı bu ki, tefekkür araştırma ve inceleme olmadan kişide ilim olamaz. Peygamberler ve veliler gibi istisnalar hariç… Bir hadis-i şerif bir şey hakkında ilmin 3 kanalla olacağını bildirir: “Göz, görecek; kulak, işitecek veya kalbe, hutur edecek…[1] Peygamberlerin aldığı vahiy, velilerin aldığı ilham kalbe doğan, akan ve inen birer bildirimdir. İlâhî ilmin kudsiyet ve nurânîlikle bir kulun dünyasına açılışıdır. Normal insanlarda ise ilim, gözün hazır anda gördüklerine, kulağın ise geçmişten aktarılanlardan duyduklarına dayanır. Yazılan kitaplar, atasözleri, deneyimler geçmişin gelecekle konuşmalardır. Göz ve kulakla hafıza deposuna alınan malzemeler eğer zihin tarafından işlenmeye başlarsa kişi ilim, hakikat ve nur yoluna girer. “Zihin eğer bir mevzuda hiç çalıştırılmamış ise kişi o konuda zifiri karanlık içinde demektir. O şey kişi için mutlak meçhuldür. Mutlak meçhulü talep ise muhal ve imkânsızdır.” (Ta’likat)

Kişinin tefekkürüne göre o mevzuya dair zihin denilen gökyüzünde önce yıldızlar doğar; daha sonra dolunay belirir; en sonunda ise güneş ortaya çıkar… Yıldız, marifet sahiplerindeki seviyedir; dolunay, ilim sahiplerinde bulunur; güneş ise yaşanmış ilim yani hikmet sahiplerinde görünür. Üstad Bediüzzaman tefekkür derecesine göre kişinin elde edeceği ilim mertebesini ve her mertebenin kişide uyandıracağı bir ruh istidadını şöyle anlatır:

DİMAĞDA MERÂTİB-İ İLİM MUHTELİFEDİR, MÜLTEBİSE

Dimağda meratib var, birbiriyle mültebis, ahkâmları muhtelif. Evvel tahayyül olur sonra tasavvur gelir,

Sonra gelir taakkul, sonra tasdik ediyor, sonra izan oluyor, sonra gelir iltizam, sonra itikat gelir.

İtikadın başkadır, iltizamın başkadır. Her birinden çıkan bir halet: Salabet, itikaddan

Taassup, iltizamdan; imtisal, izandan; tasdikten, iltizam; taakkulde, bîtaraf; bîbehre tasavvurda,

Tahayyülde safsata hasıl olur; mezcine eğer olmaz muktedir.

Üstad Bediüzzaman, ilmi bir elbiseye, bir rütbe, apolet ve nişana benzetir. İlmin seviyesine göre ruha elbise giydirilir. Fakat bu elbiseler mertebeye ait olduğu için insanlar alt mertebelerden üst mertebelerin hissiyatını ve tatbikatını bekleseler de kişi bulunduğu mertebeye göre bir his ve hareket taşıyacağı için kişinin mertebesini amelinde, tavrında görebiliriz. İlmin yedi mertebesi şöyledir:

Tahayyül: Hayal gücünün bir mevzu hakkında hareket etmesi, eldeki malzemelerden elbise dikmeye çalışması, zihinde sınırları belli olmayan çizgilerin at sürüleri gibi sağa sola koşuşturulmaları aşamasıdır. Zifiri karanlığa göre, yıldızlı bir uzayın toz bulutlu hali gibidir.

Tasavvur: Zihnin bir mevzuda sabit bir fotoğraf, hakikate uyabilecek bir elbise, az da olsa ışık veren yıldızlı bir manzara hazırlamasıdır.

Taakkul: Akıl yürütme yoluyla tasavvurların mantıklı, tutarlı, hakikate uygun olup olmadığını tartmaktır.

Bu üç aşamada zihin keskinleşir. Tahayyül ve tasavvur kısmında kişi zifiri karanlıkta ve sis içinde olduğu için kedi görse, kaplan zanneder; inek görse, ejderha hayal eder… Taakkul ve sonrasında sınırlar iyice belirir.

Tasdik: Zihnin hakikati bulması ve tasavvur gücünün çizdiği, aklın da taraftar olduğu fotoğrafın hakikate uygunluğunun netleşmesidir. Mantık ilmindeyse “İlim, tasdiktir” denilir. “Mârifet ise, tasavvurdur” diye kabul edilir.[2] Hem yine denilir ki: “İlim, zihinde sabit bir suret, net bir fotoğraf oluşmasıdır.” (Ta’likat) Bu seviye dolunaylı bir gecede bir nesne veyahut canlının tanımlanmasıdır, yanılma payı çok azdır.

İz’an: Kalbin hakikati kabul etmesi, hakikatin duygulara bir hançer gibi saplanıp yerleşmesi, kalbin ve duyguların o konuda bir itminana kavuşmasıdır. Duygular dış dünyayı algıladıkları ve devamlı gerçekle yüzleştikleri için akıl, tasdik ile ikna olsa da duygular iz’an isterler. Mantık ilminde denildiği gibi “İz’an, zihin ile dış dünya arasında olan bir irtibattır ki, eksiksiz bir münasebete benzer. İz’an, nefsi kelepçeler ve boyun eğdirir.” (Ta’likat)

Dış dünya hakikatlerin kudret sıfatıyla gözle görünür, yaşanılır hale gelmesiyle kuruludur; bir tahkik değil, tahakkuk âlemidir. Hakka uygun olmayan ve davranmayanlar bu âlemde tutunamazlar. İşte iz’an, insanı dış dünya ile zihin-kalb bağlantısı ile bağlayan mühim bir sırdır ve can alıcı noktadır. Ki buna “iman” denilir. (Mektûbât, 9. Mektub, 4. Sual)

Eğer bir zihnî tasdik, dış dünya ile te’yid edilemiyor, desteklenemiyorsa o tasdik ya yanlıştır veyahut olağanüstü durumlarda ancak görülebilen bir mucize veya kerâmeti bildiren bir tesbittir. Gerçek ilim, akıl ve kalbin, hatta nefsin dahi kendisine boyun eğdiği nurani, kudsi, şükrettirici ilimdir ki, hakka iz’anı netice verir. Bu seviye, güneşli bir gündüz gibidir. Zihnin hayalperest yapısına, vehmin karanlıklarına yer vermeyen hakkı olduğu gibi gösteren nurlu, sıcak, ışıl ışıl bir dünyadır. Bu noktayı ifade etmek, zihnin karanlıklı, değişken yapısını bildirmek sadedinde Hz. Peygamber (ASM) şöyle dua eder: “Allah’ım! Bana hakkı hakk olarak göster ve beni ona tabi olmakla rızıklandır. Hem bana batılı batıl olarak göster ve ondan çekinmekle beni rızıklandır.” İz’an, hakkı görmeyi, hakka tabi olmayı netice vermesi ile en büyük hidayettir. Üstad Bediüzzamanın tesbit ettiği üzere: “Basar, surete bakar. Basiret, hakikate; hidayet ise hakka nazırdır.” (Lemaat)

Devam edecek

[1] Buhari, Bed'ü'l-Halk 8, Tefsir, Secde 1, Tevhid 35; Müslim, Cennet 2, (2824); Tirmizi, Tefsir, (3195)

[2] Şualar, 7. Şua, 2. Makam

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum